Bu Blogda Ara

31 Aralık 2012 Pazartesi

Mutlu Yıllar!..



Mutlu, umutlu, neşeli, sevinçli, sağlıklı, gülümseten, gülümseyen bir yıl dileklerimle...

29 Aralık 2012 Cumartesi

Tam Buğday Unlu Pizza




Yarım ölçü tam buğday unu
yarım ölçü beyaz un
1 paket çabuk maya
1 çay kaşığı şeker
1 tatlı kaşığı tuz
1 bardak ılık süt
2 bardak yoğurt(oda ısısında)
1 tatlı kaşığı karbonat
1 yemek kaşığı sıvı yağ
Domates püresi,
sucuk,
doğranmış yeşil biber,
doğranmış siyah zeytin,
parmesan

*Un, şeker, tuz ve maya karıştırılır.

*Isıtılmış süt, yağ ve karbonat eklenmiş yoğurt ilavesiyle kulak memesi yumuşaklığında hamur yoğurulur.

*Büyükçe  poşete alınan hamur buzdolabının alt rafında bekletilir. İki saat sonra kullanıma hazır olur.

*Pizzalar istendiği ölçüde hazırlanır; ister tatlı tabağı, ister servis tabağı ölçüsü baz alınarak veya büyük  boy.

*Açılan hamurun üstüne önce domates püresi sürülür, ardından sucuk, biber, zeytin veya istenen malzemeler serpiştirilir. En üstte rendelenmiş parmesan eklenerek 200 derecede pişmeye bırakılır.




Not: Pizza hamuru 1 hafta süreyle buzdolabında saklanabilir.

İnsan Halleri

Okul çıkışı; fizik dersinde sürpriz sınavın nahoş etkisi hala üstümde, günlerden berbat olanı. Üstelik yağmur ayakkabı tabanlarını delip geçmiş sanki, sırılsıklamım ve üşüyorum, midemde huzursuz bir  gurultu. Eve giden bir sonraki otobüsün gelişine yarım saat var, cebimdeki bozukluklar  aklıma düştüğü an "amaan" diye hatırlıyorum aldığım dergiyi ve oflaya puflaya yola koyuluyorum. 
Ev şimdi sıcacıktır, annem  hazırlamıştır  giyecek ve pofuduklarımı.  Emaye ıhlamur çaydanlığı  ocakta fokurduyordur , "belki kek ya da börek yapmıştır" dişincesiyle birden hızlanıyor adımlarım. 
Sonra, evden uzakta olduğumu, yurt odasının soğuk yalnızlığına döndüğümü kabulleniyorum.  İçime işleyen kış yağmurunda eriyor gözyaşlarım,  farklı, gerçeküstü terk edilmişliği sürüklüyorum ardımda.  Böyle büyümenin canına okumak için kaçış planları kuruyorum, senaryolar bir an için canlanıyor aklımda...

Tatil hiç gelmeyecekmiş gibi, okuldan ayrılmak ise   çelişkiye düşüren durum. Bir yanın sevinçten hoplayıp zıplarken, diğer yanın ise korkudan bayılacak.  Aslında hep istediğin bu değil miydi? Bir an evvel büyüyüp kendi evine, kendi hayatına geçmek.  Kimsenin sana karışmadığı, emirler vermediği, sorumluluk yüklemediği, her istediğini yapacağın, keyfine göre yaşayacağın bir hayat.  İster erken kalkarsın, ister geç; dişlerini ister fırçalarsın, istersen onu da geçersin.  Öyle sebze yemekleriymiş, hatta yemek pişirmene de gerek yok, atıştırırsın bir şeyler, restorana, cafeye gider sandviç yersin, belki bir kadeh şarap bile içersin. O çok beğendiğin ayakkabıyı alabilirsin artık, hatta vitrinde gördüğün elbiseyi bile. Bu dünyanın canına okursun sen be!..

Okul bitti ya, büyüksün, kimseyi tanımazsın artık ya da ufaktan kör olursun, ışıldayan egon var, ne de olsa. Senden önce hiç kimse bir şeyleri başarmamış sanki, bu hayat senden önce hiç yaşanmamış sanki, alemin akıllısı sensin ya, ne de olsa... ahh.  Küçülüp görünmez olur çocukluğun, kibrinden tepeler,  dağlar yükselir sen ile onun arasında.  Beğenmezsin; ne canından can vereni, ne de kendi miladından önceki seni.

İş görüşmesi; kalbin deli gibi atıyor, öğrendiğin her şey pırr diye uçup gitti sanki.  Formu dordurmak ne kadar zormuş meğer, parmakların senin değilmiş gibi, ellerin tir tir titremekte.  "Hele bir onaylansın bu başvuru, kurdu olurum bu işin" diye bilenirsin içinde.  Olmazsa da bir müddet
küçük görürsün bu yeri, senin gibi bir değeri bilemediler diye...

Evin var, kiralık ama olsun, hiç olmazsa sana yakışan, seçkin bir semtte.  Ne o, kenar mahallede oturmak  yakışır mı insana, herkes ne der, ne düşünür hakkında?..  Henüz iş bulamasan da ordan burdan, o beğenmediğin ailenden bile üç-beş ile idare etmektesin, uzun sürmez, nasılsa Tek'sin...  Yine acıkırsın, simit  peynir yersin,  devleşen hırsın ile aç bile yatarsın, olsun, bunun günleri sayılıdır.  İnşallah, öyledir...
Olmuyor; kira bu ay da gecikti ve ev sahibi her sabah çıkışını gözlüyor.  Bu hafta mutlaka iş bulmalı,
mutlaka!..  Belki de bir kaç gün arkadaşında kalsan iyidir.

Bu böyle uzar...
Aylar, yıllar, insanlar, hayatlar, hayat. İnsanı öyle hallere sokar ki yaşamak, anlatılsa da bir, anlatılmasa da. Değişen bir şey olmaz; herkes için farklı olur diye düşünülse de hayat, illa ki herkesçe yaşanılacaklar da  var...

eylül




26 Aralık 2012 Çarşamba

Mutluluk

Kolay hayat, kedersiz, fırtınasız günler vaad edilmedi insana.
Her günü yaşamak için güç, gözyaşları dindirecek teselli,
yolunu aydınlatan ışık sözü verildi.
Bu yolda taşınamayacak kadar ağırdır hayal kırıklıkları, beklentiler... 
İstediğin gerçekleşmedi diye üzülmek yerine
u-mutlu ol,  bir başka vakitte daha güzeli bekler seni... 

Bir şey olduğunda sana, iyi ya da kötü,
düşündün mü hiç, anlamı nedir diye?.. 
Başına gelenlerin özel bir amacı var oysa:
daha çok gülümsemeyi  veya  için için ağlamamayı
sana öğretmek... 

Aşk...
Hayatta bir kez gelir başına, enderdir
o muhteşem hisse aynı his ile cevap veren insana rastlamak. 
Geldiğinde sımsıkı sarıl ona,
gururun yüzünden kaybetmektense onu, 
inan ki makbuldür gurursuz olmak...

Kalbinde nefrete yer verme, affetmektir senin özgürlüğün. 
Kimseyi seni sevmesi için zorlama,
sevilecek  İnsan olabilirsin, onlara kalır sonrası...
Sade olsun yaşamın, sahip olduklarının  değerini bil,
Verdiklerin çok, beklentilerin az olsun...

eylül

24 Aralık 2012 Pazartesi

Yarısı eski, yarısı yeni bir gece

Yıl sonuna bir hafta kaldı ve  takvimlerde aylar, günler yeniden sıralanıyor.  İkiye bölünmüş bir gece Yılbaşı ; yarısı biten diğer yarısı yeni  zaman dilimine  ait.  Bu yüzden sıradan bir gece olarak kalmamayı hak eder; sofralar kurulur, umutlar tazelenir, yeni yılda sağlık, mutluluk dilenir.  Şarj etmek gibi kendini,  yeni başlangıçlarla eskiyi tazelemek gibi.  Ya da iyi vakit geçirmek, kendini ödüllendirmek, eğlenmek için bir bahane.  Ben bu tek olan "yarım" geceyi ne   bir inanışla ne de inançsızlıkla bağdaştırabildim,  başkalarının nasıl kabul edip, etmediği de beni ilgilendirmez. Yine de  özel bir zaman, aynı hayatta özel bir basamak, abartıya da gerek yok, kayıtsız kalmaya da. 

Okul yıllarında eğlenmek için bahane çok; bir doğum günü, harçlığın gelmesi, bursun yatması,  sınavların bitmesi, sıfırcı hocanın başka okula  gitmesi,  yeni  bir filmin gösterime girmesi, haftanın son günü olması, öylesine... 
Sorumluluk sahibi olunca insan, yine bahaneler su serper içine: bayram tatilleri, hafta sonları, dost toplantıları,  yılbaşı...
Çocukken böyle günler beklenmedik bir hediye gibi ve panayır tadında olur.  Büyüklerin yüzü güldüğünde, mutfakta telaşlı koşturmaca başladığında  kendini  tutmadan abur cubur yiyebileceğini anlarsın.  Kızacak, seni uyaracak, çeki düzen verecek kimseler olmadan hoplayıp zıplayacağını anlarsın.  Yanaklarından makas alan, öpücükler konduran aile büyüklerinin armağanlarını  merak edersin.  Küçük kardeşinin yeni oyuncağını kırsan da ceza  almayacağını  bilirsin.  Ve büyüdükçe, büyüdükçe "keşke her gün böyle geçse..." diye içinden geçirirsin. Çocuk olmak sihirli bir dünyaya bakmak gibi; gördüklerine büyükleri inandıramazsın,  o dünyanın penceresi sadece sana açılır.   Hep şenlik olsun istersin;  hep gülümseyen, gülümseten günler olsun istersin, Hayat'a rağmen...

