Bu Blogda Ara
31 Aralık 2012 Pazartesi
Mutlu Yıllar!..
Mutlu, umutlu, neşeli, sevinçli, sağlıklı, gülümseten, gülümseyen bir yıl dileklerimle...
29 Aralık 2012 Cumartesi
Tam Buğday Unlu Pizza
Yarım ölçü tam buğday unu
yarım ölçü beyaz un
1 paket çabuk maya
1 çay kaşığı şeker
1 tatlı kaşığı tuz
1 bardak ılık süt
2 bardak yoğurt(oda ısısında)
1 tatlı kaşığı karbonat
1 yemek kaşığı sıvı yağ
Domates püresi,
sucuk,
doğranmış yeşil biber,
doğranmış siyah zeytin,
parmesan
*Un, şeker, tuz ve maya karıştırılır.
*Isıtılmış süt, yağ ve karbonat eklenmiş yoğurt ilavesiyle kulak memesi yumuşaklığında hamur yoğurulur.
*Büyükçe poşete alınan hamur buzdolabının alt rafında bekletilir. İki saat sonra kullanıma hazır olur.
*Pizzalar istendiği ölçüde hazırlanır; ister tatlı tabağı, ister servis tabağı ölçüsü baz alınarak veya büyük boy.
*Açılan hamurun üstüne önce domates püresi sürülür, ardından sucuk, biber, zeytin veya istenen malzemeler serpiştirilir. En üstte rendelenmiş parmesan eklenerek 200 derecede pişmeye bırakılır.
Not: Pizza hamuru 1 hafta süreyle buzdolabında saklanabilir.
İnsan Halleri
Okul çıkışı; fizik dersinde sürpriz sınavın nahoş etkisi hala üstümde, günlerden berbat olanı. Üstelik yağmur ayakkabı tabanlarını delip geçmiş sanki, sırılsıklamım ve üşüyorum, midemde huzursuz bir gurultu. Eve giden bir sonraki otobüsün gelişine yarım saat var, cebimdeki bozukluklar aklıma düştüğü an "amaan" diye hatırlıyorum aldığım dergiyi ve oflaya puflaya yola koyuluyorum.
Ev şimdi sıcacıktır, annem hazırlamıştır giyecek ve pofuduklarımı. Emaye ıhlamur çaydanlığı ocakta fokurduyordur , "belki kek ya da börek yapmıştır" dişincesiyle birden hızlanıyor adımlarım.
Sonra, evden uzakta olduğumu, yurt odasının soğuk yalnızlığına döndüğümü kabulleniyorum. İçime işleyen kış yağmurunda eriyor gözyaşlarım, farklı, gerçeküstü terk edilmişliği sürüklüyorum ardımda. Böyle büyümenin canına okumak için kaçış planları kuruyorum, senaryolar bir an için canlanıyor aklımda...
Tatil hiç gelmeyecekmiş gibi, okuldan ayrılmak ise çelişkiye düşüren durum. Bir yanın sevinçten hoplayıp zıplarken, diğer yanın ise korkudan bayılacak. Aslında hep istediğin bu değil miydi? Bir an evvel büyüyüp kendi evine, kendi hayatına geçmek. Kimsenin sana karışmadığı, emirler vermediği, sorumluluk yüklemediği, her istediğini yapacağın, keyfine göre yaşayacağın bir hayat. İster erken kalkarsın, ister geç; dişlerini ister fırçalarsın, istersen onu da geçersin. Öyle sebze yemekleriymiş, hatta yemek pişirmene de gerek yok, atıştırırsın bir şeyler, restorana, cafeye gider sandviç yersin, belki bir kadeh şarap bile içersin. O çok beğendiğin ayakkabıyı alabilirsin artık, hatta vitrinde gördüğün elbiseyi bile. Bu dünyanın canına okursun sen be!..
Okul bitti ya, büyüksün, kimseyi tanımazsın artık ya da ufaktan kör olursun, ışıldayan egon var, ne de olsa. Senden önce hiç kimse bir şeyleri başarmamış sanki, bu hayat senden önce hiç yaşanmamış sanki, alemin akıllısı sensin ya, ne de olsa... ahh. Küçülüp görünmez olur çocukluğun, kibrinden tepeler, dağlar yükselir sen ile onun arasında. Beğenmezsin; ne canından can vereni, ne de kendi miladından önceki seni.
İş görüşmesi; kalbin deli gibi atıyor, öğrendiğin her şey pırr diye uçup gitti sanki. Formu dordurmak ne kadar zormuş meğer, parmakların senin değilmiş gibi, ellerin tir tir titremekte. "Hele bir onaylansın bu başvuru, kurdu olurum bu işin" diye bilenirsin içinde. Olmazsa da bir müddet
küçük görürsün bu yeri, senin gibi bir değeri bilemediler diye...
Evin var, kiralık ama olsun, hiç olmazsa sana yakışan, seçkin bir semtte. Ne o, kenar mahallede oturmak yakışır mı insana, herkes ne der, ne düşünür hakkında?.. Henüz iş bulamasan da ordan burdan, o beğenmediğin ailenden bile üç-beş ile idare etmektesin, uzun sürmez, nasılsa Tek'sin... Yine acıkırsın, simit peynir yersin, devleşen hırsın ile aç bile yatarsın, olsun, bunun günleri sayılıdır. İnşallah, öyledir...
Olmuyor; kira bu ay da gecikti ve ev sahibi her sabah çıkışını gözlüyor. Bu hafta mutlaka iş bulmalı,
mutlaka!.. Belki de bir kaç gün arkadaşında kalsan iyidir.
Bu böyle uzar...
Aylar, yıllar, insanlar, hayatlar, hayat. İnsanı öyle hallere sokar ki yaşamak, anlatılsa da bir, anlatılmasa da. Değişen bir şey olmaz; herkes için farklı olur diye düşünülse de hayat, illa ki herkesçe yaşanılacaklar da var...
eylül
Ev şimdi sıcacıktır, annem hazırlamıştır giyecek ve pofuduklarımı. Emaye ıhlamur çaydanlığı ocakta fokurduyordur , "belki kek ya da börek yapmıştır" dişincesiyle birden hızlanıyor adımlarım.
Sonra, evden uzakta olduğumu, yurt odasının soğuk yalnızlığına döndüğümü kabulleniyorum. İçime işleyen kış yağmurunda eriyor gözyaşlarım, farklı, gerçeküstü terk edilmişliği sürüklüyorum ardımda. Böyle büyümenin canına okumak için kaçış planları kuruyorum, senaryolar bir an için canlanıyor aklımda...
Tatil hiç gelmeyecekmiş gibi, okuldan ayrılmak ise çelişkiye düşüren durum. Bir yanın sevinçten hoplayıp zıplarken, diğer yanın ise korkudan bayılacak. Aslında hep istediğin bu değil miydi? Bir an evvel büyüyüp kendi evine, kendi hayatına geçmek. Kimsenin sana karışmadığı, emirler vermediği, sorumluluk yüklemediği, her istediğini yapacağın, keyfine göre yaşayacağın bir hayat. İster erken kalkarsın, ister geç; dişlerini ister fırçalarsın, istersen onu da geçersin. Öyle sebze yemekleriymiş, hatta yemek pişirmene de gerek yok, atıştırırsın bir şeyler, restorana, cafeye gider sandviç yersin, belki bir kadeh şarap bile içersin. O çok beğendiğin ayakkabıyı alabilirsin artık, hatta vitrinde gördüğün elbiseyi bile. Bu dünyanın canına okursun sen be!..
Okul bitti ya, büyüksün, kimseyi tanımazsın artık ya da ufaktan kör olursun, ışıldayan egon var, ne de olsa. Senden önce hiç kimse bir şeyleri başarmamış sanki, bu hayat senden önce hiç yaşanmamış sanki, alemin akıllısı sensin ya, ne de olsa... ahh. Küçülüp görünmez olur çocukluğun, kibrinden tepeler, dağlar yükselir sen ile onun arasında. Beğenmezsin; ne canından can vereni, ne de kendi miladından önceki seni.
İş görüşmesi; kalbin deli gibi atıyor, öğrendiğin her şey pırr diye uçup gitti sanki. Formu dordurmak ne kadar zormuş meğer, parmakların senin değilmiş gibi, ellerin tir tir titremekte. "Hele bir onaylansın bu başvuru, kurdu olurum bu işin" diye bilenirsin içinde. Olmazsa da bir müddet
küçük görürsün bu yeri, senin gibi bir değeri bilemediler diye...
Evin var, kiralık ama olsun, hiç olmazsa sana yakışan, seçkin bir semtte. Ne o, kenar mahallede oturmak yakışır mı insana, herkes ne der, ne düşünür hakkında?.. Henüz iş bulamasan da ordan burdan, o beğenmediğin ailenden bile üç-beş ile idare etmektesin, uzun sürmez, nasılsa Tek'sin... Yine acıkırsın, simit peynir yersin, devleşen hırsın ile aç bile yatarsın, olsun, bunun günleri sayılıdır. İnşallah, öyledir...
Olmuyor; kira bu ay da gecikti ve ev sahibi her sabah çıkışını gözlüyor. Bu hafta mutlaka iş bulmalı,
mutlaka!.. Belki de bir kaç gün arkadaşında kalsan iyidir.
Bu böyle uzar...
Aylar, yıllar, insanlar, hayatlar, hayat. İnsanı öyle hallere sokar ki yaşamak, anlatılsa da bir, anlatılmasa da. Değişen bir şey olmaz; herkes için farklı olur diye düşünülse de hayat, illa ki herkesçe yaşanılacaklar da var...
eylül
26 Aralık 2012 Çarşamba
Mutluluk
Kolay hayat, kedersiz, fırtınasız günler vaad edilmedi insana.
Her günü yaşamak için güç, gözyaşları dindirecek teselli,
yolunu aydınlatan ışık sözü verildi.
Bu yolda taşınamayacak kadar ağırdır hayal kırıklıkları, beklentiler...
İstediğin gerçekleşmedi diye üzülmek yerine
u-mutlu ol, bir başka vakitte daha güzeli bekler seni...
Bir şey olduğunda sana, iyi ya da kötü,
düşündün mü hiç, anlamı nedir diye?..
Başına gelenlerin özel bir amacı var oysa:
daha çok gülümsemeyi veya için için ağlamamayı
sana öğretmek...
Aşk...
Hayatta bir kez gelir başına, enderdir
o muhteşem hisse aynı his ile cevap veren insana rastlamak.
Geldiğinde sımsıkı sarıl ona,
gururun yüzünden kaybetmektense onu,
inan ki makbuldür gurursuz olmak...
Kalbinde nefrete yer verme, affetmektir senin özgürlüğün.
Kimseyi seni sevmesi için zorlama,
sevilecek İnsan olabilirsin, onlara kalır sonrası...
Sade olsun yaşamın, sahip olduklarının değerini bil,
Verdiklerin çok, beklentilerin az olsun...
eylül
Her günü yaşamak için güç, gözyaşları dindirecek teselli,
yolunu aydınlatan ışık sözü verildi.
Bu yolda taşınamayacak kadar ağırdır hayal kırıklıkları, beklentiler...
İstediğin gerçekleşmedi diye üzülmek yerine
u-mutlu ol, bir başka vakitte daha güzeli bekler seni...
Bir şey olduğunda sana, iyi ya da kötü,
düşündün mü hiç, anlamı nedir diye?..
Başına gelenlerin özel bir amacı var oysa:
daha çok gülümsemeyi veya için için ağlamamayı
sana öğretmek...
Aşk...
