Bu Blogda Ara

25 Temmuz 2008 Cuma

Ebeveynlerin Eğitim Üslupları




Bir çocuğun anne ve babadan aldığı eğitim hem psikolojisini ve hem de gelecekteki hayatını etkilemektedir. Her ebeveynin bir davranış uslübu vardır ve eğer ona müsamahasız bağlı kalırsa hatalar yapmak kaçınılmaz olur...

İtaat ettiren üslup:
Ebeveynler çocuğun her şekilde itaat etmesini isterler. Çocuk buna farklı şekillerde cevap verebilir. Kimi çocuklar itaatkar görünüp kendi içlerinde isyan ederler ve bu çelişki onu nevroza götürür. Bir diğerleri de ebeveynlerine karşı çıkıp, kaba, nezaketsiz davranışlar sergiler.

Gereksiz titizlik:
Çocuğun daha hızlı gelişmesine duyulan şiddetli arzu belirgindir bu üslupta. Bu gibi ebeveynler çocuğun herşeyi mükemmel yapmasını isterler. Eğitimindeki en küçük aksaklık için bile onu azarlarlar(kaçırılan bir ders, yapılmamış bir ev ödevi). Çocuğun ruhsal gelişimine dikkat etmezler, bilgi ve alışkanlık edinmesine önem verirler. Çocuk ile aralarında her zaman mesafe bırakırlar, hissel davranmazlar. Bu durumda çocukların tepkileri; sıkılgan, kendine güvensiz olmak, başaramama korkusu. Bütün bunlar çocuğu nevroza götürmektedir.

Kararsız üslup:
Ebeveynler çocuk için her türlü gerginlikten korumak adına iyi fakat titiz olmayan öğretmen seçmeye çalışırlar, girişken olması için onu teşvik etmezler. Bu gibi
yetiştirme tarzı sonucunda çocuklar zayıf iradeli ve yaşamlarındaki olayların sorumluluğunu taşıyamayan kişiler olurlar.

Korumacı üslup:
Cocuk için sürekli bir endişe içinde olan ebeveynler, çocuğun her adımını izlerler ve isteklerini yerine getirirler. En küçük ihtiyaçları(bedensel ve ruhsal) ile
ilgilenirler. Bu gibi yetiştirme üslubu sonucunda çocuk anne ve babasına hayatı boyunca bağımlı kalmaktadır-erişkin olduğunda da.

Gereksiz duygusallık:
Daha çok annelere özgüdür. Bu üslup çocuğa fazla duygusal davranan, becerilerini aşırı büyütülerek öven, sürekli sarılıp öpen ebeveynlere aittir. Bu şekilde yetişen çocuk bu gibi davranışları çevresinden de bekler. Okulda ve hayatta beklediği not ve ilgiyi alamadığında öğretmenin, arkadaşlarının ona adil davranmadıklarına karar verir.

İlgisizlik:
Çocuğun iç dünyası ve yaşadıklarıyla ilgilenmeyen ebeveynler onları tamamen kendi başına bırakırlar. Çocuktan bir beklentileri olmadığı gibi onu teşvik de etmezler, şevkat ve sevgilerini de sunmazlar. Böyle yetişen çocuklarda kendilerine, çevrelerine ve yaşadıklarına karşı büyük bir ilgisizlik görülür. Daha duygusal ve içlerine kapalı olan çocuklarda ise acımasızlık, birini yaralama, acı çektirme arzusu oluşur.

Korkutma:
Küçük büyük her kabahati için çocuğu cezalandıran, sürekli tehditler savuran ebeveynler. Böyle bir ailede sürekli gerginlik vardır ve her an kavga çıkabilir. Bu ortamda yetişen çocuklar cezadan kurtulabilmek için kurnazlığı, uyanık olmayı, yalan yapmayı alışkanlık edinirler. Veya sadece tehdit ve şiddet hedefi olmamak için kendine ait duruşundan vazgeçer. Büyüdüklerinde tehdit karşısında duyarsız kalırlar, kesinlikle yönetilemezler.