Çocukluk acıtır bazen. Talihsiz yaşanmışlıklar kazınır aklına ve inatla, izin verdiğin sürece,  güzel anları yok ederler. Büyüdükçe kalp kırıklığını yine aynı  kalbin sevgisiyle iyi edersin ve olgunlaşırsın, hakkını verirsin yüreğinin.   Asıl marifet bunu yapabilmek. 
Büyüdükçe anlamaya başlarsın: hayat hiç de eğlenceli değil aslında, şenlik eğer sen istersen başlayabilir.  Anlarsın, lakin asla itiraf etmezsin ki büyümek de  hiç eğlenceli değilmiş, oysa bunun için çok ama çok acelen vardı.   Ve aslında eğlenmek için uydurduğun her bahanede o sihirli dünyanın penceresinden  tekrar bakabilme arzusu var. Kimbilir, belki  "eski bayramlar", "eski  günler"  hep  bu  yüzden dudaklarda... 

Çocukluğun seni terk etmediği   tek haldir Aşk.  Büyümeden kapılırsın ona, belki öyle bir şenlikte bulaşır ruhuna, bir melodiyle, bir kelebeğin kanat  çırpışıyla, bir yağmur damlasıyla veya sadece gökkuşağın  renkleriyle... Zaman sonra, bir an için bile  mucizelere inanmaktan vaz geçersen,  Hayat'ın   içine  daldığın an onun esiri olursun, eğer kalbin hala sıcacık kaldıysa her uykuya düştüğünde sihirli dünyanın penceresinden sana seslenen  Aşk'ı     görürsün.  Aldığın her nefes ona gitmek için attığın adım olur ve içindeki çocuk seni iyileştirir.  Bir gün onun aslında Sen olduğunu  fark edersin...

Her yeni yıl  bir yılın daha eskidiğinin kanıtı. Her yeni yılın gelişi heyecanla beklenen Bayramların yaklaşması.  Takvimin her sayfası mevsimlerin değişmesi.  Günlerden her biri  iyi olmak için yeniden başlamak için  yeni bir fırsat.  Yüreğinle yüzleşmek için bir fırsat. Hayat'ın tuzaklarını fark etmek için, aklını her nevi zincirlerden özgür kılmak için,  gerçekten hür olmak için her nefes bir fırsattır insana.   Her yeni yıl  zamandan bir hediyedir insana.

eylül

23 Aralık 2012 Pazar

Nişastalı Kurabiye

Çok merak edilen bir kitabın son sayfasına göz atmak;
Bir filmin son karesini görmek için ileriye sarmak;
hayal kurmak gibi... sondan başa dönmek:


Gereken Malzeme:

700 gr buğday nişastası
3 yumurta
1 su bardağı toz şeker
1 su bardağı sıvı yağ
1 tatlı kaşığı karbonat
ve
ahududu / çilek reçeli

Nişastaya şeker, yumurta, yağ ve karbonat karıştırılır ve sert ve pürüzsüz hamur elde edilir.
 
 
Oklava veya merdane ile hamurun ucundan bastırarak 1 cm kalınlığında açılır ve küçük kadeh yardımı ile kesilir.


Fırın tepsisine, ister yağlanmış olsun, ister pişirme kağıdı ile, yerleştirilen kurabiyeler 160-170 derecede kızartmadan pişirilirler(kurutulurlar).
Hazır olan kurabiyeler reçel ile birbirine yapıştırılır.


Afiyet olsun...


20 Aralık 2012 Perşembe

Her yerde kar var


Bu sabah bembeyaz bir sürpriz ile uyandık: şarkıdaki  gibi. Gülümsetti, lakin çocuklukta olduğu gibi coşkulu değildi,  üstelik  yol, iş-güç, elektrik kesintisi düştü hemen aklımıza.  Bekleniyordu, zamanıydı, illa ki yağacaktı eninde sonunda, bunlara rağmen hazırlıksızdık. Bir tuhaf oldu içimiz; teslimiyetçi, kırılgan bir sevincin sessiz köşesinde durakladı zihnimiz.  Her yeerde kaar var...

18 Aralık 2012 Salı

Ispanaklı Hazır Yufka Böreği


5 adet günlük yufka
İç:
1 kuru soğan, 2-3 demet ıspanak, kavurmak için 1-2 kaşık zeytinyağı
rendelenmiş sert beyaz peynir
tuz ve karabiber

Yufkalara ve üstüne sürmek için:
6-7 yemek kaşığı yoğurt
6-7 yemek kaşığı zeytinyağı
1 yumurta
tuz

Temizlenip, yıkanmış ıspanak önce kaynar suya atılır ve hemen soğuk suya alınır, bir müddet beklettikten sonra suyu sıkılıp ince doğranır.
Kıyılmış kuru soğan zeytinyağında öldürülür, ıspanak eklenir, kavrulmaya bırakılır. Tuz ve karabiber ile tatlandırılan sebzeye ılındıktan sonra rendelenmiş beyaz peynir karıştırılır.(peynir ilavesiz de kullanılabilir)
Yoğurt, yumurta ve zeytinyağı az tuz eklenerek iyice çırpılır. Bir yufka tezgah üstünde açılır, yarısına sostan sürülerek diğer yarısı üstüne kapatılır. Geniş ucuna ıspanaklı içten koyup rulo yapılır ve fırın tepsisine istenen şekil verilerek yerleştirilir. Kalan yufkalar aynı şekilde hazırlanır, yoğurtlu sostan üzerilerine sürülür, börek susam, çörekotu veya haşhaş tohumu ile çeşitlendirilebilir.
200 derecede, üstü kızarana kadar fırınlanır.


Not: Patatesli, kıymalı veya peynirli iç kullanılabilir.

Gnocchi


İtalyan mutfağına ait bu yemeğin dilimizde karşılığını düşünürken mantı, salma ve hingeli çağrıştırdığını fark ettim, gnocchi benzer bir tat. Bir de gnocchinin yanında domates sosu ya da bol peynir olmadan bazılarımız için tatsız gelebileceği de bir gerçek, yine de bence denemeye değer.

Sos: doğranmış domates, sarımsak, kekik, karabiber, pul biber, tuz, şeker ve zeytinyağı ile hazırlanır.

Gnocchi:

2 irice veya 4 küçük patates haşlanır ve preslenir. Patates püresine 3/4 su bardağı un, 1 yumurta ve tuz karıştırılıp ele yapışmayan kıvamda hamur elde edilir.
Hamur eşit parçalara kesilir ve her parça iki avuç arasında yuvarlanarak tekrar lokmalara kesilir. Yemek çatalı yardımı ile (çatal tezgah üstünde eğimli tutulur, hamur lokması üstüne bastırılarak) şekil verilir.
Tüm bezeler bittiğinde sıra hamurları pişirmeye gelir. Hingel, mantı veya salma pişirir gibi önce tuz katılmış su kaynatılır. Patatesli hamurlardan içine atıp, yaklaşık 3-4 dk(hamurlar önce dibe düşer, hazır olduklarında yüzeye çıkarlar) sonra delikli kepçe ile tencereden çıkarılırlar.


Domates sosu üzerilerinde gezdirilir servis edilirler. Hemen tüketilmeyen Gnocchi ise rendelenmiş peynir serpiştirilerek fırında ısıtılabilir.

15 Aralık 2012 Cumartesi

Çikolatalı Mozaik Pasta


Bu tarifin tamamen uydurma ve sade olduğunu belirtmeliyim ve en önemlisi aklıma yatmış olması. Aslında farklı malzemeler ile geliştirilmeye elverişli, üstelik yapılışı çok kolay.
Kek, börek, hamur işlerinde, pastalarda, kurabiyelerde, sofra kremalarında kullanılan büyük miktarda margarin ve tereyağı bana oldukça korkutucu hatta itici gelir. Yine de küçük kaçamaklar olmadan damak tadı şenlenmezsmiley

Malzemeye gelince:
1 paket krema
240 gr bitter çikolata
2 küçük paket bisküvi
Üstüne: kakao veya pudra şekeri

Krema ısıtılır. Ocaktan alınır ve çikolata parçaları içine atılır, karıştırarak erimeleri sağlanır.
Diğer yandan bisküviler tamamı toz haline gelmeden ezilir. Erimiş çikolata ve kremalı karışıma eklenen bisküviler kaşık yardımı ile karıştırılır ve alüminyum folyo üzerine dökülüp şekil verilir. Soğukta bekletilen pastanın üstüne kakao veya pudra şekeri serpiştirilebilir.


 
 
Not:
Biliyorsunuz, çikolata miktarı çoğaldıkça bisküvi batonu daha da sertleşir bu sebeple krema ve çikolata miktarını dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz.

Aklıma sonradan gelen fikirler ise:

portakal kabuğu rendesi eklenebileceği;
benmari usulü eritilmiş beyaz/siyah çikolata ile kaplanabileceği;
ceviz içi, meyve parçacıkları eklenebileceği... vs.

Sevecek kadar cesur

Karmaşık, hayat ve insan karmaşık, mümkün değil çözmek, lakin illa ki denersin. Bir ucundan tutup asıldığında sökülecek sanırsın, oysa sorular daha da düğümlenir zihninde. Her haline teselli edebiyatı  kuşanır insan,  bitmez haklılık, üstünlük hırsı bitmez.   Sebepler, sonuçlar, hikayeler ve hayatlar öyle küçük,  önemsiz kalır bu bulmacada, eninde sonunda pes edersin. Yine de yaşarsın, bakıp görmeden, duyup dinlemeden, ot misali...

Henüz ilkokul 2. sınıftaydım, annem : "bir kuzenin oldu" diyerek anlam veremediğim  bir sevinçle sarılmıştı bana.  Sonra kendimi tuhaf kokan bir odada buldum,  henüz gözlerini açamayan, yeni doğan bir bebek ile.  Olan bitenden hiç bir şey anlamadan  yumuk gözlerine bakakaldım, küçücük bir kedi yavrusuna benzetmiştim onu,  velhasıl o güne kadar görüp bildiğim tek yeni doğan Sarman'ın yavrularıydı.  Eski, çocukça bir anı, büyüdükçe anlam kazanan...
Birilerine tutunup büyür insan; ilk önce yürümeyi öğrenir, sonra konuşmayı.
Hangimiz yapmadı?.. 