Hayatta bir kez gelir başına, enderdir
o muhteşem hisse aynı his ile cevap veren insana rastlamak.
Geldiğinde sımsıkı sarıl ona,
gururun yüzünden kaybetmektense onu,
inan ki makbuldür gurursuz olmak...
Kalbinde nefrete yer verme, affetmektir senin özgürlüğün.
Kimseyi seni sevmesi için zorlama,
sevilecek İnsan olabilirsin, onlara kalır sonrası...
Sade olsun yaşamın, sahip olduklarının değerini bil,
Verdiklerin çok, beklentilerin az olsun...
eylül
24 Aralık 2012 Pazartesi
Yarısı eski, yarısı yeni bir gece
Yıl sonuna bir hafta kaldı ve takvimlerde aylar, günler yeniden sıralanıyor. İkiye bölünmüş bir gece Yılbaşı ; yarısı biten diğer yarısı yeni zaman dilimine ait. Bu yüzden sıradan bir gece olarak kalmamayı hak eder; sofralar kurulur, umutlar tazelenir, yeni yılda sağlık, mutluluk dilenir. Şarj etmek gibi kendini, yeni başlangıçlarla eskiyi tazelemek gibi. Ya da iyi vakit geçirmek, kendini ödüllendirmek, eğlenmek için bir bahane. Ben bu tek olan "yarım" geceyi ne bir inanışla ne de inançsızlıkla bağdaştırabildim, başkalarının nasıl kabul edip, etmediği de beni ilgilendirmez. Yine de özel bir zaman, aynı hayatta özel bir basamak, abartıya da gerek yok, kayıtsız kalmaya da.
Okul yıllarında eğlenmek için bahane çok; bir doğum günü, harçlığın gelmesi, bursun yatması, sınavların bitmesi, sıfırcı hocanın başka okula gitmesi, yeni bir filmin gösterime girmesi, haftanın son günü olması, öylesine...
Sorumluluk sahibi olunca insan, yine bahaneler su serper içine: bayram tatilleri, hafta sonları, dost toplantıları, yılbaşı...
Çocukken böyle günler beklenmedik bir hediye gibi ve panayır tadında olur. Büyüklerin yüzü güldüğünde, mutfakta telaşlı koşturmaca başladığında kendini tutmadan abur cubur yiyebileceğini anlarsın. Kızacak, seni uyaracak, çeki düzen verecek kimseler olmadan hoplayıp zıplayacağını anlarsın. Yanaklarından makas alan, öpücükler konduran aile büyüklerinin armağanlarını merak edersin. Küçük kardeşinin yeni oyuncağını kırsan da ceza almayacağını bilirsin. Ve büyüdükçe, büyüdükçe "keşke her gün böyle geçse..." diye içinden geçirirsin. Çocuk olmak sihirli bir dünyaya bakmak gibi; gördüklerine büyükleri inandıramazsın, o dünyanın penceresi sadece sana açılır. Hep şenlik olsun istersin; hep gülümseyen, gülümseten günler olsun istersin, Hayat'a rağmen...
Çocukluk acıtır bazen. Talihsiz yaşanmışlıklar kazınır aklına ve inatla, izin verdiğin sürece, güzel anları yok ederler. Büyüdükçe kalp kırıklığını yine aynı kalbin sevgisiyle iyi edersin ve olgunlaşırsın, hakkını verirsin yüreğinin. Asıl marifet bunu yapabilmek.
Büyüdükçe anlamaya başlarsın: hayat hiç de eğlenceli değil aslında, şenlik eğer sen istersen başlayabilir. Anlarsın, lakin asla itiraf etmezsin ki büyümek de hiç eğlenceli değilmiş, oysa bunun için çok ama çok acelen vardı. Ve aslında eğlenmek için uydurduğun her bahanede o sihirli dünyanın penceresinden tekrar bakabilme arzusu var. Kimbilir, belki "eski bayramlar", "eski günler" hep bu yüzden dudaklarda...
Çocukluğun seni terk etmediği tek haldir Aşk. Büyümeden kapılırsın ona, belki öyle bir şenlikte bulaşır ruhuna, bir melodiyle, bir kelebeğin kanat çırpışıyla, bir yağmur damlasıyla veya sadece gökkuşağın renkleriyle... Zaman sonra, bir an için bile mucizelere inanmaktan vaz geçersen, Hayat'ın içine daldığın an onun esiri olursun, eğer kalbin hala sıcacık kaldıysa her uykuya düştüğünde sihirli dünyanın penceresinden sana seslenen Aşk'ı görürsün. Aldığın her nefes ona gitmek için attığın adım olur ve içindeki çocuk seni iyileştirir. Bir gün onun aslında Sen olduğunu fark edersin...
Her yeni yıl bir yılın daha eskidiğinin kanıtı. Her yeni yılın gelişi heyecanla beklenen Bayramların yaklaşması. Takvimin her sayfası mevsimlerin değişmesi. Günlerden her biri iyi olmak için yeniden başlamak için yeni bir fırsat. Yüreğinle yüzleşmek için bir fırsat. Hayat'ın tuzaklarını fark etmek için, aklını her nevi zincirlerden özgür kılmak için, gerçekten hür olmak için her nefes bir fırsattır insana. Her yeni yıl zamandan bir hediyedir insana.
eylül
Okul yıllarında eğlenmek için bahane çok; bir doğum günü, harçlığın gelmesi, bursun yatması, sınavların bitmesi, sıfırcı hocanın başka okula gitmesi, yeni bir filmin gösterime girmesi, haftanın son günü olması, öylesine...
Sorumluluk sahibi olunca insan, yine bahaneler su serper içine: bayram tatilleri, hafta sonları, dost toplantıları, yılbaşı...
Çocukken böyle günler beklenmedik bir hediye gibi ve panayır tadında olur. Büyüklerin yüzü güldüğünde, mutfakta telaşlı koşturmaca başladığında kendini tutmadan abur cubur yiyebileceğini anlarsın. Kızacak, seni uyaracak, çeki düzen verecek kimseler olmadan hoplayıp zıplayacağını anlarsın. Yanaklarından makas alan, öpücükler konduran aile büyüklerinin armağanlarını merak edersin. Küçük kardeşinin yeni oyuncağını kırsan da ceza almayacağını bilirsin. Ve büyüdükçe, büyüdükçe "keşke her gün böyle geçse..." diye içinden geçirirsin. Çocuk olmak sihirli bir dünyaya bakmak gibi; gördüklerine büyükleri inandıramazsın, o dünyanın penceresi sadece sana açılır. Hep şenlik olsun istersin; hep gülümseyen, gülümseten günler olsun istersin, Hayat'a rağmen...
Çocukluk acıtır bazen. Talihsiz yaşanmışlıklar kazınır aklına ve inatla, izin verdiğin sürece, güzel anları yok ederler. Büyüdükçe kalp kırıklığını yine aynı kalbin sevgisiyle iyi edersin ve olgunlaşırsın, hakkını verirsin yüreğinin. Asıl marifet bunu yapabilmek.
Büyüdükçe anlamaya başlarsın: hayat hiç de eğlenceli değil aslında, şenlik eğer sen istersen başlayabilir. Anlarsın, lakin asla itiraf etmezsin ki büyümek de hiç eğlenceli değilmiş, oysa bunun için çok ama çok acelen vardı. Ve aslında eğlenmek için uydurduğun her bahanede o sihirli dünyanın penceresinden tekrar bakabilme arzusu var. Kimbilir, belki "eski bayramlar", "eski günler" hep bu yüzden dudaklarda...
Çocukluğun seni terk etmediği tek haldir Aşk. Büyümeden kapılırsın ona, belki öyle bir şenlikte bulaşır ruhuna, bir melodiyle, bir kelebeğin kanat çırpışıyla, bir yağmur damlasıyla veya sadece gökkuşağın renkleriyle... Zaman sonra, bir an için bile mucizelere inanmaktan vaz geçersen, Hayat'ın içine daldığın an onun esiri olursun, eğer kalbin hala sıcacık kaldıysa her uykuya düştüğünde sihirli dünyanın penceresinden sana seslenen Aşk'ı görürsün. Aldığın her nefes ona gitmek için attığın adım olur ve içindeki çocuk seni iyileştirir. Bir gün onun aslında Sen olduğunu fark edersin...
Her yeni yıl bir yılın daha eskidiğinin kanıtı. Her yeni yılın gelişi heyecanla beklenen Bayramların yaklaşması. Takvimin her sayfası mevsimlerin değişmesi. Günlerden her biri iyi olmak için yeniden başlamak için yeni bir fırsat. Yüreğinle yüzleşmek için bir fırsat. Hayat'ın tuzaklarını fark etmek için, aklını her nevi zincirlerden özgür kılmak için, gerçekten hür olmak için her nefes bir fırsattır insana. Her yeni yıl zamandan bir hediyedir insana.
eylül
23 Aralık 2012 Pazar
Nişastalı Kurabiye
Çok merak edilen bir kitabın son sayfasına göz atmak;
Bir filmin son karesini görmek için ileriye sarmak;
hayal kurmak gibi... sondan başa dönmek:
Gereken Malzeme:
700 gr buğday nişastası
3 yumurta
1 su bardağı toz şeker
1 su bardağı sıvı yağ
1 tatlı kaşığı karbonat
ve
ahududu / çilek reçeli
Nişastaya şeker, yumurta, yağ ve karbonat karıştırılır ve sert ve pürüzsüz hamur elde edilir.
Fırın tepsisine, ister yağlanmış olsun, ister pişirme kağıdı ile, yerleştirilen kurabiyeler 160-170 derecede kızartmadan pişirilirler(kurutulurlar).
Hazır olan kurabiyeler reçel ile birbirine yapıştırılır.
Afiyet olsun...
Bir filmin son karesini görmek için ileriye sarmak;
hayal kurmak gibi... sondan başa dönmek:
Gereken Malzeme:
700 gr buğday nişastası
3 yumurta
1 su bardağı toz şeker
1 su bardağı sıvı yağ
1 tatlı kaşığı karbonat
ve
ahududu / çilek reçeli
Nişastaya şeker, yumurta, yağ ve karbonat karıştırılır ve sert ve pürüzsüz hamur elde edilir.
Oklava veya merdane ile hamurun ucundan bastırarak 1 cm kalınlığında açılır ve küçük kadeh yardımı ile kesilir.
Fırın tepsisine, ister yağlanmış olsun, ister pişirme kağıdı ile, yerleştirilen kurabiyeler 160-170 derecede kızartmadan pişirilirler(kurutulurlar).
Hazır olan kurabiyeler reçel ile birbirine yapıştırılır.
Afiyet olsun...
20 Aralık 2012 Perşembe
Her yerde kar var
Bu sabah bembeyaz bir sürpriz ile uyandık: şarkıdaki gibi. Gülümsetti, lakin çocuklukta olduğu gibi coşkulu değildi, üstelik yol, iş-güç, elektrik kesintisi düştü hemen aklımıza. Bekleniyordu, zamanıydı, illa ki yağacaktı eninde sonunda, bunlara rağmen hazırlıksızdık. Bir tuhaf oldu içimiz; teslimiyetçi, kırılgan bir sevincin sessiz köşesinde durakladı zihnimiz. Her yeerde kaar var...