Dengesiz davranış:
Öfkeliyken birden merhamet göstermek, şevkatten tehditkarlığa geçmek. Keyifli oldukları zamanlarda bol bol söz verirler(bir şey almak veya yapmak için) ve genellikle sözlerini tutmazlar. Anlamsız isteklerde ve teşviklerde bulunurlar, yersiz cezalar verirler. Bu sebeple çocuk yavaş yavaş ebeveynlerine olan saygısını yitirir. Hayatını nasıl mı etkiler? Anlamsız davranışlarda bulunur, çabuk parlar, başladığı hiçbir şeyi sonlandıramaz.

Rüşvetçi davranış:
Bu gibi ailelerde ebeveyn-çocuk ilişkisi para-meta temeline dayanır. Çocuk için iyi davranmanın, iyi not almanın, evde yardım etmenin karşılığı para ve hediyeler olduğu kanısı alışkanlık olur. Gelecekteki hayatı için de oluşan kanısı ise; bütün insan ilişkileri sadece paraya tabidir.

Bedeli Bir Gülümseme


Pencere çerçevesinin içinde gördüğüm, arabaların vızır vızır işlediği yolda unuttum gözlerimi. Masanın üzerine dün bıraktığım, dosyalanması gereken evraklar, hatırlatma notları yığılmış ve bunların hiç biri umurumda değil... Camı geçip gelen uğultu kulaklarımdan girip sert bir rüzgarın sesi gibi yankılanıyor içimde. Bedenimin dışında dolanıyormuşçasına ruhum, içim bomboş, ıssız... Değişik, değişik olduğu kadar aşina olduğum bir dalgınlığın orta yerindeyim. Hem kendimdeyim hem de değilim... Bana olanları anlatamamanın, anlayamamanın çelişkisindeyim... Hani bazen bir his ile uyanır, kendine "günaydın" demeyi bile unutur beklersin... Beklersin bir şeyleri, ne olduklarını bilmeden. Olmalarını, ol'durmalarını beklersin... Belki, diye geçirirsin içinden, belki kapı açılacak ve "işte, bendim beklediğin" diye haykıracak...
Öyle bir huzursuzluk bırakır üstümde bu haller ki, sarhoşluk gibi, şuursuzluk gibi... Bedenimin dışında dolanıyorum, ayağımda kırmızı pabuçlar, üstümde kırmızı palto, başımda kırmızı bere... Onları çok sevsem de içlerinde uzun kalamadığım için üzgün olduğumu söylüyorum... Tutunduğum bir elin peşinden sürükleniyorum, kelimelerim savruluyor etrafa... Vitrinlerin camekanlarında onlarca yüzün arasından geçtiğimi görüyorum...
Bir an için elimi kurtarıp camekanlardan birisi önünde kalakalıyorum. Ardımdan geçen hayatı görüyorum gözbebeklerimde, sonra kaldığım yeri... Bir oyuncak dükkanı; pelüş ayıcıklar, tavşanlar, bebekler, lastik toplar, balonlar ve yeşil saçlı, kırmızı burunlu, üzgün bakışlı bir palyaço... Başımı eğip bakıyorum; "neden ağlıyorsun?.." diye soruyorum. Cevap yok... Kırmızı pabuçlarıma bakıyor ve "acaba onları versem, gülümser mi?.." diye düşünüyorum. Telaşlı ayak sesleri yaklaşıyor ve tekrar bir avcun içine hapsoluyor elim... Adımlarım isteksiz, bakışlarımı geride bırakarak palyaçonun uzaklaşmasını seyrediyorum... Eller, ayaklar, çantalar, şemsiyeler arasında bakışlarımı her bir yana dağıtarak sürükleniyorum. Bir elimi kırmızı paltonun cebine sokup gökkuşağın tüm renklerini içine almış cam bilyeye dokunuyorum. Yüzümde sonsuz bir gülümseme... Geriye dönüp palyaçoya bakıyorum ve bilyeyi cebimden çıkarıp yavaşça bırakıyorum yere. Tüm gülümsememle birlikte... Düşlerimi satın alıyorum... Bedeli, bir gülümseme...

eylül
(lütfen, kaynak belirtmeden alıntı yapmayın, teşekkürler)