İnsan  merak eder; okur,  sorar, öğrenir, kopyalar, benimser, etkilenir ve sonra tümünü yaşar, kendini bilmeden.  Oysa yürek gözü açılmadan tamamlanamaz,  hissetmeden, ruhu acı çekmeden, bedel ödemeden Ol'maz. Olsa olsa  filmlerdeki gibi yaşar, kiplardaki gibi konuşur, yüreğini unuta unuta nimetlere, övgülere alışır, asılır, yumuludur gözleri, bebek kuzenim misali... 

eylül

12 Aralık 2012 Çarşamba

Yastıkaltı Yatırıma Enteresan İletişim

Teknoloji aldı başını yürüdü. Neredeyse tüm alışkanlıklar değişirken yastıkaltı yatırım da tarih olma noktasında. Yastıkaltı yatırım konusunda yıllardır çalışan işin kahramanları yastıklar da sonunda halka seslenmeye karar verdiler.



Onların bakış açısından yastıkaltı birikimin zorluklarını, zahmetlerini dinledikçe stres yönetimindeki yeteneklerini takdir edecek, birikim güvencesiyle ilgili kaygılarına siz de hak vereceksiniz. Yastıkların bile `Yeter artık` dediği yastıkaltı yatırıma güvenli ve kazançlı bir alternatif olarak, neyse ki Garanti hep hizmetinizde.

Yastık altındaki altını ekonomiye kazandırmak amacıyla fiziki altınları mevduat olarak alan Garanti, 98 şubesiyle “Altın Salısı” hizmeti veriyor. Takı ve altınların değeri, altın eksperleri tarafından hesaplanıp Altın Hesabı’na yatırılıyor. Böylece altın birikimleri çalınma korkusu olmadan garantiye alınıyor.

NET Hesap ise farklı birikim hedefi olan müşterilere vade sonunda elde edilecek net kazancı ilk günden bildiriyor. Birbirinden farklı 4 hesap sayesinde müşteriler hem biriktirme alışkanlığı kazanıyor hem de vade sonundaki getirisini hesap açılışında garantiliyor.

Garanti'nin birikim ihtiyaçlarınız için en uygun çözüm önerileriyle ilgili daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz, yorumlar #yastıkaltıyatırım hashtag'inde.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

Dinliyor musun?

"Bana kulak ver ki,
 sana ses verebileyim."

Halil Cibran


Olaylara benim gözümden bakabilir misin, yoksa  sözümü kesip fikrini söylemek için acele mi ediyorsun? Söylediklerimi  anlamadan tartışıyor,  ben  konuşurken sen vereceğin cevabı mı düşünüyorsun? Hoşuna gitmedi diye konuyu değiştiriyor musun? Söylediklerime odaklanamıyor musun?  Eğer öyle  ise; farkında olmadan bana dinlemeye değer biri olmadığımı,  senin için önemli olmadığımı, düşünce ve duygularımı umursamadığını açık ettin, eyvah!..

Dikkat ile dinlemek, sadece kelimeleri, cümleleri değil, verilen mesajı duymak saygının işareti ve sevginin ifadesi...  

Dinlemek ve dinlemek var;

İnsan, hakikati, bilgiyi kişisel amaçları  için kullanmak üzere dinleyebilir.  Ya da ilgisinin temelinde başkalarının acıları ve başarısızlıklarından aldığı haz  ile  dinleyebilir.  Üçüncü kişiler hakkındaki iftiraları ve önyargılı söylevlerini küstah merakı ile  dinleyebilir, başkalarının özel hayatını hiçe sayıp gözetleyebilir,  veya can sıkıntısından, mecburiyet, nezaketen(?!) dinleyebilir.

Lakin, samimi endişe ve empatiyle de dinleyebilir.  Konuşma esnasındaki her duraklama  anında yardım etme isteğini ve desteğini belirterek, teşvik ederek, teselli ederek ve anlamaya çalışarak  da dinleyebilir.   Karşısındakini olduğu gibi görüp  kabul ederek, dışlamadan, yargılamadan dinleyebilir.

Dinlemek ilgi ve şefkattir; bir başkasının duygularını anlamak için bilinçli bir gayret, fikir ayrılığı sözkonusu olsa da ona sevildiğini ve kabul gördüğünü  hissettirmektir.  Boş, gösterişli nezaketten uzak, ilgilenmektir.

Kelimeleri duymak başka, dinlemek bambaşka.  İçeriği genel olarak kavramak, bakış açın ve ruh haline uygun bilgileri kabul etmek farklı,  kendi  fikirlerini bir  tarafta  bırakıp dinlemek farklı.  Dinlerken veya konuşma esnasında kendi içinde olanlara kulak verip öfkelendiğini mi, kışkırtıldığını mı  anlamaya çalışmak  başka, söylenenlerin  duygularınla kesişmesini  önlemek, onları kenarda bırakıp içerikteki mesajı doğru algılamak  bambaşka.

Dinlerken sadece kulaklarınla değil, aklın, yüreğin, bütününle  dinlemelisin.  Empati, ilgi ve onu tanıma arzusuyla dinlemelisin.  Dinlemek, onu kendinden  saymak, kendinden vermeye hazır olmak, tinsel paylaşımı olası kılmak ve  her iki tarafın maneviyatının zenginleşmesidir.

Nitekim;
İlişkiler, iletişmek gayret ve azim gerektirir. Akıntıya karşı yüzmeye benzer; kendini bırakmak istesen sürüklenirsin. Bazen sonsuza kadar... 

"Yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan,
 Yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan,
 Ne görebiliyorsun,
 Ne duyabiliyorsun."


Halil Cibran

10 Aralık 2012 Pazartesi

Kış akşamları, Haiku, Sevgili Viktoria, bir bardak çikolata ve kremalı sıcak espresso

Onu son görüşümüz birkaç yıl önceydi, aylardan aralık ve o günden sonra kesişen yolumuz, buluşan  günümüz olmadı.  Annemin en yakın iki arkadaşından bir tanesiydi,  benim ise hastalandığımda gelip beni muayene eden, içmek istemediğim öksürük şurupları reçeteleri yazan Viki Teyze'm.
Sonra, yıllar sonra,  biz: iki aşık, onun konuğu olduk, işte o gün onu gerçekten tanıdım.  Bu soğuk kış akşamı, bir fincan sıcak kahve ve Viki'nin haiku  dizeleriyle sımsıcak  oldu.
        
            A cup of coffee.
            A friendly hand.
           Warmth in the dusk.


 
Çikolata ve Kremalı Sıcak Espresso
 
Hazırlama süresi. 30 dk

Gerekli malzemeler:
 
1/2 su bardağı krema
                 1/2 su bardağı çikolata parçaları
      2 1/2 yemek kaşığı şeker
         1 su bardağı sıcak espresso 
1 tatlı kaşığı kakao
               4 ısıya dayanıklı cam bardak
 
Hazırlama yöntemi:
 
Kremayı porselen veya cam kase  içine boşaltıp 15 dk soğuk yerde bekletin.
Küçük tencere içerisinde 3/4 su bardağı suyu kaynamaya bırakın.  Ocağı kısıp çikolatayı, 1 yemek kaşığı şekeri  ekleyin  ve  sos  koyulaşana kadar 3-5
dk karıştırın. Ateşten alın ve soğumaması için üstünü sıkıca kapatın.
Bardakları ısıtmak için kaynar su ile doldurun.
Soğuk kremaya 1 yemek kaşığı şeker  karıştırıp mikser yardımıyla koyulaşana kadar çırpın.  Kalan 1/2 kaşık şekeri sıcak espressoda eritin.
Bardakların içindeki  sıcak suyu boşaltın ve iyice süzün. Sıcak çikolatayı  eşit miktarlarda bölüştürün.  Çikolatanın üstüne (kaşığa eğim vererek, azar azar
ve yavaşça)  sıcak espressodan ekleyin. Kremadan  birer kaşık ile bardağı tamamlayıp üstüne kakao serpiştirin(isteğe göre) ve hemen servis edin.

7 Aralık 2012 Cuma

Kaşar Peynirli Çörek




Malzeme:
tam buğday ve beyaz un karışımı (yumuşak kıvamlı hamur elde edilecek miktarda)
1 paket çabuk maya(10gr)
2 yumurta
1 tatlı kaşığı şeker
1,5 tatlı kaşığı tuz
250 gr yoğurt (oda sıcaklığında)
250 ml ılık su

İçine sürmek için: 60-70 gr tereyağı
Rendelenmiş kaşar peyniri
Üstüne: 1 yumurta sarısı

Kuru malzemeler birbirine karıştırılır, ılık su ile inceltilen yoğurda çırpılmış yumurtalar eklenir.  Yumuşak, ele hafif yapışan hamur yoğurulur.
Kabarması için bırakıldığı kapta, hamurun altına ve üstüne hafifçe un serpiştirilir, sıcak yerde 40 dk bekletilir. 
İki katı olan hamur un ilavesiyle  önce yoğurulup sonra 6 adet eşit büyüklükte bezeye ayırılır. Bezeler oklava ile açılır, aralarına eritilmiş tereyağı sürüp, rendelenmiş kaşar peyniri serpiştirilir ve  üçerli olarak üst üste yerleştirilir.  Bu şekilde hazırlanan üç katmanlı 2 adet yufka, sigara böreği misali, her
birinden sekiz üçgen çıkacak şekilde kesilir. Üçgenler geniş uçtan başlayarak sıkı olmayan şekilde sarılır, fırın tepsisine yerleştirilir.  Çırpılmış yumurta  sarısı sürülerek, susam, çöreotu veya haşhaş tohumu ile çeşitlendirilebilir.  Hazırlanan çörekler 30 dk daha kabarmaya bırakılır. 190 derecede ısıtılmış  fırında yaklaşık 20-25 dk pişirilirler.








3 Aralık 2012 Pazartesi

Çeşit çeşit Patates Salatası


İnsanın damak tadı nasıl olursa olsun patatessiz bir menü yok bence.  Çorbası, yemeği, kızartması, böreği, tartı, köftesi, püresi, salatası, hatta keki; hepsi  patatesten:  lezzetli, "uyumlu" sebze. Yine de damak tadı ve tercihler önemli ve yine de her şekilde denemeye değer. 

Toskana usulü Patates Salatası
Birkaç biber,  1-2 kabak ve patlıcan közlenip küçük doğranır. 5-6 patates haşlanır, iri doğranır ve diğer sebzelerle karıştırılır. Salata sosu ile tatlandırılır. 2-3 kaşık kıyılmış taze fesleğenle servis edilir.