18 Aralık 2012 Salı
Ispanaklı Hazır Yufka Böreği
5 adet günlük yufka
İç:
1 kuru soğan, 2-3 demet ıspanak, kavurmak için 1-2 kaşık zeytinyağı
rendelenmiş sert beyaz peynir
tuz ve karabiber
Yufkalara ve üstüne sürmek için:
6-7 yemek kaşığı yoğurt
6-7 yemek kaşığı zeytinyağı
1 yumurta
tuz
Temizlenip, yıkanmış ıspanak önce kaynar suya atılır ve hemen soğuk suya alınır, bir müddet beklettikten sonra suyu sıkılıp ince doğranır.
Kıyılmış kuru soğan zeytinyağında öldürülür, ıspanak eklenir, kavrulmaya bırakılır. Tuz ve karabiber ile tatlandırılan sebzeye ılındıktan sonra rendelenmiş beyaz peynir karıştırılır.(peynir ilavesiz de kullanılabilir)
Yoğurt, yumurta ve zeytinyağı az tuz eklenerek iyice çırpılır. Bir yufka tezgah üstünde açılır, yarısına sostan sürülerek diğer yarısı üstüne kapatılır. Geniş ucuna ıspanaklı içten koyup rulo yapılır ve fırın tepsisine istenen şekil verilerek yerleştirilir. Kalan yufkalar aynı şekilde hazırlanır, yoğurtlu sostan üzerilerine sürülür, börek susam, çörekotu veya haşhaş tohumu ile çeşitlendirilebilir.
200 derecede, üstü kızarana kadar fırınlanır.
Not: Patatesli, kıymalı veya peynirli iç kullanılabilir.
Gnocchi
İtalyan mutfağına ait bu yemeğin dilimizde karşılığını düşünürken mantı, salma ve hingeli çağrıştırdığını fark ettim, gnocchi benzer bir tat. Bir de gnocchinin yanında domates sosu ya da bol peynir olmadan bazılarımız için tatsız gelebileceği de bir gerçek, yine de bence denemeye değer.
Sos: doğranmış domates, sarımsak, kekik, karabiber, pul biber, tuz, şeker ve zeytinyağı ile hazırlanır.
Gnocchi:
2 irice veya 4 küçük patates haşlanır ve preslenir. Patates püresine 3/4 su bardağı un, 1 yumurta ve tuz karıştırılıp ele yapışmayan kıvamda hamur elde edilir.
Hamur eşit parçalara kesilir ve her parça iki avuç arasında yuvarlanarak tekrar lokmalara kesilir. Yemek çatalı yardımı ile (çatal tezgah üstünde eğimli tutulur, hamur lokması üstüne bastırılarak) şekil verilir.
Tüm bezeler bittiğinde sıra hamurları pişirmeye gelir. Hingel, mantı veya salma pişirir gibi önce tuz katılmış su kaynatılır. Patatesli hamurlardan içine atıp, yaklaşık 3-4 dk(hamurlar önce dibe düşer, hazır olduklarında yüzeye çıkarlar) sonra delikli kepçe ile tencereden çıkarılırlar.
Domates sosu üzerilerinde gezdirilir servis edilirler. Hemen tüketilmeyen Gnocchi ise rendelenmiş peynir serpiştirilerek fırında ısıtılabilir.
15 Aralık 2012 Cumartesi
Çikolatalı Mozaik Pasta
Bu tarifin tamamen uydurma ve sade olduğunu belirtmeliyim ve en önemlisi aklıma yatmış olması. Aslında farklı malzemeler ile geliştirilmeye elverişli, üstelik yapılışı çok kolay.
Kek, börek, hamur işlerinde, pastalarda, kurabiyelerde, sofra kremalarında kullanılan büyük miktarda margarin ve tereyağı bana oldukça korkutucu hatta itici gelir. Yine de küçük kaçamaklar olmadan damak tadı şenlenmez
Malzemeye gelince:
1 paket krema
240 gr bitter çikolata
2 küçük paket bisküvi
Üstüne: kakao veya pudra şekeri
Krema ısıtılır. Ocaktan alınır ve çikolata parçaları içine atılır, karıştırarak erimeleri sağlanır.
Diğer yandan bisküviler tamamı toz haline gelmeden ezilir. Erimiş çikolata ve kremalı karışıma eklenen bisküviler kaşık yardımı ile karıştırılır ve alüminyum folyo üzerine dökülüp şekil verilir. Soğukta bekletilen pastanın üstüne kakao veya pudra şekeri serpiştirilebilir.
Not:
Biliyorsunuz, çikolata miktarı çoğaldıkça bisküvi batonu daha da sertleşir bu sebeple krema ve çikolata miktarını dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz.Aklıma sonradan gelen fikirler ise:
portakal kabuğu rendesi eklenebileceği;
benmari usulü eritilmiş beyaz/siyah çikolata ile kaplanabileceği;
ceviz içi, meyve parçacıkları eklenebileceği... vs.
Sevecek kadar cesur
Karmaşık, hayat ve insan karmaşık, mümkün değil çözmek, lakin illa ki denersin. Bir ucundan tutup asıldığında sökülecek sanırsın, oysa sorular daha da düğümlenir zihninde. Her haline teselli edebiyatı kuşanır insan, bitmez haklılık, üstünlük hırsı bitmez. Sebepler, sonuçlar, hikayeler ve hayatlar öyle küçük, önemsiz kalır bu bulmacada, eninde sonunda pes edersin. Yine de yaşarsın, bakıp görmeden, duyup dinlemeden, ot misali...
Henüz ilkokul 2. sınıftaydım, annem : "bir kuzenin oldu" diyerek anlam veremediğim bir sevinçle sarılmıştı bana. Sonra kendimi tuhaf kokan bir odada buldum, henüz gözlerini açamayan, yeni doğan bir bebek ile. Olan bitenden hiç bir şey anlamadan yumuk gözlerine bakakaldım, küçücük bir kedi yavrusuna benzetmiştim onu, velhasıl o güne kadar görüp bildiğim tek yeni doğan Sarman'ın yavrularıydı. Eski, çocukça bir anı, büyüdükçe anlam kazanan...
Birilerine tutunup büyür insan; ilk önce yürümeyi öğrenir, sonra konuşmayı.
Hangimiz yapmadı?..
İnsan merak eder; okur, sorar, öğrenir, kopyalar, benimser, etkilenir ve sonra tümünü yaşar, kendini bilmeden. Oysa yürek gözü açılmadan tamamlanamaz, hissetmeden, ruhu acı çekmeden, bedel ödemeden Ol'maz. Olsa olsa filmlerdeki gibi yaşar, kiplardaki gibi konuşur, yüreğini unuta unuta nimetlere, övgülere alışır, asılır, yumuludur gözleri, bebek kuzenim misali...
eylül
Henüz ilkokul 2. sınıftaydım, annem : "bir kuzenin oldu" diyerek anlam veremediğim bir sevinçle sarılmıştı bana. Sonra kendimi tuhaf kokan bir odada buldum, henüz gözlerini açamayan, yeni doğan bir bebek ile. Olan bitenden hiç bir şey anlamadan yumuk gözlerine bakakaldım, küçücük bir kedi yavrusuna benzetmiştim onu, velhasıl o güne kadar görüp bildiğim tek yeni doğan Sarman'ın yavrularıydı. Eski, çocukça bir anı, büyüdükçe anlam kazanan...
Birilerine tutunup büyür insan; ilk önce yürümeyi öğrenir, sonra konuşmayı.
Hangimiz yapmadı?..
İnsan merak eder; okur, sorar, öğrenir, kopyalar, benimser, etkilenir ve sonra tümünü yaşar, kendini bilmeden. Oysa yürek gözü açılmadan tamamlanamaz, hissetmeden, ruhu acı çekmeden, bedel ödemeden Ol'maz. Olsa olsa filmlerdeki gibi yaşar, kiplardaki gibi konuşur, yüreğini unuta unuta nimetlere, övgülere alışır, asılır, yumuludur gözleri, bebek kuzenim misali...
eylül
12 Aralık 2012 Çarşamba
Yastıkaltı Yatırıma Enteresan İletişim
Teknoloji aldı başını yürüdü. Neredeyse tüm alışkanlıklar değişirken yastıkaltı yatırım da tarih olma noktasında. Yastıkaltı yatırım konusunda yıllardır çalışan işin kahramanları yastıklar da sonunda halka seslenmeye karar verdiler.
Onların bakış açısından yastıkaltı birikimin zorluklarını, zahmetlerini dinledikçe stres yönetimindeki yeteneklerini takdir edecek, birikim güvencesiyle ilgili kaygılarına siz de hak vereceksiniz. Yastıkların bile `Yeter artık` dediği yastıkaltı yatırıma güvenli ve kazançlı bir alternatif olarak, neyse ki Garanti hep hizmetinizde.
Yastık altındaki altını ekonomiye kazandırmak amacıyla fiziki altınları mevduat olarak alan Garanti, 98 şubesiyle “Altın Salısı” hizmeti veriyor. Takı ve altınların değeri, altın eksperleri tarafından hesaplanıp Altın Hesabı’na yatırılıyor. Böylece altın birikimleri çalınma korkusu olmadan garantiye alınıyor.
NET Hesap ise farklı birikim hedefi olan müşterilere vade sonunda elde edilecek net kazancı ilk günden bildiriyor. Birbirinden farklı 4 hesap sayesinde müşteriler hem biriktirme alışkanlığı kazanıyor hem de vade sonundaki getirisini hesap açılışında garantiliyor.
Garanti'nin birikim ihtiyaçlarınız için en uygun çözüm önerileriyle ilgili daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz, yorumlar #yastıkaltıyatırım hashtag'inde.
Bir bumads advertorial içeriğidir.
Onların bakış açısından yastıkaltı birikimin zorluklarını, zahmetlerini dinledikçe stres yönetimindeki yeteneklerini takdir edecek, birikim güvencesiyle ilgili kaygılarına siz de hak vereceksiniz. Yastıkların bile `Yeter artık` dediği yastıkaltı yatırıma güvenli ve kazançlı bir alternatif olarak, neyse ki Garanti hep hizmetinizde.
Yastık altındaki altını ekonomiye kazandırmak amacıyla fiziki altınları mevduat olarak alan Garanti, 98 şubesiyle “Altın Salısı” hizmeti veriyor. Takı ve altınların değeri, altın eksperleri tarafından hesaplanıp Altın Hesabı’na yatırılıyor. Böylece altın birikimleri çalınma korkusu olmadan garantiye alınıyor.
NET Hesap ise farklı birikim hedefi olan müşterilere vade sonunda elde edilecek net kazancı ilk günden bildiriyor. Birbirinden farklı 4 hesap sayesinde müşteriler hem biriktirme alışkanlığı kazanıyor hem de vade sonundaki getirisini hesap açılışında garantiliyor.
Garanti'nin birikim ihtiyaçlarınız için en uygun çözüm önerileriyle ilgili daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz, yorumlar #yastıkaltıyatırım hashtag'inde.
Bir bumads advertorial içeriğidir.
Dinliyor musun?
"Bana kulak ver ki,
sana ses verebileyim."
Halil Cibran
Olaylara benim gözümden bakabilir misin, yoksa sözümü kesip fikrini söylemek için acele mi ediyorsun? Söylediklerimi anlamadan tartışıyor, ben konuşurken sen vereceğin cevabı mı düşünüyorsun? Hoşuna gitmedi diye konuyu değiştiriyor musun? Söylediklerime odaklanamıyor musun? Eğer öyle ise; farkında olmadan bana dinlemeye değer biri olmadığımı, senin için önemli olmadığımı, düşünce ve duygularımı umursamadığını açık ettin, eyvah!..
Dikkat ile dinlemek, sadece kelimeleri, cümleleri değil, verilen mesajı duymak saygının işareti ve sevginin ifadesi...