Hayat ve İnsan

Hayat bir meydan okumadır - Karşılık ver.
Hayat armağandır - Kabul et...
Hayat maceradır - Katıl.
Hayat acı demek - Yen...
Hayat uzundur - Sonuna kadar onu yaşa.
Hayat oyundur - Oyna.
Hayat gizemlidir - Çöz.
Hayat şarkıdır - Haydi söyle.
Hayat fırsattır - Kullan.
Hayat yoculuktur - Git!
Hayat söz vermektir -Tut!
Hayat Aşk'tır - Bul!
Hayat güzelliktir - Övgülerle anlat.
Hayat gerçeklerdir - Anlam kat...
Hayat savaşmaktır - Katıl.
Hayat bilmecedir - Çöz.
Hayat amaçtır - Ulaş.


Hayal hırsızı



Bir zamanlar, dünyanın en ücra köşesinde, karanlık ve soğuk bir mağarada kötü bir ruh yaşarmış. İnsanları mutlu eden hayalleri onlardan çalmak için geceleri kocaman kanatlarını açıp dünyayı dolaşırmış. Çalıntı hayalleri ne yapacağını da bilmezmiş, hayal etmeyi de bilmezmiş. Hiçbir zaman hissetmemiş ki buzdan yüreği, gerçekleşen veya gerçekleşmeyen bir hayalin güzelliğini...
Bir gece, kimsesizlerin yurdunda yaşayan bir küçük kızın hayalini çalmaya gittiğinde onu şaşırtan bir şey olmuş. Bu masum kızın sadece tek bir hayali olması kötü ruhu çok şaşırtmış. Bir an için "bir çocuğun yüzlerce gereksiz ve aptal hayali olması çok doğal..." diye düşünmüş ve bunu hemen unutmuş. Yatağında kıvrılıp uyuyan ve hayalinin rüyasını görmekte olan küçük kızdan bu tek hayalini alıp uzaktaki karanlık mağarasına doğru uçmuş. Oraya vardığında, yalnızlığının karanlık dünyasında bakmış ki yetim küçük kızın tek hayali sevilmekmiş. Kötü ruh buna çok şaşırmış ve o anda buzdan kalbini delen bir acı hissetmiş. Bu hayali kendine saklamak istemese de artık geri de iade edemeyeceğini biliyormuş. Hissettiği şeyi hiç tanıdık değilmiş, hiç başına gelmeyen bir şeymiş ve bütün bunlara rağmen onu yoketmek de istemiyormuş. Küçük kızın hayalini mağarasının bir köşesine koymuş. Buradan her geçtiğinde hoşlanmadığı bir sıcaklık hissetse de kötü ruh, yine de hayali yok etmek istememiş. Yıllar geçmiş ve kötü ruh insanların hayallerini çalmaya devam etmiş. Her gece, mağarasına döndüğünde küçük kızın hayalinin bulunduğu yerin önünden geçerken onu hatırlıyormuş. Bir gece oradan geçerken hiçbir şey hissetmemiş. Bilinir ki, insanlar öldüğünde hayalleri de ölüyormuş...
Kötü ruh o an anlamış ne olduğunu ve ilk defa düşünceli oturmuş mağarasında. İlk defa insanlar hakkında düşünmüş. Küçük yetim kızı düşünmüş ve kanını donduran bir suçluluk duymuş. İlk kez farklı hisler doldurmuş içini. Böylece kötü ruh, karanlık mağarasında sessiz ve huzurlu düşüncelere dalıp buz gibi soğuk gözyaşlarında boğularak son nefesini vermiş. Ölmeden önce anlamış ki çalıntı hayaller ona hiçbir zaman yardım edemez çünkü onlar sadece sahiplerine aitler...