Meksika usulü 
Patatesler haşlanır ve birkaç ince kesilmiş yeşil biber, 1-2 bardak mısır  ve ince kıyılmış kırmızı soğan ile karıştırılır. Mayonez ve yoğurtlu sos ile  tatlandırılır. Maydanoz ile servis edilir.

Çiftlik salata- taze patatesli
Yarım kilo ıspanak yıkanır ve el ile parçalanır.  2-3 orta boy sert domates doğranır.  5-6  patates haşlanır, irice kesilir. Ispanak ve domateslerle karıştırılır.  Salata sosu limon suyu ile hazırlanır.  Dereotu veya yeşil soğan ilavesiyle servis edilir.

 Akdeniz usulü
5-6 domates çeyreklere dilimlenir.  1 bardak çekirdekleri çıkarılmış zeytinler ikiye kesilir. 5-6 haşlanmış patates irice doğranır, domates ve zeytinlerle  karıştırılır. Limon sulu salata sosuyla tatlandırılır. Taze kekik veya fesleğen ile servis edilir.

Floransa usulü
1/4 lahana ince kıyılır(veya karnabahar), haşlanmış patatesler doğranıp eklenir. Balzamik sirkeli salata sosu, birkaç kaşık kıyılmış taze fesleğen ve 1 avuç  kavrulmuş çam fıstığı ile tatlandırılır.

Jamaika usulü
Malzemesi:
4 su bardağı haşlanmış, doğranmış patates, 2 haşlanmış yumurta, 2  yeşil soğan, 2 yemek kaşığı margarin, 1 diş sarımsak, 1 bardak krema, tuz,  karabiber,  yarım bardak haşlanmış mısır, bir avuç haşlanmış bezelye.
Yapılışı:
Patatesler küp küp doğranır, yeşil soğan ve sarımsak ince kesilir ve hepsi salata kasesinde karıştırılır üzerilerine eritilen margarin gezdirilir. Bezelye, mısır   ve  baharatlar  ve  en son  krema ve yumurtalar eklenir.  Soğuk servis edilir.

Ve 3 Seçenekli Salata sosu:

1 yemek kaşığı ince kıyılmış maydanoz
1 küçük  ince kıyılmış kuru soğan
4 yemek kaşığı sızma zeytinyağı
2 yemek kaşığı balsamik sirke(1) veya sirke(2) ya da limon suyu(3)
tuz, karabiber

Zeytinyağı, sirke veya limon suyu, tuz ve karabiber  çırpma teli ile iyice dövülüdükten sonra maydanoz ve kuru soğana eklenir, soğuk olarak kullanıma
hazır.

Bir de hayal gücünü kullananlar için; mükemmel bir malzemedir patates, misal, haşlanmış doğranmış patatese: turşu salatalık, taze salatalık,  mayonez  veya süzme yoğurt, doğranmış atom veya marul; haşlanmış kırmızı pancar, ince kesilmiş jambon vs.  eklenebilir.

30 Kasım 2012 Cuma

Kayıp

Maneviyat yoksunluğu en  korkunç kabusum; duygularından uzaklaşan, onları hapseden,  kayıp ruhlu  insanlardan korkarım. 
İnanırım; bir uyanmak hep var: insanın içinde bir yerde bekleyen. Bazen zor, haykırışlarla ve bitmeyecekmiş gibi  görünen ızdırapla, yine de kaçınılmaz.
Eksik bir şeylerin gıcık eden  farkındalığından kaçar insan,  nefesini tutup hayata atladığı an  kaybolur, kendinden gider.

eylül

25 Kasım 2012 Pazar

Hayal et ve Yap...

Her gün yeni bir başlangıç ve İnsan bu gerçeği görebildiğinde, onu mümkün kılabilecek güce sahip.  Bunaltan sıradanlığa rağmen, koşullara, zamana ve diğer insanlara rağmen hayata yeniden başlayabilir.  Eğer isterse, unutulan, ertelenen küçük mutluluklarla ruhunu özgür bırakabilir.  Eğer isterse, olanlara, olmayanlara, zamana, koşullara, insanlara olan bakış açısını değiştirebilir.  O tüm bunları yapabilecek güçte, ben inanıyorum.

Bazen, edebiyatın(kelimelerin) peşine takılır insan; başkaların hayalleri(anlattıkları) ile  mutlu olmak için hazır,  uyanana kadar... Uyandığında ise içini  acıtan boşlukla yüzleşmek zorunda kalır.  Ve o zaman her şeyin aleyhine işlediğine karar verir, karanlık boşluğunda önce kendini  sonra tüm dünyasını   bitirir.  Aklına son gelen-gelmeyen ise kendini değiştirmek, dünyaya bir başka pencereden bakmak olur.  Nasihetlerden hoşlanmaz, lakin müptelasıymış gibi onları gizlice almayı bırakmaz, çünkü denenmiş ve onlarla başarmış görünür birileri.  Şefkati, sevgiyi, mutlu etmeyi, güldürmeyi, yaşamayı, yaşatmayı  ve değişmeyi erteler. 

Diğer yandan, ehil kişilerden  yardım bekler, çareler arar, akıl ister insan.  Kendini kaybettiği labirentten çıkış yolunu bulmaya çalışırken derdini döker, çıkmazlarını son bir umutla açık  eder.  Sihirli formülü  duymak için bekler ve hiç kimse aslında herkesçe bilinen tek gerçeği yüksek ses ile dile getirmez:   yaşamak para ile, bedava olan  İnsan  olmak...  Bu yüzden, yaşamak kirli, duygusuz ve maddiyatçı, lakin payesi  her ne kadar edebiyatta kalsa da daima  kazanan İnsan olur. Bu yüzden,  yeni başlangıçlar yaşamak için değil, İnsan olarak var olmak için gerekli... 

Basit kelimelerle anlatılmış, yaşanmış, kulaktan kulağa geçen hikayeleri dinlemeyi; Antik Çağ, Uzak Doğu, Batı  kültürü masalları  okumayı seçer insan,  çünkü  aklının sınırlarını zorlayacak ne gücü ne de  zamanı kalmadığına karar verdi.   Teknolojiyi sadece kullanmayı değil, esiri olmayı tercih etti. Bu da bir  cehalet devrinin başlangıcı: bir başka zengilik ve bir başka fakirlik yaşatılmakta şimdi.  İnsanlığından yoksun(l) kalmaktan başka cehennem var mıdır?.. 

Parasızken sokakta yaşarsın, aç susuz, paçavralara bürünmüş; yüreğin kırılmaz bir zırhla kaplanır, nefret ve inançsızlıkla savaşa düşersin. Yine de bir  sonun olur, bir köprü altında, bir kanalizasyon çukurunda,  ve senin yeni başlangıcın benim bakış açımdır sadece.  Benim bakış açım senin başlangıcınsa  duyacağım muazzam ve inanılmaz hafifliğin adı mutluluk olur.  Bu kadar basit,  kibir ve siyasete yenilmezsen...  Şeytani güçlerin peşine düşmeden,  vicdanını susturmadan, yüreğini çırılçıplak edip, sadece içindeki sonsuz  Aşk ile başarabilirsin.  Bir Son'un değil, bir Başlangıcın farkında olarak. 

Her ne kadar elin kolun bağlı da olsa, yine de yapabileceğin bir şey olmalı. Hayal et ve yap.  Belki önce kendin için, değişerek... 

eylül

20 Kasım 2012 Salı

Mayalı Börek, Turtalar ve Pushing Daisies

Ev yapımı ekmek her zaman ilk tercihim olur. Bizim evde öyle fazla ekmek yendiği yok, fakat illa ki bulunur.  Karmaşık, birçok aşama gerektiren yerine  pratik ve basit tariflerle ekmek macerasına atılıyorum ve  bu iş gittikçe daha da hoşuma gitmeye başladı.   Hadi hayırlısı.
Bir de turta konusu var. Bir kaç yıl önce evde zevkle seyrettiğimiz Pushing Daisies dizisinden bana bulaşmış, geçen zamana rağmen aklımdan silinip  gitmeyen bir merak.  Elbette ki turta yapıyorum, meyveli kekler de favorim, lakin birkaç denenmiş tarif -sonuçlar ne kadar başarılı da olsa- yeterli gelmedi.  Belki çok müşkülpesent  görünürüm, olabilir, memnuniyetim şundan  ki  sorunum sadece kendimle(sorun? ).  Nasıl desem; yapmak istediğim her ne ise  onu becerim dahilinde en iyi şekilde kotarmak isterim. Bir güzellik daha var: yarıştığım birileri yok, kanıtlamam gereken bir şeyler de yok,  sözüm  kendime. 
Bahsettiğim dizinin turta yapımı ile alakası başrol oyuncusunun işi olması; aslında Pushing Daisies'in  farklı, esrarengiz, fantastik, romantizm, aksiyon ve  tabi ki Aşk  ile bezenmiş konusu var. Ne yazık ki kısa sürmüştü...
Buna benzer, ya da "mutfaktan geçen" sinema filmleri ve dizilerin insanın üstünde garip bir şekilde etkileri olduğu düşüncesindeyim.  Misal: "İkinci  Bahar"-Şener Şen ve Türkan Şoray ile. Bir kebapçı dükkanından geçen  hayatların dramatik, romantik, neşeli, hüzünlü  hikayesi.   Sonra; "Baharat, tarçın ve buse", "Yabancı damat", "Çikolata-Chocolat" Johnny Depp-Juliette Binoche, "Ratatouille -Aşçı Fare" ile ve aklıma  gelmeyenler...
Bu arada konu yavaş yavaş dağılmaya başladı sanırım, oysa ben ekmekten, mayalı hamurdan vb bahsedecektim güya.  Bugün denediğim  tarif, uygulaması kolay, çok fazla vakit almayan, iç malzemesi seçenekli mayalı bir  hamur işi:

Mayalı Börek

Malzemeler: 2,5-3 su bardağı un, 1 çabuk maya, 1 su bardağı ılık su, 1 tatlı kaşığı şeker, 1 tatlı kaşığı tuz, 2 yemek kaşığı zeytinyağı,
Üstüne: 1 yumurta, 3 yemek kaşığı yoğurt, 1 yemek kaşığı zeytinyağı, tuz
içine sürmek için: 1 çay bardağı zeytinyağı
İç: arzuya göre: peynirli-patatesli-kıymalı-sebzeli(ıspanak, pırasa vs)