Dinlemek ve dinlemek var;
İnsan, hakikati, bilgiyi kişisel amaçları için kullanmak üzere dinleyebilir. Ya da ilgisinin temelinde başkalarının acıları ve başarısızlıklarından aldığı haz ile dinleyebilir. Üçüncü kişiler hakkındaki iftiraları ve önyargılı söylevlerini küstah merakı ile dinleyebilir, başkalarının özel hayatını hiçe sayıp gözetleyebilir, veya can sıkıntısından, mecburiyet, nezaketen(?!) dinleyebilir.
Lakin, samimi endişe ve empatiyle de dinleyebilir. Konuşma esnasındaki her duraklama anında yardım etme isteğini ve desteğini belirterek, teşvik ederek, teselli ederek ve anlamaya çalışarak da dinleyebilir. Karşısındakini olduğu gibi görüp kabul ederek, dışlamadan, yargılamadan dinleyebilir.
Dinlemek ilgi ve şefkattir; bir başkasının duygularını anlamak için bilinçli bir gayret, fikir ayrılığı sözkonusu olsa da ona sevildiğini ve kabul gördüğünü hissettirmektir. Boş, gösterişli nezaketten uzak, ilgilenmektir.
Kelimeleri duymak başka, dinlemek bambaşka. İçeriği genel olarak kavramak, bakış açın ve ruh haline uygun bilgileri kabul etmek farklı, kendi fikirlerini bir tarafta bırakıp dinlemek farklı. Dinlerken veya konuşma esnasında kendi içinde olanlara kulak verip öfkelendiğini mi, kışkırtıldığını mı anlamaya çalışmak başka, söylenenlerin duygularınla kesişmesini önlemek, onları kenarda bırakıp içerikteki mesajı doğru algılamak bambaşka.
Dinlerken sadece kulaklarınla değil, aklın, yüreğin, bütününle dinlemelisin. Empati, ilgi ve onu tanıma arzusuyla dinlemelisin. Dinlemek, onu kendinden saymak, kendinden vermeye hazır olmak, tinsel paylaşımı olası kılmak ve her iki tarafın maneviyatının zenginleşmesidir.
Nitekim;
İlişkiler, iletişmek gayret ve azim gerektirir. Akıntıya karşı yüzmeye benzer; kendini bırakmak istesen sürüklenirsin. Bazen sonsuza kadar...
"Yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan,
Yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan,
Ne görebiliyorsun,
Ne duyabiliyorsun."
Halil Cibran
sana ses verebileyim."
Halil Cibran
Olaylara benim gözümden bakabilir misin, yoksa sözümü kesip fikrini söylemek için acele mi ediyorsun? Söylediklerimi anlamadan tartışıyor, ben konuşurken sen vereceğin cevabı mı düşünüyorsun? Hoşuna gitmedi diye konuyu değiştiriyor musun? Söylediklerime odaklanamıyor musun? Eğer öyle ise; farkında olmadan bana dinlemeye değer biri olmadığımı, senin için önemli olmadığımı, düşünce ve duygularımı umursamadığını açık ettin, eyvah!..
Dikkat ile dinlemek, sadece kelimeleri, cümleleri değil, verilen mesajı duymak saygının işareti ve sevginin ifadesi...
Dinlemek ve dinlemek var;
İnsan, hakikati, bilgiyi kişisel amaçları için kullanmak üzere dinleyebilir. Ya da ilgisinin temelinde başkalarının acıları ve başarısızlıklarından aldığı haz ile dinleyebilir. Üçüncü kişiler hakkındaki iftiraları ve önyargılı söylevlerini küstah merakı ile dinleyebilir, başkalarının özel hayatını hiçe sayıp gözetleyebilir, veya can sıkıntısından, mecburiyet, nezaketen(?!) dinleyebilir.
Lakin, samimi endişe ve empatiyle de dinleyebilir. Konuşma esnasındaki her duraklama anında yardım etme isteğini ve desteğini belirterek, teşvik ederek, teselli ederek ve anlamaya çalışarak da dinleyebilir. Karşısındakini olduğu gibi görüp kabul ederek, dışlamadan, yargılamadan dinleyebilir.
Dinlemek ilgi ve şefkattir; bir başkasının duygularını anlamak için bilinçli bir gayret, fikir ayrılığı sözkonusu olsa da ona sevildiğini ve kabul gördüğünü hissettirmektir. Boş, gösterişli nezaketten uzak, ilgilenmektir.
Kelimeleri duymak başka, dinlemek bambaşka. İçeriği genel olarak kavramak, bakış açın ve ruh haline uygun bilgileri kabul etmek farklı, kendi fikirlerini bir tarafta bırakıp dinlemek farklı. Dinlerken veya konuşma esnasında kendi içinde olanlara kulak verip öfkelendiğini mi, kışkırtıldığını mı anlamaya çalışmak başka, söylenenlerin duygularınla kesişmesini önlemek, onları kenarda bırakıp içerikteki mesajı doğru algılamak bambaşka.
Dinlerken sadece kulaklarınla değil, aklın, yüreğin, bütününle dinlemelisin. Empati, ilgi ve onu tanıma arzusuyla dinlemelisin. Dinlemek, onu kendinden saymak, kendinden vermeye hazır olmak, tinsel paylaşımı olası kılmak ve her iki tarafın maneviyatının zenginleşmesidir.
Nitekim;
İlişkiler, iletişmek gayret ve azim gerektirir. Akıntıya karşı yüzmeye benzer; kendini bırakmak istesen sürüklenirsin. Bazen sonsuza kadar...
"Yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan,
Yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan,
Ne görebiliyorsun,
Ne duyabiliyorsun."
Halil Cibran
10 Aralık 2012 Pazartesi
Kış akşamları, Haiku, Sevgili Viktoria, bir bardak çikolata ve kremalı sıcak espresso
Onu son görüşümüz birkaç yıl önceydi, aylardan aralık ve o günden sonra kesişen yolumuz, buluşan günümüz olmadı. Annemin en yakın iki arkadaşından bir tanesiydi, benim ise hastalandığımda gelip beni muayene eden, içmek istemediğim öksürük şurupları reçeteleri yazan Viki Teyze'm.
Sonra, yıllar sonra, biz: iki aşık, onun konuğu olduk, işte o gün onu gerçekten tanıdım. Bu soğuk kış akşamı, bir fincan sıcak kahve ve Viki'nin haiku dizeleriyle sımsıcak oldu.
A cup of coffee.
A friendly hand.
Warmth in the dusk.
Gerekli malzemeler:
Sonra, yıllar sonra, biz: iki aşık, onun konuğu olduk, işte o gün onu gerçekten tanıdım. Bu soğuk kış akşamı, bir fincan sıcak kahve ve Viki'nin haiku dizeleriyle sımsıcak oldu.
A cup of coffee.
A friendly hand.
Warmth in the dusk.
Çikolata ve Kremalı Sıcak Espresso
Hazırlama süresi. 30 dk
Gerekli malzemeler:
1/2 su bardağı krema
1/2 su bardağı çikolata parçaları
1/2 su bardağı çikolata parçaları
2 1/2 yemek kaşığı şeker
1 su bardağı sıcak espresso
1 su bardağı sıcak espresso
1 tatlı kaşığı kakao
4 ısıya dayanıklı cam bardak
Hazırlama yöntemi:
Kremayı porselen veya cam kase içine boşaltıp 15 dk soğuk yerde bekletin.
Küçük tencere içerisinde 3/4 su bardağı suyu kaynamaya bırakın. Ocağı kısıp çikolatayı, 1 yemek kaşığı şekeri ekleyin ve sos koyulaşana kadar 3-5
Küçük tencere içerisinde 3/4 su bardağı suyu kaynamaya bırakın. Ocağı kısıp çikolatayı, 1 yemek kaşığı şekeri ekleyin ve sos koyulaşana kadar 3-5
dk karıştırın. Ateşten alın ve soğumaması için üstünü sıkıca kapatın.
Bardakları ısıtmak için kaynar su ile doldurun.
Soğuk kremaya 1 yemek kaşığı şeker karıştırıp mikser yardımıyla koyulaşana kadar çırpın. Kalan 1/2 kaşık şekeri sıcak espressoda eritin.
Bardakların içindeki sıcak suyu boşaltın ve iyice süzün. Sıcak çikolatayı eşit miktarlarda bölüştürün. Çikolatanın üstüne (kaşığa eğim vererek, azar azar
Bardakları ısıtmak için kaynar su ile doldurun.
Soğuk kremaya 1 yemek kaşığı şeker karıştırıp mikser yardımıyla koyulaşana kadar çırpın. Kalan 1/2 kaşık şekeri sıcak espressoda eritin.
Bardakların içindeki sıcak suyu boşaltın ve iyice süzün. Sıcak çikolatayı eşit miktarlarda bölüştürün. Çikolatanın üstüne (kaşığa eğim vererek, azar azar
ve yavaşça) sıcak espressodan ekleyin. Kremadan birer kaşık ile bardağı tamamlayıp üstüne kakao serpiştirin(isteğe göre) ve hemen servis edin.
7 Aralık 2012 Cuma
Kaşar Peynirli Çörek
Malzeme:
tam buğday ve beyaz un karışımı (yumuşak kıvamlı hamur elde edilecek miktarda)
1 paket çabuk maya(10gr)
2 yumurta
1 tatlı kaşığı şeker
1,5 tatlı kaşığı tuz
250 gr yoğurt (oda sıcaklığında)
250 ml ılık su
İçine sürmek için: 60-70 gr tereyağı
Rendelenmiş kaşar peyniri
Üstüne: 1 yumurta sarısı
Kuru malzemeler birbirine karıştırılır, ılık su ile inceltilen yoğurda çırpılmış yumurtalar eklenir. Yumuşak, ele hafif yapışan hamur yoğurulur.
Kabarması için bırakıldığı kapta, hamurun altına ve üstüne hafifçe un serpiştirilir, sıcak yerde 40 dk bekletilir.
İki katı olan hamur un ilavesiyle önce yoğurulup sonra 6 adet eşit büyüklükte bezeye ayırılır. Bezeler oklava ile açılır, aralarına eritilmiş tereyağı sürüp, rendelenmiş kaşar peyniri serpiştirilir ve üçerli olarak üst üste yerleştirilir. Bu şekilde hazırlanan üç katmanlı 2 adet yufka, sigara böreği misali, her
birinden sekiz üçgen çıkacak şekilde kesilir. Üçgenler geniş uçtan başlayarak sıkı olmayan şekilde sarılır, fırın tepsisine yerleştirilir. Çırpılmış yumurta sarısı sürülerek, susam, çöreotu veya haşhaş tohumu ile çeşitlendirilebilir. Hazırlanan çörekler 30 dk daha kabarmaya bırakılır. 190 derecede ısıtılmış fırında yaklaşık 20-25 dk pişirilirler.
3 Aralık 2012 Pazartesi
Çeşit çeşit Patates Salatası
İnsanın damak tadı nasıl olursa olsun patatessiz bir menü yok bence. Çorbası, yemeği, kızartması, böreği, tartı, köftesi, püresi, salatası, hatta keki; hepsi patatesten: lezzetli, "uyumlu" sebze. Yine de damak tadı ve tercihler önemli ve yine de her şekilde denemeye değer.
Toskana usulü Patates Salatası
Birkaç biber, 1-2 kabak ve patlıcan közlenip küçük doğranır. 5-6 patates haşlanır, iri doğranır ve diğer sebzelerle karıştırılır. Salata sosu ile tatlandırılır. 2-3 kaşık kıyılmış taze fesleğenle servis edilir.