Uyanmak

Canımın sıkıntısı geceden kalmaydı sanırım. Huzursuzluğumun sebebine gelince, onu bilmiyorum. Uyuklamalarla geçen bir geceden sonra olacağı buydu, sebepsiz bir huzursuzluk. Belki sebebi vardı... Her sabah aynı şeyler, uyanmak, hazırlanmak ve işe gitmek için evden çıkmak. Hep aynı. Bazen alarm çalmadan uyanıp kalkıyorum, bu durumda değişen tek bu oluyor. Alarmın sesiyle uyanmak farklı bir telaş. Birden gözlerimi açıp odamın her yanına dağılmış uzuvlarımı toplamaktır uyanmak. Bedenimi hissedip onu harekete geçirmek. Apar topar yataktan çıkıp doğru banyoya giderim. Aynada karşılaştığım bir yüz beni görmezden gelir her sabah. Musluğu kapatıp doğrulunca bu kez kendimi bulurum karşımda. Merdivenleri indiğimde tamamen uyanmış durumdayım ve mutfağa girmek için önce saatime bakıyorum. Bazen bir fincan kahve veya bir bardak süt için zamanım oluyor. Alarm çalmadan uyanmaktan pek hoşlanmıyorum. Kendimi oyalayacak şeyler bulurum bulmasına da hoşlanmıyorum işte. Çoğu zaman kendimi kandırıp uyuklamaya devam ediyorum. Göz kapaklarımı sımsıkı kapatırım ve alarmın o muhteşem sesini beklemeye koyulurum. İçimden bir sesin fısıltısı kulaklarıma gelir: "kaçıyorsun".... Evet, kaçıyorum, düşüncelerden, kendimden, hayattan...
Arabanın camından yanımdan geçen dünyayı seyrediyorum her sabah. Binalar, arabalar, insanlar, ağaçlar, kıyılar... Yavaş yavaş saklandıkları yerden çıkıp gelmeye başlar düşünceler.
Radyoyu açıyorum, bir ezgiyi aralarına katmak istercesine... Ruhum gülümsüyor, yüreğime yansır gülümsemesi. Yüzüme gelmesi için biraz daha yol almalıyım derken ofisin kapısında buluyorum kendimi. Hayat tüm kalabalığıyla beni bekliyor... Çocuk ruhum sınıfın önünde, ders başlıyor!.. Yaşamak, aralıklarla nefes almak gibi diye düşünüyorum. Nefessiz kalıp, boğulduğum anlar ise yaşanmamış olan hayatım... "Günaydın" diyorum ve zil çaldı, ders başlıyor... Çocuk ruhum sınıfın önünde ve ben Hayat'ın içindeyim...
Gün boyunca kaçmak için fırsat kolluyor çocuk ruhum. Bulutların arasından bütün parlaklığıyla çıkan güneş, çiseleyen yağmurun pencerelerdeki tıkırtısı, bir vapur sireni sesi; her biri birer bahane onun için. Küçük kaçamaklar küçük mutluluklara götüren birer patika oluveriyorlar. Çekmecemde bir paket meyveli şeker ile bahanesiz yola çıkıyorum bazen... Karşı kaldırıma geçiyorum. Birkaç basamak var binanın önünde, ikinci basamağa oturuyorum elimde şeker paketi. Bir tanesini içinden alıp açıyorum. Şekeri dilimin üzerine bırakıyorum yavaşça, jelatin kağıdını ise dizimde elimle düzeltiyorum. Limonlu şeker. Ağzımın içine erimeye başlıyor. Yapışkan tatlılığı bulaşıyor dudaklarıma. Hafif bir esinti var, buklelerim uçuşuyor gözlerimin önünde... Ellerime başımı dayıyorum, dirseklerim dizlerimde ve önümden geçen hayatı seyre dalıyorum. Çocuk ruhum çıkmaya çalışıyor bedenimden. Kıyıya inmek için sabırsızlanıyor. Dalgalara yakalanmadan suda taşları sektiriyor, her atışına eklenen hafif çığlıklarla. Cebinde unuttuğu çeyrek simit parçasını martılara atıyor. Çocuk ruhum elimden tutup götürmek istiyor...

eylül
(lütfen kaynak belirtmeden alıntı yapmayın, teşekkürler)