Kulak memesi yumuşaklığında mayalı hamur yoğurulur ve kabarması için 30-40 dakika bekletilir.  Bu arada tercih edilen bir  iç hazırlanır. Hamurdan elma  büyüklüğünde beze  koparılır ve un yardımı ile ince açılır. Açılan yufkanın üzerine fırça ile zeytinyağı sürüp içten serpiştirilir.
Yufkanın ortası parmak ile delinip dışarıya doğru  yuvarlayarak rulo yapılır. Rulo herhangi bir yerden kesilir fırın tepsisine yerleştirilir(ister ortadan başlayıp  etrafına sarılır, ister dikdörtgen tepsinin bir  ucundan başlayıp yan yana dizilir). Kalan hamur aynı şekilde hazırlanıp börek tamamlanır. 30 dakika tepside  kabarması beklenir ve süre sonunda  yumurta-yoğurt-yağ karışımı üstüne sürülüp 220 dereceye ısıtılmış fırına verilir. 10 dakika sonunda fırının derecesi
180 yapılır ve 10-15 dakika daha  pişirilir. Süre sonunda fırın kapatılır ancak börek 30 dakika daha içinde bırakılır.
Not: içine sürülen yağ miktarı  kullanılan iç malzemeye göre değişir; misal:  kıyma yağlı ise sadece kavrulduğu yağ yeterli olur.



Afiyet Olsun ve İyi Seyirler...

eylül



18 Kasım 2012 Pazar

Yolculuk kanımızda var

Yol yorgunu doğar insan, sonra tekrar bir başka yola çıkar. 
Vadiler, tepeler arasında kıvrılan bir yolda kimimiz hızlı, kimimiz ağır adımlar atar.

Bazılarımız için  bir dönemeç sonrası yol biter, bazılarımız için ufuklara kadar  uzar,  gider... 
Adına yazılanların zaten yazılmış olduğu, söylenenlerin söylenmiş olduğu,  ruhu değişmemiş bir hayata uyanıyoruz, her gün.

eylül


13 Kasım 2012 Salı

İki Kişilik Yemek

Evde eski bir tarif kitabı var, o kadar eski ki cilt kapakları neredeyse bir ağacın kabuğu kadar kuru, sayfaları ise sarı ve kırılgan.  Yeniden  ciltlemeyi  denedim, parmaklarımın arasında kağıt parçacıkları uçuşunca da vazgeçtim. Velhasıl, yıllardır ne zaman içimden aşçılık yapmak gelse ilk onunla  buluşurum.
Annem çalışan  ve aynı anda mutfakta sihir yapabilen bir kadındı.  Şimdi düşünüyorum da, doğru zaman ve  doğru yer koşullarında ünlü bir şef aşçı  olabilirmiş. Kader işte, mış-miş'ler  boş,  annem çalışkan, pratik düşünen,  becerikli biri olduğundan her işte başarılı oldu.  Canım annem...
Lise son sınıftaydım sanırım,  hamurumda hamarat ev hanımından  eser olmadığını kabullendi ve bu konuda beni hiç zorlamadı.  Mutfak ile tanışıklığım   yavaş yavaş, sindire sindire oldu.  Önce yemek yapmanın o kadar da gerekli olmadığını düşündüm, şarküteriler vardı nasılsa, sonra mutfakta geçirdiğim  zamandan  keyif aldığımı fark ettim. 
 
Yemek konulu bloglar o kadar çoğaldı ki  hangi adresi sık kullananlara eklemeliyim diye şaşırıyorum bazen.  Bir konuda iddialı olmak bence sorumluluk  almak, bazen de  aymazlık olur.  İnsan kendini ne kadar geliştirirse geliştirsin illa ki onunla boy ölçüşecek bir  başkası bulunur.  Asıl kendisiyle rekabet  etmeli, hem varabileceği yeri belirlerken kendine şahitlik  eder. Ben mi?  İddialı değilim, kendimden memnunum sadece. 

Fırında iki kişilik köfte

Köfte:
350 gr kıyma, 1 yumurta, 1 büyük kuru soğan, 1 dilim ekmek içi, kekik, füme kırmızı biber, kimyon, tuz, 1-2 diş sarımsak, yarım fincan ılık su
kabı yağlamak için az zeytinyağı

Üstüne:
1 yumurta, 1 küçük kase yoğurt, tuz
az kaşar peyniri rendesi

Hazırlanan köftelik karışım küçük bir fırın kabına bastırarak yerleştirilir, 220 dereceye ısıtılmış fırına verilir.   Yumurta ve yoğurt iyice karıştırılır, tuz eklenir. Hazırlanan sos  kızarmış olan  köftenin üstüne dökülür ve sos pembeleşmeye başladığında kaşar peyniri  serpiştirilir tekrar birkaç dakika(kızarana kadar) fırınlanır.

 
 

11 Kasım 2012 Pazar

Sanalika

İnternet: hayatı kolaylaştıran teknoloji, elbette kullanım sebepleri göz ardı edilmeyecek kadar önemli. Herneyse; sıkıcı banka işlemlerini şubeye gitmeden, sıra beklemeden, bir-iki tıklamayla halletmek, cilt cilt ansiklopedi karıştırmadan sorulara cevaplar bulmak, alışveriş etmek, vergi, ehliyet, pasaport, sosyal güvenlik ile ilgili işlemde bulunmak gibi kolaylıkların herkes farkında. Blog yazmak ve okumak, sosyal ağlara üye olmak, takip etmek, internet üzerinden iş kurup para kazanmak günümüzde oldukça yaygın.
Diğer yandan, türkçemizin canına okunduğu, çeşit çeşit akımların yaratıldığı, teşhirciliğe varacak düzeyde özel hayatın deşifre edildiği, sanal dolandırıcılığın, siyasi ve dini oluşumların eylem tetikleyicisi, etki altında almak gayesiyle fikir despotluğu yapıldığı yer yine internet. Kısaca; ne için kullanılırsa öyledir...
Albert Einstein nükleer teknolojinin önünü açarken bir ırkın bir diğerini yok edecek silahları hiç düşünmedi. Belki de düşünmeliydi. Belki de tüm bilim adamları ilk önce insan psikolojisi ve davranışları konusunda eğitim almalılar. Çünkü insanın içinde hırs, fesatlık, var olmak için yok etme güdüsü ve bir çok tohum filiz verebilir.
İnsan seçtiği rolün kisvesini hayata taşır. Seçim hakkına sahip, evet, olağanüstü dengenin terazisi kurulmuştur bütününde ve hangi kefenin ağır geldiğini kendisi de farkında, lakin inkar daha kolay...
Aslında özel hayat der demez durup sınırları belirlemeli insan, hem kendisi hem geri kalan herkes için. Aksi halde hiçbir şeyin özelliği kalmaz. Devamında ne saygı, ne onur, ne kişilik kalır; başkalarına göre davranılır, yaşanır, karar verilir. Elbette insan egosu dillere destan, ne oluyorsa ondan dolayı olmuyor mu?..
Aile fotoğrafları duvarları yükseliyor internette, öyle masumane değil, her etkinliğin, hatta atılan her adımın fotoramanı asılı sanal dünyada. Haykırıyorlar sanki, insanın kendine özgüven eksikliğini, başkaları tarafından onaylanma isteğini?!.. Bir kıyas hengamesi ve hep "en" olmayı, hep "çok" olmayı haykırışları yankılanır boşlukta... Peki ya... bana ne?.. Şeytanın sefahati için  gözünü yummalı mı insan?..
Mesele internet değil, onunla ne yaptığımızdır.

Kimbilir, belki yüreğimizi unutmak üzereyiz?..

eylül

9 Kasım 2012 Cuma

Affet ATAM


Ölüm geldiğinde hayat gider, çaresizlik kalır yanında, son nefesini verdiğin an'a kadar. 
Ölüm geldiğinde, ona henüz hazır olmadığın düşer aklına, bitmeyenlerin peşinde kanatlanır düşünceler. 
Gözlerinde bir başka ışığın pırıltısı, yakarışların ruhunu çınlatırken seni kimse duymaz.
Sonra, tarifsiz, kahr eden  acıyı hissedersin; kıymetlinden uzakta olacak, onu koklayıp, dokunamayacak  olmandan. Ve anlarsın ki, Zaman durduğunda artık bu günahkar dünyada yoksun sen... Başka bir gerçeği yok  bu hayatın.

Böyle bir yolculuğa çıkanları bir de  uğurlayanları var; gözyaşı ve sessizlikle.  Anılar bir bir canlanır, sonra  ağır bir sis perdesi girer araya, garip bir huzursuzluk, buruk bir acı müstesna anların müdavimi olur.  Yaşananlar bir rüya, hayat bir tiyatro  sahnesi,  oyun sürmekte...

Ölüme yolculuğumuz varken, yaşadıklarımız sanrıdan başka ne olabilir ki?..  


Bu akşam Mustafa Kemal ATATÜRK hakkında yazmak istedim; henüz küçük bir çocuk iken hakkında  okuduğum ilk kitabın bendeki etkisinden bahsetmek ve tüm zihnim ve kalbimle  onu  yad etmek istedim.
Büyük bir isyan yumruk olmuş boğazımda, yutkunamıyorum, ağlayamıyorum, hançer gibi saplanmakta  sorular benliğime.  Şanlı tarihimize, şehitlerimize, kan denizinden doğan özgürlüğümüze, kötü yola  düşürülen demokrasimize, ağlayamıyorum...   yazık bize...

eylül

6 Kasım 2012 Salı

Tohumlarımızın Nesli Tehlike Altında!

Binlerce yıllık tarım geleneğini barındıran Anadolu topraklarında yetişen yerli tohumlar yaşamın sürekliliğini temsil ediyor.