Meksika usulü
Patatesler haşlanır ve birkaç ince kesilmiş yeşil biber, 1-2 bardak mısır ve ince kıyılmış kırmızı soğan ile karıştırılır. Mayonez ve yoğurtlu sos ile tatlandırılır. Maydanoz ile servis edilir.
Çiftlik salata- taze patatesli
Yarım kilo ıspanak yıkanır ve el ile parçalanır. 2-3 orta boy sert domates doğranır. 5-6 patates haşlanır, irice kesilir. Ispanak ve domateslerle karıştırılır. Salata sosu limon suyu ile hazırlanır. Dereotu veya yeşil soğan ilavesiyle servis edilir.
Akdeniz usulü
5-6 domates çeyreklere dilimlenir. 1 bardak çekirdekleri çıkarılmış zeytinler ikiye kesilir. 5-6 haşlanmış patates irice doğranır, domates ve zeytinlerle karıştırılır. Limon sulu salata sosuyla tatlandırılır. Taze kekik veya fesleğen ile servis edilir.
Floransa usulü
1/4 lahana ince kıyılır(veya karnabahar), haşlanmış patatesler doğranıp eklenir. Balzamik sirkeli salata sosu, birkaç kaşık kıyılmış taze fesleğen ve 1 avuç kavrulmuş çam fıstığı ile tatlandırılır.
Jamaika usulü
Malzemesi:
4 su bardağı haşlanmış, doğranmış patates, 2 haşlanmış yumurta, 2 yeşil soğan, 2 yemek kaşığı margarin, 1 diş sarımsak, 1 bardak krema, tuz, karabiber, yarım bardak haşlanmış mısır, bir avuç haşlanmış bezelye.
Yapılışı:
Patatesler küp küp doğranır, yeşil soğan ve sarımsak ince kesilir ve hepsi salata kasesinde karıştırılır üzerilerine eritilen margarin gezdirilir. Bezelye, mısır ve baharatlar ve en son krema ve yumurtalar eklenir. Soğuk servis edilir.
Ve 3 Seçenekli Salata sosu:
1 yemek kaşığı ince kıyılmış maydanoz
1 küçük ince kıyılmış kuru soğan
4 yemek kaşığı sızma zeytinyağı
2 yemek kaşığı balsamik sirke(1) veya sirke(2) ya da limon suyu(3)
tuz, karabiber
Zeytinyağı, sirke veya limon suyu, tuz ve karabiber çırpma teli ile iyice dövülüdükten sonra maydanoz ve kuru soğana eklenir, soğuk olarak kullanıma
hazır.
Bir de hayal gücünü kullananlar için; mükemmel bir malzemedir patates, misal, haşlanmış doğranmış patatese: turşu salatalık, taze salatalık, mayonez veya süzme yoğurt, doğranmış atom veya marul; haşlanmış kırmızı pancar, ince kesilmiş jambon vs. eklenebilir.
30 Kasım 2012 Cuma
Kayıp
Maneviyat yoksunluğu en korkunç kabusum; duygularından uzaklaşan, onları hapseden, kayıp ruhlu insanlardan korkarım.
İnanırım; bir uyanmak hep var: insanın içinde bir yerde bekleyen. Bazen zor, haykırışlarla ve bitmeyecekmiş gibi görünen ızdırapla, yine de kaçınılmaz.
Eksik bir şeylerin gıcık eden farkındalığından kaçar insan, nefesini tutup hayata atladığı an kaybolur, kendinden gider.
eylül
İnanırım; bir uyanmak hep var: insanın içinde bir yerde bekleyen. Bazen zor, haykırışlarla ve bitmeyecekmiş gibi görünen ızdırapla, yine de kaçınılmaz.
Eksik bir şeylerin gıcık eden farkındalığından kaçar insan, nefesini tutup hayata atladığı an kaybolur, kendinden gider.
eylül
25 Kasım 2012 Pazar
Hayal et ve Yap...
Her gün yeni bir başlangıç ve İnsan bu gerçeği görebildiğinde, onu mümkün kılabilecek güce sahip. Bunaltan sıradanlığa rağmen, koşullara, zamana ve diğer insanlara rağmen hayata yeniden başlayabilir. Eğer isterse, unutulan, ertelenen küçük mutluluklarla ruhunu özgür bırakabilir. Eğer isterse, olanlara, olmayanlara, zamana, koşullara, insanlara olan bakış açısını değiştirebilir. O tüm bunları yapabilecek güçte, ben inanıyorum.
Bazen, edebiyatın(kelimelerin) peşine takılır insan; başkaların hayalleri(anlattıkları) ile mutlu olmak için hazır, uyanana kadar... Uyandığında ise içini acıtan boşlukla yüzleşmek zorunda kalır. Ve o zaman her şeyin aleyhine işlediğine karar verir, karanlık boşluğunda önce kendini sonra tüm dünyasını bitirir. Aklına son gelen-gelmeyen ise kendini değiştirmek, dünyaya bir başka pencereden bakmak olur. Nasihetlerden hoşlanmaz, lakin müptelasıymış gibi onları gizlice almayı bırakmaz, çünkü denenmiş ve onlarla başarmış görünür birileri. Şefkati, sevgiyi, mutlu etmeyi, güldürmeyi, yaşamayı, yaşatmayı ve değişmeyi erteler.
Diğer yandan, ehil kişilerden yardım bekler, çareler arar, akıl ister insan. Kendini kaybettiği labirentten çıkış yolunu bulmaya çalışırken derdini döker, çıkmazlarını son bir umutla açık eder. Sihirli formülü duymak için bekler ve hiç kimse aslında herkesçe bilinen tek gerçeği yüksek ses ile dile getirmez: yaşamak para ile, bedava olan İnsan olmak... Bu yüzden, yaşamak kirli, duygusuz ve maddiyatçı, lakin payesi her ne kadar edebiyatta kalsa da daima kazanan İnsan olur. Bu yüzden, yeni başlangıçlar yaşamak için değil, İnsan olarak var olmak için gerekli...
Basit kelimelerle anlatılmış, yaşanmış, kulaktan kulağa geçen hikayeleri dinlemeyi; Antik Çağ, Uzak Doğu, Batı kültürü masalları okumayı seçer insan, çünkü aklının sınırlarını zorlayacak ne gücü ne de zamanı kalmadığına karar verdi. Teknolojiyi sadece kullanmayı değil, esiri olmayı tercih etti. Bu da bir cehalet devrinin başlangıcı: bir başka zengilik ve bir başka fakirlik yaşatılmakta şimdi. İnsanlığından yoksun(l) kalmaktan başka cehennem var mıdır?..
Parasızken sokakta yaşarsın, aç susuz, paçavralara bürünmüş; yüreğin kırılmaz bir zırhla kaplanır, nefret ve inançsızlıkla savaşa düşersin. Yine de bir sonun olur, bir köprü altında, bir kanalizasyon çukurunda, ve senin yeni başlangıcın benim bakış açımdır sadece. Benim bakış açım senin başlangıcınsa duyacağım muazzam ve inanılmaz hafifliğin adı mutluluk olur. Bu kadar basit, kibir ve siyasete yenilmezsen... Şeytani güçlerin peşine düşmeden, vicdanını susturmadan, yüreğini çırılçıplak edip, sadece içindeki sonsuz Aşk ile başarabilirsin. Bir Son'un değil, bir Başlangıcın farkında olarak.
Her ne kadar elin kolun bağlı da olsa, yine de yapabileceğin bir şey olmalı. Hayal et ve yap. Belki önce kendin için, değişerek...
eylül
Bazen, edebiyatın(kelimelerin) peşine takılır insan; başkaların hayalleri(anlattıkları) ile mutlu olmak için hazır, uyanana kadar... Uyandığında ise içini acıtan boşlukla yüzleşmek zorunda kalır. Ve o zaman her şeyin aleyhine işlediğine karar verir, karanlık boşluğunda önce kendini sonra tüm dünyasını bitirir. Aklına son gelen-gelmeyen ise kendini değiştirmek, dünyaya bir başka pencereden bakmak olur. Nasihetlerden hoşlanmaz, lakin müptelasıymış gibi onları gizlice almayı bırakmaz, çünkü denenmiş ve onlarla başarmış görünür birileri. Şefkati, sevgiyi, mutlu etmeyi, güldürmeyi, yaşamayı, yaşatmayı ve değişmeyi erteler.
Diğer yandan, ehil kişilerden yardım bekler, çareler arar, akıl ister insan. Kendini kaybettiği labirentten çıkış yolunu bulmaya çalışırken derdini döker, çıkmazlarını son bir umutla açık eder. Sihirli formülü duymak için bekler ve hiç kimse aslında herkesçe bilinen tek gerçeği yüksek ses ile dile getirmez: yaşamak para ile, bedava olan İnsan olmak... Bu yüzden, yaşamak kirli, duygusuz ve maddiyatçı, lakin payesi her ne kadar edebiyatta kalsa da daima kazanan İnsan olur. Bu yüzden, yeni başlangıçlar yaşamak için değil, İnsan olarak var olmak için gerekli...
Basit kelimelerle anlatılmış, yaşanmış, kulaktan kulağa geçen hikayeleri dinlemeyi; Antik Çağ, Uzak Doğu, Batı kültürü masalları okumayı seçer insan, çünkü aklının sınırlarını zorlayacak ne gücü ne de zamanı kalmadığına karar verdi. Teknolojiyi sadece kullanmayı değil, esiri olmayı tercih etti. Bu da bir cehalet devrinin başlangıcı: bir başka zengilik ve bir başka fakirlik yaşatılmakta şimdi. İnsanlığından yoksun(l) kalmaktan başka cehennem var mıdır?..
Parasızken sokakta yaşarsın, aç susuz, paçavralara bürünmüş; yüreğin kırılmaz bir zırhla kaplanır, nefret ve inançsızlıkla savaşa düşersin. Yine de bir sonun olur, bir köprü altında, bir kanalizasyon çukurunda, ve senin yeni başlangıcın benim bakış açımdır sadece. Benim bakış açım senin başlangıcınsa duyacağım muazzam ve inanılmaz hafifliğin adı mutluluk olur. Bu kadar basit, kibir ve siyasete yenilmezsen... Şeytani güçlerin peşine düşmeden, vicdanını susturmadan, yüreğini çırılçıplak edip, sadece içindeki sonsuz Aşk ile başarabilirsin. Bir Son'un değil, bir Başlangıcın farkında olarak.
Her ne kadar elin kolun bağlı da olsa, yine de yapabileceğin bir şey olmalı. Hayal et ve yap. Belki önce kendin için, değişerek...
eylül
20 Kasım 2012 Salı
Mayalı Börek, Turtalar ve Pushing Daisies
Ev yapımı ekmek her zaman ilk tercihim olur. Bizim evde öyle fazla ekmek yendiği yok, fakat illa ki bulunur. Karmaşık, birçok aşama gerektiren yerine pratik ve basit tariflerle ekmek macerasına atılıyorum ve bu iş gittikçe daha da hoşuma gitmeye başladı. Hadi hayırlısı.
Bir de turta konusu var. Bir kaç yıl önce evde zevkle seyrettiğimiz Pushing Daisies dizisinden bana bulaşmış, geçen zamana rağmen aklımdan silinip gitmeyen bir merak. Elbette ki turta yapıyorum, meyveli kekler de favorim, lakin birkaç denenmiş tarif -sonuçlar ne kadar başarılı da olsa- yeterli gelmedi. Belki çok müşkülpesent görünürüm, olabilir, memnuniyetim şundan ki sorunum sadece kendimle(sorun? ). Nasıl desem; yapmak istediğim her ne ise onu becerim dahilinde en iyi şekilde kotarmak isterim. Bir güzellik daha var: yarıştığım birileri yok, kanıtlamam gereken bir şeyler de yok, sözüm kendime.