24 Temmuz 2008 Perşembe

Satranç



Dürüst, anlamı olan, kendi ve yakınlarına faydalı bir hayatı olsun kim istemez? Yaşanmış, bilinen hataların tekrarlanmamasını kim istemez? En zor durumlardan sıyrılabilmeyi, kendi ruhsal gelişmesini hızlandırmayı?.. Alın yazısı nedir ve bir insan özgür iradesi ile neyi değiştirebilir?
Nasıl hareket edebileceğimiz bir oyunda gösterilmiş: satranç.
Satranç; iyi güçlerin kötülüğü yenme arzusunu, insanın Hayattaki tuzaklardan kurtulma çabalarını ve Madde ile Ruh arasındaki çekişmeyi temsil eder.Satranç tahtası savaş alanıdır - düşüncelerimiz ile doldurduğumuz boşluk.
En önemli merkezi figür - Şah. O mantıktır, mantıklı düşüncedir. Sadece güvenilir koruma(deliller-gerçekler) olduğundan eminse belirlenen yolda dikkatle, adım adım hareket eder. Şah'ı kaybettiğimizde oyun dışı oluruz, normal yaşamın dışına düşeriz ve hayata tümüyle katılamayız.
İkinci önemli ve merkezi figür Vezir'dir. O özgüvendir. Her yöne, ileriye-geriye, sağa-sola hareket edebilir. Vezir-özgüven, Şah-Mantık'ı en iyi savunur. Yine de özgüvensiz kalabiliriz ancak mantıklı düşünce olmaz ise çözülür, yıkılır, çıldırırız.
Bu iki merkezi figür - şah ve vezir - aslında beynin iki yarı küresidir; sol - mantıklı düşünce ve sağ- özgüven. Her ikisi de insan bilincine aittir ve kazanmak ya da kaybetmek onlara bağlı. Ve Hayat adına çarpışma başlıyor...

Piyonlar en önde yürürler. Duygular - sayısız, iyi ve kötü. Onlar ileriye yürür, ancak yandan hücüm ederler. Bazılarını feda edebiliriz, lakin hiç olmazsa bir tanesini koruyalım - Aşk'ı. Bu duygu mucizeler gerçekleştirebilir ve eğer sabırlı olup , sebat ve sadakat gösterirsek, piyon vezir olabilir.

İki kale figürü aklı simvolize eder. Kaleler sadece düz çizgide -ileriye, geriye, sağa, sola - hareket ederler. Güçlü figürler ve iyi muhafızlardır.

İki at figürü zekayı temsil eder. O tedbirlidir ve tehlikeleri aşar, yani hücüm etmek için acele etmez. Atların L çizerek hareket etmelerine sebep kavgaya girmek için en uygun anı yakalamayı beklemeleridir.

İki filin simvolize ettiği bilgeliktir. O hiçbir zaman yandan veya önden taarruz etmez. O çapraz ilerlemeyi seçmiştir ve akıl ile zekanın savunmasında harekete geçer.

Filler çapraz ilerler; biri - sadece beyaz kareler üzerinde , diğeri - siyah karelerde. Böylelikle anlaşılan şu ki Bilgelik hem yapıcı hem de yıkıcı olabilir.