Atadan kalma tohumlarımız;

* Lezzetli ve sağlıklı gıdaların temini için birer genetik hazinedir
* Binlerce yıldır değişen koşullara uyum sağlayarak günümüze ulaşmayı başarmış numunelerdir
* Tarımsal biyoçeşitliliğin önemli bir parçası ve yaşamın sürdürülebilirliğinin olmazsa olmazıdır
* Dışarıya bağımlı kalmaksızın ülkemizin gıda güvenliğinin teminatıdır

Ancak bugün Anadolu’ya özgü yerel tohum çeşitliliğimiz yok oluyor. Tek seferlik, ticari tohumların egemenliği nedeniyle gıdamızın ve geleceğimizin güvencesi yerli tohumların nesli tehlike altında! Yeryüzünde zengin çeşitlilikteki yaşamı sürdürebilmek, atalık tohumlarımızı gelecek kuşaklara aktarmamıza bağlı.



TOHUM TAKAS AĞI, yüzyılların bilgisini taşıyan yerli tohumlarımızın korunup yaygınlaşmasını amaçlıyor.

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin, Adım Adım Oluşumu desteğiyle yürüttüğü TOHUM TAKAS AĞI KAMPANYASI’na destek olarak,

* Anadolu’nun dört bir yanındaki ekolojik çiftliklerde yerli tohumların çoğaltılarak paylaşılmasını sağlayacak;
* Bu toprakların yüzlerce yıllık bereketinin, lezzetinin, besin zenginliğinin ve kültürünün gelecek kuşaklara aktarılabilmesi için sağlam patikalar oluşturacaksınız.

Verdiğiniz desteğin her kuruşu binlerce yeni tohuma dönüşecek...

Kredi kartı ile bağış yapmak istiyorsanız: https://www.bugday.org/portal/BagisAdimAdim.php

EFT/havale yoluyla bağış yapmak istiyorsanız:
Alıcı Adı: Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği
Garanti Bankası Karaköy Şubesi - Şube No: 400
Hesap No: 6295240
IBAN No: TR67 0006 2000 4000 0006 2952 40

www.bugday.org - www.yasasintohumlar.org
facebook.com/BugdayDernegi
twitter.com/BugdayDernegi
Twitter paylaşımlarınız için hashtag: #YasasinTohumlar




Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

5 Kasım 2012 Pazartesi

Avatar'ın Fısıldadıkları

 
Fizyolojik ve psikolojik  benzerliklere rağmen  birbirimizden çok farklıyız, sosyal ağlara kayıtlı milyonlarca üyenin kullandığı avatarlar bu gerçeğin kanıtı gibi.  Ruh hali( aşk acısı, hüzün, yalnızlık...)  avatar seçimine  yansıdığında kişinin profil resmi çok şey anlatabilir. Benzer ruh halinde olanların benzer avatarları da olur  haliyle.   Aslında kullanıcılar bilgisayarın ardında gizlenmiş olsalar da,  avatarları onları ele verir. 
Avatar, dünyaya verilmiş bir mesaj: "ben buyum", "bana böye davranın" ve " beklentilerim bunlar", "istediğim işte bu!" diyerek  eksiklerimizi yansıtan bir şekil resmi.

Peki, sizin avatarınız ne fısıldıyor?..

Çocuk, bebek, yavru kedi, köpek v.b resmi

Dünyaya mesajı: Ben küçüğüm
Açığı: Çocuklar ne ister? Sevgi, ilgi, şefkat.
Beklentisi: çocuklukta eksik kalan sevgi, alaka.
Görünen: Ailede aşırı veya eksik ilgi sözkonusu. İlk durumda kişi bu peri masalının bitmesini istemez, diğerinde de eksikliklerden dolayı büyüyemez; sonuçta her iki
durumda olgunlaşmamış, çocuksu kişilik sözkonusu. Bu kişi  yetişkin ve başarılı olabilir lakin  zaman zaman içindeki sevgi, ilgi ve şefkat bekleyen  çocuk  onu ele
verir. Bu yüzden
Görevi: Büyümek...

Kendi çocuğunun resmi

Dünyaya mesajı: "Benim çocuğum-Ben demek."
Açığı: kendini ve amaçlarını kaybetmiş bir insan; çocuğuyla özdeşleşen, hayatı onunla doldurmayı denemek.
Beklentisi: "Benim yapamadıklarımı çocuğum yapsın, böylece herkes bana saygı duyacak..."
Görünen: Kişinin gerçekleştiremediklerine çocuğu üzerinden ulaşmak istemesi.  Dışarıdan ilgili görünen ebeveynler aslında kendi amaçları doğrultusunda hareket  ederler.
Görevi: Kendi hayatını yaşasın...

Sevgili ile birlikte fotoğrafı

Dünyaya verdiği mesaj: "Benim bir ilişkim var".
Açığı: Özgüven eksikliği,
Beklentisi:  Biri için değerli olmak
Görünen:  Özüne saygı eksikliğini ilişkisiyle kapatmaya çalışan kişi.
Görev: Kendini değerli hissetmek

Resmi fotoğraf
 (Ünlüyle birlikte, sosyal başarısının ön planda olduğu, pahalı araba, şık giyim)

Dünyaya mesajı:  "Ben başarılıyım!"
Açığı: başarılarından emin olmamak
Beklentisi: takdir edilmek ve sevilmek
Görünen: Çocuklukta koşulsuz sevgiden yoksun kalan kişi. Yetişkin olarak içine kapanık, sosyal olmayı beceren lakin yalnız kalmayı tercih eden, maddi değerlere  önem veren. Maneviyat ile maddiyatı eşit gören bir kişilik: marka giyindiğinde iyi aksi halde kötü hisseder kendini. Zamanla başarı ve maddiyat  onu mutlu edemez  olur.
Görev: Maneviayatına yoğunlaşıp  iç huzura ulaşmak.

Komik fotoğraf

Dünyaya mesajı: "Gülelim, hiçbir şey o kadar da ciddiye alınmamamlı"
Açığı: kaçış
Beklentisi: alaycılığının desteklenmesi, duygusallığın gereksiz olduğu kabul edilmesi
Görünen:  Ailenin komiği(6 yaş civarında şakacı rolü oluşur) mevcut gerginli dağıtan kişi; duygusal acılardan bir nevi kaçış. Bazen sorunlar bu şekilde çözülebilir,  bazen ise sorunlardan kaçıştır.
Görev: Sorunlarıyla yüzleşmeli.

Manzara veya doğa fotoğrafı

Dünyaya verdiği mesaj: "Tatil zamanı!"
Açığı: İç huzur eksikliği,  büyük bir yorgunluk
Beklenti: Dinlenme ihtiyaçları başkaları tarafından da onaylanmalı
Görünen: İç huzurları kalmamış ve doğaya sezgisel bir ihtiyaç sözkonusu. Kronikleşmiş stres(aile huzursuzluğu, iş veya basitçe yorgunluktan dolayı) oluşmuş.
Görev: Acilen tek başına tatil yapması.

Fotoğrafsız

Dünyaya mesajı: "Bana bakma!"
Açığı: Belli sebepler yok ise(iş, ün): güvende olmamak
Beklentisi: Sınırlarına saygı.  Özen ve güvenlik.
Görünen: Gizemli, şüpheci kişilik. Durumu kontrol altında tutmak ister. Çocuklukta başlayan insanlara karşı bir güvensizlik. Anne ve babanın vaatlerini yerine  getirmemeleri sonucu olabilir.
Görev: Dünyanın, insanların o kadar kötü olmadığını anlayıp kabul etmesi.


Kaynak  
http://irsol.wordpress.com/



3 Kasım 2012 Cumartesi

Tadımlık


Sonbahar bana salkım salkım üzüm hatırlatır. Bağ bozumunda kesilen asma dalları kilerin kirişlerindeki çengellere asılır ve salkımlar taa ocağın başlarına kadar  dayanır. Üzüm tanelerindeki tatlı su çekile çekile lezzetli bir şerbete dönüşür, tadına doyum olmaz.  Elmalar  tek tek kağıda sarılıp kasalara dizilirler, ayvalar henüz  tam olgunlaşmamış. Kış kavunları serin kilerin bir başka köşesinde file torbalara konup asılırlar, yere değmemesi lazım. Topu topu üç-dört tane olur, tadımlık,
misafirlik.  Yine de en çok kurumaya yüz tutmuş üzüm tanelerinin tadı hoşuma gider. 
Uzun süredir yemek tariflerine yer veremedim, belki de o kadar da uzun değil, kayıtlara bakmam lazım sadece. Neyse, önemli değil, uzun kış günlerinde  enerji  ihtiyacı bir yandan, soğuk diğer yandan sıkıştırınca  telafi ederim nasılsa. 
Bayram gelip geçti, evde yine baklava(tarifi blogda mevcut) telaşı oldu, geleneksel:


Uzun süredir  ilgimi çeken kolay bir tarifi denedim, yine "Büyüksün Patates!" dedirten:-)
 
İstanbul Köftesi
Köfte:
6-7 tuzlu suda haşlanmış orta boy patates, 1 yumurta sarısı ve 2 bütün yumurta
İçi:
300 gr kıyma, tuz, karabiber, kızartmak için az sıvı yağ
Pane:
1 çırpılmış yumurta, az un
Yapılışı:
Patatesler püre yapılır ve 2 tam yumurta ile 1 yumurta sarısı iyice yedirilir. Kıyma kavrulup tuz ve karabiber ile tatlandırılır. Patates karışımından topaklar alıp avuç içinde açılır ve her birinin ortasına kıymalı içten bırakıp kapatılır. Köfteler hafifçe bastırılıp önce una sonra yumurtaya bulanarak kızgın yağda kızartılır.
 

Birkaç gün sonra ise patatesli salata yaptım. Patates ile yapılan öyle çok  yemek çeşidi var ki, kitabı bile yazılır dersem abartmış olmam. Bu tarife benzer çok salata
var lakin onlardan birini örnek alıp yapmadım, daha çok malzemeye göre uyarladım.
 
Mısırlı Patates Salatası
 
5-6 haşlanmış orta boy patates
                                                            1 mısır konservesi
                                                  yarım atom salata yaprakları, 1 yeşil biber
                                              1-2 yemek kaşığı mayonez, 1 bardak süzme yoğurt
                                              3-4 yemek kaşığı sızma zeytinyağı, 1-2 diş sarımsak
                                                                          karabiber, tuz
                                                İstenirse: maydanoz ve ince doğranmış jambon

Yapılışı:
Patatesler küp küp doğranır ve küçük doğranmış diğer malzemeler ile birlikte karıştırılır. Mayonez, zeytinyağı, ezilmiş sarımsak ve süzme yoğurt baharatlandırılır ve salataya eklenir.