Bahsettiğim dizinin turta yapımı ile alakası başrol oyuncusunun işi olması; aslında Pushing Daisies'in farklı, esrarengiz, fantastik, romantizm, aksiyon ve tabi ki Aşk ile bezenmiş konusu var. Ne yazık ki kısa sürmüştü...
Buna benzer, ya da "mutfaktan geçen" sinema filmleri ve dizilerin insanın üstünde garip bir şekilde etkileri olduğu düşüncesindeyim. Misal: "İkinci Bahar"-Şener Şen ve Türkan Şoray ile. Bir kebapçı dükkanından geçen hayatların dramatik, romantik, neşeli, hüzünlü hikayesi. Sonra; "Baharat, tarçın ve buse", "Yabancı damat", "Çikolata-Chocolat" Johnny Depp-Juliette Binoche, "Ratatouille -Aşçı Fare" ile ve aklıma gelmeyenler...
Bu arada konu yavaş yavaş dağılmaya başladı sanırım, oysa ben ekmekten, mayalı hamurdan vb bahsedecektim güya. Bugün denediğim tarif, uygulaması kolay, çok fazla vakit almayan, iç malzemesi seçenekli mayalı bir hamur işi:
Mayalı Börek
Malzemeler: 2,5-3 su bardağı un, 1 çabuk maya, 1 su bardağı ılık su, 1 tatlı kaşığı şeker, 1 tatlı kaşığı tuz, 2 yemek kaşığı zeytinyağı,
Üstüne: 1 yumurta, 3 yemek kaşığı yoğurt, 1 yemek kaşığı zeytinyağı, tuz
içine sürmek için: 1 çay bardağı zeytinyağı
İç: arzuya göre: peynirli-patatesli-kıymalı-sebzeli(ıspanak, pırasa vs)
Kulak memesi yumuşaklığında mayalı hamur yoğurulur ve kabarması için 30-40 dakika bekletilir. Bu arada tercih edilen bir iç hazırlanır. Hamurdan elma büyüklüğünde beze koparılır ve un yardımı ile ince açılır. Açılan yufkanın üzerine fırça ile zeytinyağı sürüp içten serpiştirilir.
Yufkanın ortası parmak ile delinip dışarıya doğru yuvarlayarak rulo yapılır. Rulo herhangi bir yerden kesilir fırın tepsisine yerleştirilir(ister ortadan başlayıp etrafına sarılır, ister dikdörtgen tepsinin bir ucundan başlayıp yan yana dizilir). Kalan hamur aynı şekilde hazırlanıp börek tamamlanır. 30 dakika tepside kabarması beklenir ve süre sonunda yumurta-yoğurt-yağ karışımı üstüne sürülüp 220 dereceye ısıtılmış fırına verilir. 10 dakika sonunda fırının derecesi
180 yapılır ve 10-15 dakika daha pişirilir. Süre sonunda fırın kapatılır ancak börek 30 dakika daha içinde bırakılır.
Not: içine sürülen yağ miktarı kullanılan iç malzemeye göre değişir; misal: kıyma yağlı ise sadece kavrulduğu yağ yeterli olur.
Afiyet Olsun ve İyi Seyirler...
eylül
Bir de turta konusu var. Bir kaç yıl önce evde zevkle seyrettiğimiz Pushing Daisies dizisinden bana bulaşmış, geçen zamana rağmen aklımdan silinip gitmeyen bir merak. Elbette ki turta yapıyorum, meyveli kekler de favorim, lakin birkaç denenmiş tarif -sonuçlar ne kadar başarılı da olsa- yeterli gelmedi. Belki çok müşkülpesent görünürüm, olabilir, memnuniyetim şundan ki sorunum sadece kendimle(sorun? ). Nasıl desem; yapmak istediğim her ne ise onu becerim dahilinde en iyi şekilde kotarmak isterim. Bir güzellik daha var: yarıştığım birileri yok, kanıtlamam gereken bir şeyler de yok, sözüm kendime.
Bahsettiğim dizinin turta yapımı ile alakası başrol oyuncusunun işi olması; aslında Pushing Daisies'in farklı, esrarengiz, fantastik, romantizm, aksiyon ve tabi ki Aşk ile bezenmiş konusu var. Ne yazık ki kısa sürmüştü...
Buna benzer, ya da "mutfaktan geçen" sinema filmleri ve dizilerin insanın üstünde garip bir şekilde etkileri olduğu düşüncesindeyim. Misal: "İkinci Bahar"-Şener Şen ve Türkan Şoray ile. Bir kebapçı dükkanından geçen hayatların dramatik, romantik, neşeli, hüzünlü hikayesi. Sonra; "Baharat, tarçın ve buse", "Yabancı damat", "Çikolata-Chocolat" Johnny Depp-Juliette Binoche, "Ratatouille -Aşçı Fare" ile ve aklıma gelmeyenler...
Bu arada konu yavaş yavaş dağılmaya başladı sanırım, oysa ben ekmekten, mayalı hamurdan vb bahsedecektim güya. Bugün denediğim tarif, uygulaması kolay, çok fazla vakit almayan, iç malzemesi seçenekli mayalı bir hamur işi:
Mayalı Börek
Malzemeler: 2,5-3 su bardağı un, 1 çabuk maya, 1 su bardağı ılık su, 1 tatlı kaşığı şeker, 1 tatlı kaşığı tuz, 2 yemek kaşığı zeytinyağı,
Üstüne: 1 yumurta, 3 yemek kaşığı yoğurt, 1 yemek kaşığı zeytinyağı, tuz
içine sürmek için: 1 çay bardağı zeytinyağı
İç: arzuya göre: peynirli-patatesli-kıymalı-sebzeli(ıspanak, pırasa vs)
Kulak memesi yumuşaklığında mayalı hamur yoğurulur ve kabarması için 30-40 dakika bekletilir. Bu arada tercih edilen bir iç hazırlanır. Hamurdan elma büyüklüğünde beze koparılır ve un yardımı ile ince açılır. Açılan yufkanın üzerine fırça ile zeytinyağı sürüp içten serpiştirilir.
Yufkanın ortası parmak ile delinip dışarıya doğru yuvarlayarak rulo yapılır. Rulo herhangi bir yerden kesilir fırın tepsisine yerleştirilir(ister ortadan başlayıp etrafına sarılır, ister dikdörtgen tepsinin bir ucundan başlayıp yan yana dizilir). Kalan hamur aynı şekilde hazırlanıp börek tamamlanır. 30 dakika tepside kabarması beklenir ve süre sonunda yumurta-yoğurt-yağ karışımı üstüne sürülüp 220 dereceye ısıtılmış fırına verilir. 10 dakika sonunda fırının derecesi
180 yapılır ve 10-15 dakika daha pişirilir. Süre sonunda fırın kapatılır ancak börek 30 dakika daha içinde bırakılır.
Not: içine sürülen yağ miktarı kullanılan iç malzemeye göre değişir; misal: kıyma yağlı ise sadece kavrulduğu yağ yeterli olur.
Afiyet Olsun ve İyi Seyirler...
eylül
18 Kasım 2012 Pazar
Yolculuk kanımızda var
Yol yorgunu doğar insan, sonra tekrar bir başka yola çıkar.
Vadiler, tepeler arasında kıvrılan bir yolda kimimiz hızlı, kimimiz ağır adımlar atar.
Bazılarımız için bir dönemeç sonrası yol biter, bazılarımız için ufuklara kadar uzar, gider...
Adına yazılanların zaten yazılmış olduğu, söylenenlerin söylenmiş olduğu, ruhu değişmemiş bir hayata uyanıyoruz, her gün.
eylül
Vadiler, tepeler arasında kıvrılan bir yolda kimimiz hızlı, kimimiz ağır adımlar atar.
Bazılarımız için bir dönemeç sonrası yol biter, bazılarımız için ufuklara kadar uzar, gider...
Adına yazılanların zaten yazılmış olduğu, söylenenlerin söylenmiş olduğu, ruhu değişmemiş bir hayata uyanıyoruz, her gün.
eylül
13 Kasım 2012 Salı
İki Kişilik Yemek
Evde eski bir tarif kitabı var, o kadar eski ki cilt kapakları neredeyse bir ağacın kabuğu kadar kuru, sayfaları ise sarı ve kırılgan. Yeniden ciltlemeyi denedim, parmaklarımın arasında kağıt parçacıkları uçuşunca da vazgeçtim. Velhasıl, yıllardır ne zaman içimden aşçılık yapmak gelse ilk onunla buluşurum.
Annem çalışan ve aynı anda mutfakta sihir yapabilen bir kadındı. Şimdi düşünüyorum da, doğru zaman ve doğru yer koşullarında ünlü bir şef aşçı olabilirmiş. Kader işte, mış-miş'ler boş, annem çalışkan, pratik düşünen, becerikli biri olduğundan her işte başarılı oldu. Canım annem...
Lise son sınıftaydım sanırım, hamurumda hamarat ev hanımından eser olmadığını kabullendi ve bu konuda beni hiç zorlamadı. Mutfak ile tanışıklığım yavaş yavaş, sindire sindire oldu. Önce yemek yapmanın o kadar da gerekli olmadığını düşündüm, şarküteriler vardı nasılsa, sonra mutfakta geçirdiğim zamandan keyif aldığımı fark ettim.
Yemek konulu bloglar o kadar çoğaldı ki hangi adresi sık kullananlara eklemeliyim diye şaşırıyorum bazen. Bir konuda iddialı olmak bence sorumluluk almak, bazen de aymazlık olur. İnsan kendini ne kadar geliştirirse geliştirsin illa ki onunla boy ölçüşecek bir başkası bulunur. Asıl kendisiyle rekabet etmeli, hem varabileceği yeri belirlerken kendine şahitlik eder. Ben mi? İddialı değilim, kendimden memnunum sadece.
Fırında iki kişilik köfte
Köfte:
350 gr kıyma, 1 yumurta, 1 büyük kuru soğan, 1 dilim ekmek içi, kekik, füme kırmızı biber, kimyon, tuz, 1-2 diş sarımsak, yarım fincan ılık su
kabı yağlamak için az zeytinyağı
Üstüne:
1 yumurta, 1 küçük kase yoğurt, tuz
az kaşar peyniri rendesi
Hazırlanan köftelik karışım küçük bir fırın kabına bastırarak yerleştirilir, 220 dereceye ısıtılmış fırına verilir. Yumurta ve yoğurt iyice karıştırılır, tuz eklenir. Hazırlanan sos kızarmış olan köftenin üstüne dökülür ve sos pembeleşmeye başladığında kaşar peyniri serpiştirilir tekrar birkaç dakika(kızarana kadar) fırınlanır.
Annem çalışan ve aynı anda mutfakta sihir yapabilen bir kadındı. Şimdi düşünüyorum da, doğru zaman ve doğru yer koşullarında ünlü bir şef aşçı olabilirmiş. Kader işte, mış-miş'ler boş, annem çalışkan, pratik düşünen, becerikli biri olduğundan her işte başarılı oldu. Canım annem...
Lise son sınıftaydım sanırım, hamurumda hamarat ev hanımından eser olmadığını kabullendi ve bu konuda beni hiç zorlamadı. Mutfak ile tanışıklığım yavaş yavaş, sindire sindire oldu. Önce yemek yapmanın o kadar da gerekli olmadığını düşündüm, şarküteriler vardı nasılsa, sonra mutfakta geçirdiğim zamandan keyif aldığımı fark ettim.