Satranç oyunu hayatın ölüme, iyinin kötüye, aydınlığın karanlığa karşı muharebenin talimidir. Bu yüzden ilk hareket hakkı beyaz renkli figürlere aittir. Alın yazısı oyunun prensibi, ustalık ise - özgür irade. Oyunun başında birçok hareket seçeneğinden en doğrusunu seçme olanağına sahibiz ancak çoğu zaman aceleci, dikatsiz ve düşünmeden hareket ettiğimizden yanlış hareketi yaparız. Her hareket karşı tarafın(olumsuz güçlerin) tepkisine(reaksiyonuna) sebeptir. Zamanın ilerlemesi ile özgür irademizi kullanma şansımız azalır. Öyle durumlara düşeriz ki, oyunda kalıp devam etmek için sadece tek hareket şansımız var. Çok sık bu tek şansı kullanmak bir figürü feda etmemizi gerektirir(umut, hayal, ülkü). Hayatta da bu şekilde hareket etmekteyiz. Kendimizden feda etttiklerimize rağmen iyimserliğimizi koruyabiliyoruz. Oyunda ağır bir duruma düştüğümüz zaman ve eğer şah - mantık yeterince korunmuyorsa rok(satrançta hareket şekli) yapabiliriz, yani şah ile vezirin yerlerini değiştirebiliriz. Böylelikle akıl - kale oyunun merkezine gelir, şah - mantık ise geride korumada kalır. Hedefe kilitlenen akıl hayatta da mantığın önüne geçebilir, öyle ki bizim bazı hareketlerimiz mantıksız görünebilir. Bu görünürde öyledir. Olaylar başlıca hedefe tabidir. Bazen, oyunda olduğu gibi hayatta da, başa çıkılmaz bir duruma düşebiliriz. Fakat aklımız ve özgüvenimizle bu durumudan çıkmanın en mantıklı çözümünü bulabiliriz.
Hayatımızın sonuna kadar bu oyunu nasıl sonlandıracağımız, bu hangi figürlerin kaybı ile olacak, düşüncelerimizde hangi değişiklikler olacak, bu bize bağlıdır. Eğer ruhumuzu güçlendirdiysek mantığımız birincil, özgüvenimiz ikincil, bilgelik, zeka, akıl ve duygular onların takibinde olacaklardır. Eğer zeka tarafından bize verilen güçleri önemine göre sıralayabilirsek biz bir şey feda etsek de en sonunda zafere ulaşırız.
Satrancın kurallarını öğrenmek için nasıl defalarca oynuyorsak, bu şekilde değişik olaylar sırasında en doğru kararları vermeyi öğrenebilmek için birçok hayat ve değişimden geçerek karakterimizi mükemmelleştirebilir, düşüncelerimizi berraklaştırabilir ve irademizi güçlendirebiliriz.
Satranç, ruhun maddenin karşısındaki zaferin oyunu; içimizdeki iyi güçlerin dışımızdaki tuzaklara karşı kazandığı zafer; alın yazısının darbelerine karşı yaşamın zaferidir.
(lütfen, kaynak belirtmeden alıntı yapmayın, teşekkürler)

20 Temmuz 2008 Pazar

Hiç sordunuz mu kendinize?

Araba ile yolculuk etmektesiniz, araba hızlanır hatta ters şeritte ilerlediğinizi görüyorsunuz. Yaklaşmakta olan araçlara dehşet ile bakarken şöför birden size döner
ve haykırır: "Ölmeden önce ne yapmak isterdin?"

Acaba siz bu soruyu nasıl cevaplardınız? Gerçekten ne istediğinizi biliyor musunuz? Veya bir şeyleri kotarırken kendi isteklerinizi mi unuttunuz? Sizin için önemli
olan kişileri de mi unuttunuz... onlara vakit ayırmayı yine başka bir güne mi ertelediniz?

10 Temmuz 2008 Perşembe

Beslenmede Tartışılır 20 İddia

Beslenmede tartışılır 20 iddia

* "Makarna şişmanlatır", "yumurta kolesterolün yükselmesine sebep olur"-böyle bir listeye eklenecek o kadar çok şey var ki... Peki bu iddialar gerçekten doğru mu?

Makarna şişmanlatır.

Hiç de değil! Bir porsiyon makarna(henüz pişmemiş 60 gr) sadece 220 kcal(kilokalori) var, fakat bir porsiyon kızarmış patateste -360 kcal! Gerçek şu ki aslında
kilo aldıran makarnanın kendisi değil, onunla birlikte kullandığımız soslardır. Bu yüzden makarnadan vazgeçmek yerine yanında sebzeler ile servis edin(haşlanmış veya çiğ) ve bir tatlı kaşığı zeytin yağı ile tatlandırın.

Bitkisel margarin tereyağı kadar şişmanlatmaz.
Yanlış! 100gr tereyağında 750 kcal var, 100gr margarinde- 745. Yani, aralarında neredeyse fark yok. Ancak tereyağında kalbin çalışmasına yardımcı olan yağ asitleri mevcut.

Galeta(peksimet) kilomuzu korumamıza yardımcı olur.

Hayır! 100gr galeta/peksimette 318 kalori var, 100gr çavdar ekmeğinde ise-sadece 210.

Formumuzu korumak için hafif yemekler yemeliyiz.
Bütün olarak bu doğrudur. Ancak hafif yemeklerimizi düşüncesizce yağlar ve şeker ile tatlanırabiliyoruz. Bu yüzden canınız hafif bir şeyler yemek istediği zaman önce bir düşünün, besleyici yiyecekleri tüketmek daha iyi olabilir mi diye.