Afiyet Olsun...

2 Kasım 2012 Cuma

İstanbul'da Sonbahar

Pastel renkleri, soğuk yağmurları, uyuyakalan sabahları, erken akşamlarıyla geldi sonbahar.  Depresif, kararsız hava durumu ve  yaprak yaprak dökülen hüzünlü romantizme teslim oldu sokaklar.  Trençkotlar, şemsiyeler saçıldı ortalığa, bahçeler ise Van Gogh resimlerini andırır gibi.   Sessiz bir sonbaharın içine düştü İstanbul,  kah mahzun, kah neşeli.
Bavul hazırlamayı hatırlatır sonbahar, tuhaf bir yolculuk  arzusunu hissettirir.  Hayallere sarmaşık  olmuş düşlere dalarsın; isli vagonların makine yağ kokusu gelir burnuna, tiz  sesli düdüğün ıslıklı son çağrısı yankılanır kulağında, rıhtımda yürüdüğünü görürsün ve tuzlu su damlaları yağar  üstüne, faytoncunun kamçıyı atların terli bedenlerinde şaklatmasına için burkulur, bavulun ağırlaşır, ağırlaşır... uyanırsın.
Rüzgarın savurduğu tozlu bulutlar arasında yürüyen evsizlerin kabullenilmişliği insanın canını acıtacak keskinlikte.  Bulutlar yamalı, eskimiş bir örtüyü tamamlar gibi  gri gökyüzünde, kah üşümekte, kah astımlı öksürüğünde boğulmakta İstanbul, bu mevsimde...

eylül

28 Ekim 2012 Pazar

Atatürk'ün Cumhuriyeti



Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun...


Bugün 

Durmadan dalgalan şanlı bayrağım,
Yurdumun en büyük bayramı bugün.
Ufuklar gül açsın, gülsün toprağım,
Yurdumun en büyük bayramı bugün.

Ağaçlar bezensin, dallar süslensin.
Bahçeler donansın, güller süslensin.
Ata'nın açtığı yollar süslensin.
Yurdumun en büyük bayramı bugün.

Yurt için savaşmak bir şanlı düğün,
Yaşamak duygusu her şeyden üstün,
İstiklal sevdası ufkumuzda gün,
Yurdumun en büyük bayramı bugün.

Tarihe sığmayan şanlar Türk'ündür.
Ölümden korkmayan canlar Türk'ündür.
Bayrağa renk veren kanlar Türk'ündür,
Yurdumun en büyük bayramı bugün.

Ata'mız her zaman kalbimizde hız,
Ülkümüz uğrunda ölmek ahtımız,
Şölenler kurulsun, şenlensin kanımız
Yurdumun en büyük bayramı bugün.

Kanım toprağa katanımız var,
Bayrağın altında yatanımız var,
Destanlar kaynağı vatanımız var,
Yurdumun en büyük bayramı bugün.

Uluğ TURANLIOGLU

27 Ekim 2012 Cumartesi

Böyle Gelmiş, Böyle Geçer Dünya

İyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin diye diye şekle soktuk dar zamanımızı, kısacık geldi hoş anlar, kedere boğulduk, ağlaya, ağlata...



Hayat, midemi bulandırır bazen, o ise  biz insanların yaşantısından ibaret. Onu nasıl çağırırsak öyle gelir, nasıl bakarsak öyle görünür, bu yüzden işte bu kadar özeldir insan.  Belki buna itiraz ederiz önce, sonra durup durulunca içimizde, kabulleniriz bu acı gerçeği.  Masum doğmakla başlar hayat, sonra bir başka insanın yoksunluğu kazınır tertemiz  masumiyete.  Cehalet, yetersizlik, kötülük, acımasızlık doğuştan olamaz, insanın insana ettikleri sonucu, cahil bırakılmanın,  gafletin, kaybolmuşluğun sonucu.  Ve biz kıyameti bekliyoruz, oysa hep  içindeyiz, kurban ettiğimiz gelecek ile birlikte...
Hayat, türlü şekillerde görünür, farklı, şatafatıyla veya sadeliği ile; kapılır veya sıkılırız ondan, insanlığımızla...  Tuzak gibi  yaşantılarımız; gizemli, yavan, hüzünlü, hırslı, doludizgin, ağır-aksak, mutlu. Tutsaklarıyız: hayatın.

eylül


23 Ekim 2012 Salı

Hayat var




Birbirimizden çok farklıyız; sevinçlerimiz, korkularımız, beklentilerimiz, vazgeçme sebeplerimiz, ten rengimiz bile farklı.  Biz ise iki kelam edip, muhabbette anlaşınca,  "insanız sonuçta" diyerek, benzerliklerimizi tokuşturmaya bayılırız. Yaradan'ın ilk sınaması bu olmalı: farklılıklarımız; keşke bunun farkında olup yaşasak, değişen çok  şey olurdu, üstelik özene bezene yaratılmışız, ihtiyacımız olan herşey  içimizde...
Gözlerimi sımsıkı kapatıp denizinin dalgalı sallantısında olduğumu hayal ediyorum.  Sonsuzluğun kıyısına ulaşmak için  yüzlerce, binlerce sandalın kürekleri çekiliyor...
Gözlerimi yumuyorum, yaşlı bir ormanda olduğumu hayal ediyorum. Gölgelerin içindeki canavarlara rağmen ışığa varmak için sancılı adımlar atılıyor... 

Yüreğin sesini bir başka yürek duyabilir sadece, ne akıl ne fikir ile anlaşılabilir yürek dili.  Halini ne kadar anlatsa da, satır satır yağsa da Ruh'un insandaki sırrı  çözülmez, tutunduğun Aşk olmadıkça...

eylül

19 Ekim 2012 Cuma

Abraham Lincoln: Vampir Avcısı/ Karanlıkla Savaşanlar

Yazar Seth Grahame-Smith'in aynı isimli romanından uyarlanan "Abraham Lincoln: Vampir Avcısı" filminin ilk dakikalarında tereddütlü acabalarımın fısıltısını duydum. Adından dolayı "sıradan bir aksiyon, korku, fantastik film olmamalı" diye düşündüm.  Günümüzde ifade özgürlüğünü edepsizliğe vardırmak sık rastlanılır oldu bu yüzdendi tereddütüm.   Sonra, kısa sürede tüm süphelerim dağıldı ve zaman hızla geçip  film bitti.   Jeneriği ekranda akarken "isterdim ki  Atatürk için yapılmış olsun..." dedim...   Kimbilir, belki çocukça bir tepki, lakin hala aynı fikirdeyim.
İyi seyirler...



Merak edenlere:

Abraham Lincoln hakkında

15 Ekim 2012 Pazartesi

Ahşap mandal

Herkesin bildiği, lakin yerine plastiklerini tercih ettiği ahşap mandal ile can sıkıntısını gidermek epey eğlenceli olabilir. Özellikle ilk okul çocuklarının el becerilerini geliştirmeleri açısından yararlı bir uğraşı.
İşte birkaç küçük örnek:



14 Ekim 2012 Pazar

Öğretmen

Öğretmenler gününe daha birkaç hafta varken aklıma düşenleri satırlara dökmek istedim.  Açıkçası, o günün yaklaşmış olması düşüncelere sebep olmadı, yaşam ve  duyguların kılavuzluğuna teslimim bugün. Uzun-kısa yolculuğumda(yaşam), duygularımla(kalbimin Aşk gözüyle) öğrendiklerime teslimiyetim...  
Öğretmek, iyiye  ve ne yazık  kötüye hizmetinden sabıkalı. Bilgisiz ve becerisiz, muhtaç ve çaresiz doğmaktır yaşam hikayemizin başı,  sonrası  herkesçe malüm.    Hayatın o  malüm kısmından önce başlar öğretmenlik lakin, belli bir  kisveye bürünmüş, bir mesleğin sınırlarında hapsolmuşluğundan, bu gerçeğin  farkına varılmaz.
İnsanın kişilik oluşumuna,  yaşam yolunu bulmasına, beceri ve eğilimlerini geliştirmesine etkisi olan insanlara öğretmen derim ben;  babamız, annemiz, büyükanne veya  büyükbabamız, büyük kardeşlerimiz, eşimiz, dostumuz, matematik, edebiyat veya resim öğretmenimiz, bir yazar, şair, filozof, komşumuz, yol arkadışımız. Bir  yabancının bir tek cümlesi, bir  çocuğun bakışı bile hayata yeniden başlamanın, her şeyi baştan öğrenmenin-öğretmenin sebebi olabilir.  Yaşama yeniden başlamak,  aydınlık veya karanlık tarafı seçmek, meleğin veya şeytanın  kanatlarında  uçmak öğretmek ve öğrenmekten geçer. Bu kadar önemli!..  
Minik bir el, hayat kadar yaşlı bir avcun sıcaklığına sığınıp sevgiyi hissettiğinde, güvende olmak nasıldır öğrenir.  Duyguları zihne  bağlayan köprüde anne sevgisiyle
yürümek, vicdan kapılarını sonsuza kadar açık bırakmak, insanlığı öğrenmek değil mi ki?.. 
Öğretmenim, şefkatini kattığın bilgilerle var olmayı anlamlı  kılmak senin elinde, farkındasın, değil mi?..