Yemek konulu bloglar o kadar çoğaldı ki hangi adresi sık kullananlara eklemeliyim diye şaşırıyorum bazen. Bir konuda iddialı olmak bence sorumluluk almak, bazen de aymazlık olur. İnsan kendini ne kadar geliştirirse geliştirsin illa ki onunla boy ölçüşecek bir başkası bulunur. Asıl kendisiyle rekabet etmeli, hem varabileceği yeri belirlerken kendine şahitlik eder. Ben mi? İddialı değilim, kendimden memnunum sadece.
Fırında iki kişilik köfte
Köfte:
350 gr kıyma, 1 yumurta, 1 büyük kuru soğan, 1 dilim ekmek içi, kekik, füme kırmızı biber, kimyon, tuz, 1-2 diş sarımsak, yarım fincan ılık su
kabı yağlamak için az zeytinyağı
Üstüne:
1 yumurta, 1 küçük kase yoğurt, tuz
az kaşar peyniri rendesi
Hazırlanan köftelik karışım küçük bir fırın kabına bastırarak yerleştirilir, 220 dereceye ısıtılmış fırına verilir. Yumurta ve yoğurt iyice karıştırılır, tuz eklenir. Hazırlanan sos kızarmış olan köftenin üstüne dökülür ve sos pembeleşmeye başladığında kaşar peyniri serpiştirilir tekrar birkaç dakika(kızarana kadar) fırınlanır.
11 Kasım 2012 Pazar
Sanalika
İnternet: hayatı kolaylaştıran teknoloji, elbette kullanım sebepleri göz ardı edilmeyecek kadar önemli. Herneyse; sıkıcı banka işlemlerini şubeye gitmeden, sıra beklemeden, bir-iki tıklamayla halletmek, cilt cilt ansiklopedi karıştırmadan sorulara cevaplar bulmak, alışveriş etmek, vergi, ehliyet, pasaport, sosyal güvenlik ile ilgili işlemde bulunmak gibi kolaylıkların herkes farkında. Blog yazmak ve okumak, sosyal ağlara üye olmak, takip etmek, internet üzerinden iş kurup para kazanmak günümüzde oldukça yaygın.
Diğer yandan, türkçemizin canına okunduğu, çeşit çeşit akımların yaratıldığı, teşhirciliğe varacak düzeyde özel hayatın deşifre edildiği, sanal dolandırıcılığın, siyasi ve dini oluşumların eylem tetikleyicisi, etki altında almak gayesiyle fikir despotluğu yapıldığı yer yine internet. Kısaca; ne için kullanılırsa öyledir...
Albert Einstein nükleer teknolojinin önünü açarken bir ırkın bir diğerini yok edecek silahları hiç düşünmedi. Belki de düşünmeliydi. Belki de tüm bilim adamları ilk önce insan psikolojisi ve davranışları konusunda eğitim almalılar. Çünkü insanın içinde hırs, fesatlık, var olmak için yok etme güdüsü ve bir çok tohum filiz verebilir.
İnsan seçtiği rolün kisvesini hayata taşır. Seçim hakkına sahip, evet, olağanüstü dengenin terazisi kurulmuştur bütününde ve hangi kefenin ağır geldiğini kendisi de farkında, lakin inkar daha kolay...
Aslında özel hayat der demez durup sınırları belirlemeli insan, hem kendisi hem geri kalan herkes için. Aksi halde hiçbir şeyin özelliği kalmaz. Devamında ne saygı, ne onur, ne kişilik kalır; başkalarına göre davranılır, yaşanır, karar verilir. Elbette insan egosu dillere destan, ne oluyorsa ondan dolayı olmuyor mu?..
Aile fotoğrafları duvarları yükseliyor internette, öyle masumane değil, her etkinliğin, hatta atılan her adımın fotoramanı asılı sanal dünyada. Haykırıyorlar sanki, insanın kendine özgüven eksikliğini, başkaları tarafından onaylanma isteğini?!.. Bir kıyas hengamesi ve hep "en" olmayı, hep "çok" olmayı haykırışları yankılanır boşlukta... Peki ya... bana ne?.. Şeytanın sefahati için gözünü yummalı mı insan?..
Mesele internet değil, onunla ne yaptığımızdır.
Kimbilir, belki yüreğimizi unutmak üzereyiz?..
eylül
Diğer yandan, türkçemizin canına okunduğu, çeşit çeşit akımların yaratıldığı, teşhirciliğe varacak düzeyde özel hayatın deşifre edildiği, sanal dolandırıcılığın, siyasi ve dini oluşumların eylem tetikleyicisi, etki altında almak gayesiyle fikir despotluğu yapıldığı yer yine internet. Kısaca; ne için kullanılırsa öyledir...
Albert Einstein nükleer teknolojinin önünü açarken bir ırkın bir diğerini yok edecek silahları hiç düşünmedi. Belki de düşünmeliydi. Belki de tüm bilim adamları ilk önce insan psikolojisi ve davranışları konusunda eğitim almalılar. Çünkü insanın içinde hırs, fesatlık, var olmak için yok etme güdüsü ve bir çok tohum filiz verebilir.
İnsan seçtiği rolün kisvesini hayata taşır. Seçim hakkına sahip, evet, olağanüstü dengenin terazisi kurulmuştur bütününde ve hangi kefenin ağır geldiğini kendisi de farkında, lakin inkar daha kolay...
Aslında özel hayat der demez durup sınırları belirlemeli insan, hem kendisi hem geri kalan herkes için. Aksi halde hiçbir şeyin özelliği kalmaz. Devamında ne saygı, ne onur, ne kişilik kalır; başkalarına göre davranılır, yaşanır, karar verilir. Elbette insan egosu dillere destan, ne oluyorsa ondan dolayı olmuyor mu?..
Aile fotoğrafları duvarları yükseliyor internette, öyle masumane değil, her etkinliğin, hatta atılan her adımın fotoramanı asılı sanal dünyada. Haykırıyorlar sanki, insanın kendine özgüven eksikliğini, başkaları tarafından onaylanma isteğini?!.. Bir kıyas hengamesi ve hep "en" olmayı, hep "çok" olmayı haykırışları yankılanır boşlukta... Peki ya... bana ne?.. Şeytanın sefahati için gözünü yummalı mı insan?..
Mesele internet değil, onunla ne yaptığımızdır.
Kimbilir, belki yüreğimizi unutmak üzereyiz?..
eylül
9 Kasım 2012 Cuma
Affet ATAM
Ölüm geldiğinde hayat gider, çaresizlik kalır yanında, son nefesini verdiğin an'a kadar.
Ölüm geldiğinde, ona henüz hazır olmadığın düşer aklına, bitmeyenlerin peşinde kanatlanır düşünceler.
Gözlerinde bir başka ışığın pırıltısı, yakarışların ruhunu çınlatırken seni kimse duymaz.
Sonra, tarifsiz, kahr eden acıyı hissedersin; kıymetlinden uzakta olacak, onu koklayıp, dokunamayacak olmandan. Ve anlarsın ki, Zaman durduğunda artık bu günahkar dünyada yoksun sen... Başka bir gerçeği yok bu hayatın.
Böyle bir yolculuğa çıkanları bir de uğurlayanları var; gözyaşı ve sessizlikle. Anılar bir bir canlanır, sonra ağır bir sis perdesi girer araya, garip bir huzursuzluk, buruk bir acı müstesna anların müdavimi olur. Yaşananlar bir rüya, hayat bir tiyatro sahnesi, oyun sürmekte...
Ölüme yolculuğumuz varken, yaşadıklarımız sanrıdan başka ne olabilir ki?..
Bu akşam Mustafa Kemal ATATÜRK hakkında yazmak istedim; henüz küçük bir çocuk iken hakkında okuduğum ilk kitabın bendeki etkisinden bahsetmek ve tüm zihnim ve kalbimle onu yad etmek istedim.
Büyük bir isyan yumruk olmuş boğazımda, yutkunamıyorum, ağlayamıyorum, hançer gibi saplanmakta sorular benliğime. Şanlı tarihimize, şehitlerimize, kan denizinden doğan özgürlüğümüze, kötü yola düşürülen demokrasimize, ağlayamıyorum... yazık bize...
eylül
6 Kasım 2012 Salı
Tohumlarımızın Nesli Tehlike Altında!
Binlerce yıllık tarım geleneğini barındıran Anadolu topraklarında yetişen yerli tohumlar yaşamın sürekliliğini temsil ediyor.
Atadan kalma tohumlarımız;
* Lezzetli ve sağlıklı gıdaların temini için birer genetik hazinedir
* Binlerce yıldır değişen koşullara uyum sağlayarak günümüze ulaşmayı başarmış numunelerdir
* Tarımsal biyoçeşitliliğin önemli bir parçası ve yaşamın sürdürülebilirliğinin olmazsa olmazıdır
* Dışarıya bağımlı kalmaksızın ülkemizin gıda güvenliğinin teminatıdır
Ancak bugün Anadolu’ya özgü yerel tohum çeşitliliğimiz yok oluyor. Tek seferlik, ticari tohumların egemenliği nedeniyle gıdamızın ve geleceğimizin güvencesi yerli tohumların nesli tehlike altında! Yeryüzünde zengin çeşitlilikteki yaşamı sürdürebilmek, atalık tohumlarımızı gelecek kuşaklara aktarmamıza bağlı.
TOHUM TAKAS AĞI, yüzyılların bilgisini taşıyan yerli tohumlarımızın korunup yaygınlaşmasını amaçlıyor.
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin, Adım Adım Oluşumu desteğiyle yürüttüğü TOHUM TAKAS AĞI KAMPANYASI’na destek olarak,
* Anadolu’nun dört bir yanındaki ekolojik çiftliklerde yerli tohumların çoğaltılarak paylaşılmasını sağlayacak;
* Bu toprakların yüzlerce yıllık bereketinin, lezzetinin, besin zenginliğinin ve kültürünün gelecek kuşaklara aktarılabilmesi için sağlam patikalar oluşturacaksınız.
Verdiğiniz desteğin her kuruşu binlerce yeni tohuma dönüşecek...
Kredi kartı ile bağış yapmak istiyorsanız: https://www.bugday.org/portal/BagisAdimAdim.php
EFT/havale yoluyla bağış yapmak istiyorsanız:
Alıcı Adı: Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği
Garanti Bankası Karaköy Şubesi - Şube No: 400
Hesap No: 6295240
IBAN No: TR67 0006 2000 4000 0006 2952 40
www.bugday.org - www.yasasintohumlar.org
facebook.com/BugdayDernegi
twitter.com/BugdayDernegi
Twitter paylaşımlarınız için hashtag: #YasasinTohumlar
Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.
Atadan kalma tohumlarımız;
* Lezzetli ve sağlıklı gıdaların temini için birer genetik hazinedir
* Binlerce yıldır değişen koşullara uyum sağlayarak günümüze ulaşmayı başarmış numunelerdir
* Tarımsal biyoçeşitliliğin önemli bir parçası ve yaşamın sürdürülebilirliğinin olmazsa olmazıdır
* Dışarıya bağımlı kalmaksızın ülkemizin gıda güvenliğinin teminatıdır
Ancak bugün Anadolu’ya özgü yerel tohum çeşitliliğimiz yok oluyor. Tek seferlik, ticari tohumların egemenliği nedeniyle gıdamızın ve geleceğimizin güvencesi yerli tohumların nesli tehlike altında! Yeryüzünde zengin çeşitlilikteki yaşamı sürdürebilmek, atalık tohumlarımızı gelecek kuşaklara aktarmamıza bağlı.