Yağdan fakir yiyecekleri tüketmek tokluk hissini çok kısa süre için muhafaza eder.

Doğru değil! Tokluk hissi yağların değil, karbonhidratların varlığına bağlı ; bu sebeple ekmek, patates ve makarna ile doyuyoruz.

Çiğ tüketilenler pişmiş olanlardan daha faydalı.
Her zaman değil! Mesela; fasulyede ve patlıcanda bulunan toksinler insan sağlığına zararlıdır bu yüzden pişirilip tüketilmeliler.

Tuz tansiyonun yükselmesine sebep olur.
Bilim adamları son dönemde bundan pek de emin değiller. Hatta fazlası var; klinik araştırmalar sonucu tuzun yiyeceklerde kullanılmaması kalp hastalıklarını tetikler çünkü tuzun yokluğu kötü kolesterol seviyesinin yükselmesine sebep olmaktadır.

Beyaz çikolatadadaha çok süt var.
Hata! Çikolatanın rengini içeriğindeki süt belirlemiyor. Sadece beyaz çikolatada kakao yoktur.

Gece yatmadan önce yemek yenilmesi şişmanlatır.
Herkesce bilinen bir yanlış! Burada belirleyici olan gün boyunca tüketilen yiyeceklerin toplamı, içeriğindeki yağlar ve kalorileri ve gerçekleştirdiğiniz fiziksel aktiviteleriniz.

Acılı yiyecekler mideye zararlıdır.
Gerçek ise tam tersi! Acı kırmızı biber, karabiber, köri, turp, hardal-hasta edici bakterileri yok ederler, kara ciğerimizin ve safra kesemizin daha iyi çalışmasına
yardım ederler.

Ispanakta çok demir var.
Tam değil. Birçok beslenme tablosunda 100gr ıspanağın 35mg demir ihtiva ettiği belirtilir. Ancak sözkonusu olan 100gr kuru(kurutulmuş) ıspanak, 100gr taze ıspanakta ise sadece 3,5mg mevcut.

Yumurta kollesterolü yükseltir.
Hayır! Yumurtada gerçekten çok kolesterol var(bir yumurtada 200mg) ancak bu kollesterol doğrudan kana karışmıyor.

Tavuk eti daha yağsız.
Tartışılır, çünkü derisi ile kızarmış tavuk etinde yağ oranı kırmızı ettekinden daha yüksek. Oysa derisi çıkarılmış beyaz piliç eti sadece 1% yağ ihtiva eder.

Izgarada pişirmek daha sağlıklı.
Hiç de değil! Etlerden korun üstüne damlayan yağlar kanserojen maddelerin oluşmasına sebep olur ve onlar duman ile birlikte ızgarada bulunan yiyeceğe ulaşır. Bu yüzden ızgarada et pişirirken onu alüminyum folyoya sarmanız iyi olur.

Elmaların kabuğu soyulmalı.
Soyulmamalı! Hemen kabuğun altında bulunan vitaminlerin vücudumuza çok büyük yararı var.

Kahverengi kabuklu yumurta beyaz renkli olanlardan daha iyi.
Hiç de değil! Kabuğun rengini belirleyen tavuğun cinsi, yumurtanın tadı ve kalitesini belirleyen ise tavukların ne ile beslendikleri.

Müsli çok besleyici iyi bir kahvaltı.

Seçilene göre. Hazır karışımlarda da yağlara ve şekere sıkça rastlanabilir. Bu sebeple buğday, yulaf, ceviz, kuru üzüm ve kuru meyve hem tat hem de
enerji muhteviyatı olarak iyi bir karışımdır.

Taze sebzeler dondurulmuş sebzelerden ile kıyaslanamayacak kadar faydalıdırlar.

Tartışılır. Tabi ki sebzeleri doğrudan bahçeden alıyorsak bu iddia doğrudur. Ancak satın alınıp ve sonrasında buzdolabında birkaç gün bekletiliyorsa, bazı sebzeler(mesela ıspanak) kalitesini yitirir. Yararlı maddeler dondurulmuş halde daha iyi saklanabilir.