eylül

8 Ekim 2012 Pazartesi

Ah

Aslında kim olduğun önemli değil.  Hangi sınıfta doğduğun, hangi mertebeye yükseldiğin, elle tutulur nelere sahip olduğun, hiç önemli değil. Elbette hayatını idame  etmen için gereklidir tüm bunlar, ve kendince "farklı" olman için...  Faturalar, tatiller, şımarıklıklar ve hayata yatırım yapmak için gerekli.
Hayatında duygularını sürekli bastıran bir insanın sonunu düşünemem.  Anlık tatminleri için feda ettiklerinin farkına varamayanları düşünemem. Huzursuzluğunu   sevdiklerine bedel olarak ödetenleri düşünemem. 
İnsan görünmezlik sırrının peşinde, amaçları doğrultusunda... Oysa zaten görünmezdir; duygularla bağlı oldukları dışında herkes için. Basitçe; kim kimin umurunda ki? Yan evde olanlar kimin umurunda. Bir sokak ötede? Bir diğer şehirde?..  Toplum mu? Siyaset ve ticaret için gereklidir, şüphesiz. 
Yok, o kadar da katı değildir görüşlerim, lakin olmazsa olmazların farkındayım: eğitim. Belki kitapsız, okulsuz olabilir, lakin yüreksiz, onursuz, vicdanız olmaz... Bir sınırı olmalı aymazlığın, vicdansızlığın, zorbalığın.
Gücüme gidiyor; insanın aptal yerine konması. Dürüst olmayı  enayilik, sınıf atlamanın bir amaç ve  nimet, ekonomik yetersizliğin basiretsizlik  olarak görülmesi  gücüme gidiyor. Bir insan bir başka insana bunu nasıl yapabilir, nasıl  böyle düşünebilir?..  Toplum statüsü kaygısı vefayı nasıl unutturabilir?..  İnsan kaz gelecek yerin   cazibesinde kendini nasıl kaybedebilir?..  Bu hayat sizin yahu, bu nefesler sayılı!..  Sen kimsen, bir bak bakalım  kaç canı sevindirdin; beklentisiz, çocuk gibi
güldürdün?..  En pahalı yemeği yedirmekle uğraşmasan da karnını doyursan birinin, olmaz mı?..  Sonunu unutmadan sevinç ve mutluluk dağıtsan olmaz mı?..  Tamam;  her neyin varsa senin olsun, dokunma o zaman saf kalplere, bulandırma tertemiz zihinleri, olmaz  mı?..
Hepsi bir dolu laftır belki, kimbilir. İşte bu da umurumda değil, iyi mi?..  Gıcıklığım savaş gibi yaşanan hayatlara, beş para etmez hırslara,  harcanan zamana. 

eylül


6 Ekim 2012 Cumartesi

Silah gibidir düşünceler


Bazen,  dağın zirvesinden gelen buz gibi akan bir derecik olasım gelir.  Taşların üstünden atlaya atlaya   kristal berraklığında dökülesim  gelir.  Bir hareket, bir heyecan, bir maceranın ortasına düşesim gelir. Oysa maceraların hepsinin içindeyim, en baştaki: Hayat.   Öyle bir hissettirir ki kendini...
Aşk'ım, "düşüncelere teslim olma sakın" der. Düşüncelerin sağı solu belli olmaz çünkü. Sorgular, yargılar,  sonuçlara vardırır düşünceler.  Haklı, bence, bir yere kadar. 
Silah gibidir düşünceler  ve asıl önemli olan ise silahın kimin elinde olduğudur.  Kimi; ateş eder, sağı solu  ayırt etmeden, sadece kendi güvenliğini-güya- sağladığını düşünerek.  Kimi; güçlü olmanın peşinde,  silahıyla dize getirme planları kurar, sinsice, hem de nasıl. Kimi;" lazım olur" havasında, yayıla yayıla  felaketini bekler...
Bir de onuruyla silahlananlar var, çok da güçlü değildir onların cümleleri, ve aslında silahsızdır...
düşünceleri. Yine de en korkulandır onlar. 
Düşüncelerden korkmadım desem, doğruyu söylemiş olurum. Düşüncelerin labirentinde kaybolmayanların  zaferine inanmışım bir kere... Bu da bir mesele ya.
Eski bir arkadaş-okuldan-demişti ki: "zor edebiyatın var".   Kime veya neye göre zor?.. Sormamıştım.
Herkesin başına gelmiştir: bir kitaba başlarsın ve bir türlü bitmiyor, bitemiyor sayfalar. Mümkün değil,  anlayamıyorsun konuyu, bağlayamıyorsun hikayeleri, karakterler bir türlü canlanamıyor zihninde.
Herneyse. Bir süre sonra; belki aylar, yıllar geçmiştir üstünden, pek bir anlaşılır gelir satırlar, oysa aynı  yazarın kitabıdır okuduğun... Anlayana...
Belki cilt cilt kitabımın basılmayışı şu zor edebiyatım yüzünden.  Karakterlerimin gerçek oluşundan, bir  gram hikaye veremediğimdendir, kimbilir.   Hikayedendir oysa hayat, lakin hiç de hikaye gibi değil: net, keskin ve sade.  İnsanın aklı karışır, değil mi?..
Misal; dost deyip hayatının içine alırsın, elinde olmasa da var edip uzatırsın, zaman, yer demeden yanında  olursun ve sonunda onun sadece kara gün dostu olduğunu görürsün. Neyse, buna da şükredip, isyanını içinde bırakırsın: bir ses fısıldar: "sen kimsin ki"...  Bu da geçer ve "bir gün, nasılsa anlar" diye düşünürsün ve o  bir gün geldiğinde onun için hazır olacağını bilirsin. Al sana hikayeden  hayat!.. Edebiyat mı zor şimdi?..
Bana göre bir bulmaca gibidir Hayat, belki bir körebe oyunu.   Yavaş yavaş çözülür bilmeceler, anlayan  anlar sadece, anlamayan ise düşüne dursun...

eylül
  

5 Ekim 2012 Cuma

Shape of my Heart


Ağlayan bir çocuğu,  zamanı sırtlamış bir ihtiyarı, kaybolmuş bir kedi yavrusunu görüp kalbine keskin bir sancı saplanmadıysa, söylenecek bir söz kalır mı?..
Yağmurda sırılsıklam olmayı  özlemediysen, güneşin kızıla boyadığı ufkunda Aşk'ı görmediysen,  denizin kıyıya vuran dalgalarda kavuşmayı tatmadıysan; yüreğini  kapattığın kafeste çürüttüğünü sana kim söyler?..
Serçelerin cıvıltısıyla neşe dolmadıysan, kirlenen pencere pervazına söylendiysen, imkansızları, özlemleri, yürek yangınlarını, can acısını, hisleri, ah, sana kim anlatır?..   Kim uyandırabilir vicdanını, kim yırtabilir  kendini sakladığın kozayı?.. 
Ne kadar yazıp çizilse de, ne kadar gözyaşı dökülse de, yüzler, binler merhametinden eriyip ölse de, senin yoksun olduklarını senden başka sana hiç kimse  veremez...
Ruhundan bir tek ışık hüzmesi düşse, karanlığında yol olacak...  Şefkatli elini mazluma uzatsan, bir damla su ile ateşe hükmedersin, ah...  Bir bilsen...

eylül




"Kimimiz merhamet, şefkat ve anlayışı  öğrenebilmemiz  için çok,
çok  uzun yol katetmemiz gerekir. " Carlos Santana

4 Ekim 2012 Perşembe

Zaman akıp giderken

Ah, Türkiye'm...

Kainat içinde bir zaman diliminde, bu yaşlı  gezegende bir memleket, bir İstanbul.  Hayatlar, kaderler, yaşananlar ve yaşananların ortasında kalanlar var. Siyaset,  ticaret, yargılanan geçmiş, harcanan bugün, haczedilen yarınların ortasında kalanlar var.  Herşey boş, Aşk olmadıkça yürekte... Herşey boş, Aşk ile uyanmadıkça,  nefesine karışmadıkça, merhametinde güç bulmadıkça... 
Haykırışlar, isyanlar, şehit haberleri, hırs, kin, nefret, kudret söylevleri ve sağır eden bir sessizlik. Şehitlerin her damla kanı ile delik deşik olmuşken yüreklerin şafağını  umut etmekten vaz geçmemektir  esas olan.  Bir milletin en güçlü olduğu vakit bölünmediği  vakittir, hatırlamak, hatırlatmaktır esas olan... Velhasıl... her daim esas  olan yürek,  Aşk'dır... 

Aşşşk...

Ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Yüreğimden gelen bir gülümseme düşünceme eşlik etti, sıcacık, sevecen.  Ruhumun zavallı bedenime şefkatle sarılışını hissettim  ve yüreğimdeki, yanıbaşımdaki Aşk ile şükrettim, yine. Beni, sonsuza  kadar terk etmemesini dilediğim, bu anlatılmaz hisse teslim ettiğim için şükrettim.
Hiç gitmediğim yemyeşil vadilerde hür olmayı,  ıslanmadığım berrak çağlayanların coşkusunu  anladığım, duyduğum, hissettim için şanslıyım, başka ne isteyeyim ki...
Karamsar olmak için birçok  neden yaratmış kendine insan, mutlu olmak için ise o nedenleri yok edecek bir mucize beklemiş.   Unutmuş. İçinde hapsolan Ruh'u  unutmuş ya da uykuya yatırmış, yalan dolan, kandırılmış uykusuna.  Hayat, bir kayıp ruhlar ormanı diye yazmıştım sözlüğüme ve   aşık olmanın bedeli de bu ormanın ortasında kalmak. Kabuslardan korkmadan geçen Aşk'ın sessiz isyanların hüzün uçurumlarına düşmesi  beyhude bir sınama, bir anlık Ay tutulması vakti...
Bazen çok kolay dile gelir sözcükler: seni, hislerini anlatır ve bazen  kifayetsiz kalır cümleler.  Boğazına tek bir yutkunma takılıp kalır, bir türlü geçmez göğüsünün  ortasındaki sızı, kalp ağrısı sanırsın, oysa değil.   Ne şan şöhret, ne meta, ne doktordur bu derdin devası, ilacı:  içinin içinde.  Kat kat sarıp sarmaladığın, kilit kilit  üstünde hapsettiğin  kendi hakikatinde dermanın...
Henüz yazılmadı yüreğin alfabesi, öyle bir sır ki, bedbaht eden birçok kaderi...  Benim istediğim, Aşk'ı ilk dilediğim o an,  onu harf harf yazmak... Sonra, ilmek ilmek  söküp onu ruhuma sarmak  ve hep sadece Aşk olmak, sadece...  Tüm renklerine bulanmak istedim, kırmızıyı kanımdan çoğaltıp alev alev yanmak, Aşk ile. Hayat ile kör olmayı değil, Aşk ile bakmayı seçtim ben... 

eylül