TOHUM TAKAS AĞI, yüzyılların bilgisini taşıyan yerli tohumlarımızın korunup yaygınlaşmasını amaçlıyor.
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin, Adım Adım Oluşumu desteğiyle yürüttüğü TOHUM TAKAS AĞI KAMPANYASI’na destek olarak,
* Anadolu’nun dört bir yanındaki ekolojik çiftliklerde yerli tohumların çoğaltılarak paylaşılmasını sağlayacak;
* Bu toprakların yüzlerce yıllık bereketinin, lezzetinin, besin zenginliğinin ve kültürünün gelecek kuşaklara aktarılabilmesi için sağlam patikalar oluşturacaksınız.
Verdiğiniz desteğin her kuruşu binlerce yeni tohuma dönüşecek...
Kredi kartı ile bağış yapmak istiyorsanız: https://www.bugday.org/portal/BagisAdimAdim.php
EFT/havale yoluyla bağış yapmak istiyorsanız:
Alıcı Adı: Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği
Garanti Bankası Karaköy Şubesi - Şube No: 400
Hesap No: 6295240
IBAN No: TR67 0006 2000 4000 0006 2952 40
www.bugday.org - www.yasasintohumlar.org
facebook.com/BugdayDernegi
twitter.com/BugdayDernegi
Twitter paylaşımlarınız için hashtag: #YasasinTohumlar
5 Kasım 2012 Pazartesi
Avatar'ın Fısıldadıkları
Avatar, dünyaya verilmiş bir mesaj: "ben buyum", "bana böye davranın" ve " beklentilerim bunlar", "istediğim işte bu!" diyerek eksiklerimizi yansıtan bir şekil resmi.
Peki, sizin avatarınız ne fısıldıyor?..
Çocuk, bebek, yavru kedi, köpek v.b resmi
Dünyaya mesajı: Ben küçüğüm
Açığı: Çocuklar ne ister? Sevgi, ilgi, şefkat.
Beklentisi: çocuklukta eksik kalan sevgi, alaka.
Görünen: Ailede aşırı veya eksik ilgi sözkonusu. İlk durumda kişi bu peri masalının bitmesini istemez, diğerinde de eksikliklerden dolayı büyüyemez; sonuçta her iki
durumda olgunlaşmamış, çocuksu kişilik sözkonusu. Bu kişi yetişkin ve başarılı olabilir lakin zaman zaman içindeki sevgi, ilgi ve şefkat bekleyen çocuk onu ele
verir. Bu yüzden
Görevi: Büyümek...
Kendi çocuğunun resmi
Dünyaya mesajı: "Benim çocuğum-Ben demek."
Açığı: kendini ve amaçlarını kaybetmiş bir insan; çocuğuyla özdeşleşen, hayatı onunla doldurmayı denemek.
Beklentisi: "Benim yapamadıklarımı çocuğum yapsın, böylece herkes bana saygı duyacak..."
Görünen: Kişinin gerçekleştiremediklerine çocuğu üzerinden ulaşmak istemesi. Dışarıdan ilgili görünen ebeveynler aslında kendi amaçları doğrultusunda hareket ederler.
Görevi: Kendi hayatını yaşasın...
Sevgili ile birlikte fotoğrafı
Dünyaya verdiği mesaj: "Benim bir ilişkim var".
Açığı: Özgüven eksikliği,
Beklentisi: Biri için değerli olmak
Görünen: Özüne saygı eksikliğini ilişkisiyle kapatmaya çalışan kişi.
Görev: Kendini değerli hissetmek
Resmi fotoğraf
(Ünlüyle birlikte, sosyal başarısının ön planda olduğu, pahalı araba, şık giyim)
Dünyaya mesajı: "Ben başarılıyım!"
Açığı: başarılarından emin olmamak
Beklentisi: takdir edilmek ve sevilmek
Görünen: Çocuklukta koşulsuz sevgiden yoksun kalan kişi. Yetişkin olarak içine kapanık, sosyal olmayı beceren lakin yalnız kalmayı tercih eden, maddi değerlere önem veren. Maneviyat ile maddiyatı eşit gören bir kişilik: marka giyindiğinde iyi aksi halde kötü hisseder kendini. Zamanla başarı ve maddiyat onu mutlu edemez olur.
Görev: Maneviayatına yoğunlaşıp iç huzura ulaşmak.
Komik fotoğraf
Dünyaya mesajı: "Gülelim, hiçbir şey o kadar da ciddiye alınmamamlı"
Açığı: kaçış
Beklentisi: alaycılığının desteklenmesi, duygusallığın gereksiz olduğu kabul edilmesi
Görünen: Ailenin komiği(6 yaş civarında şakacı rolü oluşur) mevcut gerginli dağıtan kişi; duygusal acılardan bir nevi kaçış. Bazen sorunlar bu şekilde çözülebilir, bazen ise sorunlardan kaçıştır.
Görev: Sorunlarıyla yüzleşmeli.
Manzara veya doğa fotoğrafı
Dünyaya verdiği mesaj: "Tatil zamanı!"
Açığı: İç huzur eksikliği, büyük bir yorgunluk
Beklenti: Dinlenme ihtiyaçları başkaları tarafından da onaylanmalı
Görünen: İç huzurları kalmamış ve doğaya sezgisel bir ihtiyaç sözkonusu. Kronikleşmiş stres(aile huzursuzluğu, iş veya basitçe yorgunluktan dolayı) oluşmuş.
Görev: Acilen tek başına tatil yapması.
Fotoğrafsız
Dünyaya mesajı: "Bana bakma!"
Açığı: Belli sebepler yok ise(iş, ün): güvende olmamak
Beklentisi: Sınırlarına saygı. Özen ve güvenlik.
Görünen: Gizemli, şüpheci kişilik. Durumu kontrol altında tutmak ister. Çocuklukta başlayan insanlara karşı bir güvensizlik. Anne ve babanın vaatlerini yerine getirmemeleri sonucu olabilir.
Görev: Dünyanın, insanların o kadar kötü olmadığını anlayıp kabul etmesi.
Kaynak
http://irsol.wordpress.com/
3 Kasım 2012 Cumartesi
Tadımlık
Sonbahar bana salkım salkım üzüm hatırlatır. Bağ bozumunda kesilen asma dalları kilerin kirişlerindeki çengellere asılır ve salkımlar taa ocağın başlarına kadar dayanır. Üzüm tanelerindeki tatlı su çekile çekile lezzetli bir şerbete dönüşür, tadına doyum olmaz. Elmalar tek tek kağıda sarılıp kasalara dizilirler, ayvalar henüz tam olgunlaşmamış. Kış kavunları serin kilerin bir başka köşesinde file torbalara konup asılırlar, yere değmemesi lazım. Topu topu üç-dört tane olur, tadımlık,
misafirlik. Yine de en çok kurumaya yüz tutmuş üzüm tanelerinin tadı hoşuma gider.
Uzun süredir yemek tariflerine yer veremedim, belki de o kadar da uzun değil, kayıtlara bakmam lazım sadece. Neyse, önemli değil, uzun kış günlerinde enerji ihtiyacı bir yandan, soğuk diğer yandan sıkıştırınca telafi ederim nasılsa.
Bayram gelip geçti, evde yine baklava(tarifi blogda mevcut) telaşı oldu, geleneksel:
Uzun süredir ilgimi çeken kolay bir tarifi denedim, yine "Büyüksün Patates!" dedirten:-)
İstanbul Köftesi
Köfte:6-7 tuzlu suda haşlanmış orta boy patates, 1 yumurta sarısı ve 2 bütün yumurta
İçi:
300 gr kıyma, tuz, karabiber, kızartmak için az sıvı yağ
Pane:
1 çırpılmış yumurta, az un
Yapılışı:
Patatesler püre yapılır ve 2 tam yumurta ile 1 yumurta sarısı iyice yedirilir. Kıyma kavrulup tuz ve karabiber ile tatlandırılır. Patates karışımından topaklar alıp avuç içinde açılır ve her birinin ortasına kıymalı içten bırakıp kapatılır. Köfteler hafifçe bastırılıp önce una sonra yumurtaya bulanarak kızgın yağda kızartılır.
var lakin onlardan birini örnek alıp yapmadım, daha çok malzemeye göre uyarladım.
Mısırlı Patates Salatası
5-6 haşlanmış orta boy patates
1 mısır konservesiyarım atom salata yaprakları, 1 yeşil biber
1-2 yemek kaşığı mayonez, 1 bardak süzme yoğurt
3-4 yemek kaşığı sızma zeytinyağı, 1-2 diş sarımsak
karabiber, tuz
İstenirse: maydanoz ve ince doğranmış jambon
Yapılışı:
Patatesler küp küp doğranır ve küçük doğranmış diğer malzemeler ile birlikte karıştırılır. Mayonez, zeytinyağı, ezilmiş sarımsak ve süzme yoğurt baharatlandırılır ve salataya eklenir.
Afiyet Olsun...
2 Kasım 2012 Cuma
İstanbul'da Sonbahar
Pastel renkleri, soğuk yağmurları, uyuyakalan sabahları, erken akşamlarıyla geldi sonbahar. Depresif, kararsız hava durumu ve yaprak yaprak dökülen hüzünlü romantizme teslim oldu sokaklar. Trençkotlar, şemsiyeler saçıldı ortalığa, bahçeler ise Van Gogh resimlerini andırır gibi. Sessiz bir sonbaharın içine düştü İstanbul, kah mahzun, kah neşeli.
Bavul hazırlamayı hatırlatır sonbahar, tuhaf bir yolculuk arzusunu hissettirir. Hayallere sarmaşık olmuş düşlere dalarsın; isli vagonların makine yağ kokusu gelir burnuna, tiz sesli düdüğün ıslıklı son çağrısı yankılanır kulağında, rıhtımda yürüdüğünü görürsün ve tuzlu su damlaları yağar üstüne, faytoncunun kamçıyı atların terli bedenlerinde şaklatmasına için burkulur, bavulun ağırlaşır, ağırlaşır... uyanırsın.
Rüzgarın savurduğu tozlu bulutlar arasında yürüyen evsizlerin kabullenilmişliği insanın canını acıtacak keskinlikte. Bulutlar yamalı, eskimiş bir örtüyü tamamlar gibi gri gökyüzünde, kah üşümekte, kah astımlı öksürüğünde boğulmakta İstanbul, bu mevsimde...
eylül
Bavul hazırlamayı hatırlatır sonbahar, tuhaf bir yolculuk arzusunu hissettirir. Hayallere sarmaşık olmuş düşlere dalarsın; isli vagonların makine yağ kokusu gelir burnuna, tiz sesli düdüğün ıslıklı son çağrısı yankılanır kulağında, rıhtımda yürüdüğünü görürsün ve tuzlu su damlaları yağar üstüne, faytoncunun kamçıyı atların terli bedenlerinde şaklatmasına için burkulur, bavulun ağırlaşır, ağırlaşır... uyanırsın.
Rüzgarın savurduğu tozlu bulutlar arasında yürüyen evsizlerin kabullenilmişliği insanın canını acıtacak keskinlikte. Bulutlar yamalı, eskimiş bir örtüyü tamamlar gibi gri gökyüzünde, kah üşümekte, kah astımlı öksürüğünde boğulmakta İstanbul, bu mevsimde...
eylül
28 Ekim 2012 Pazar
Atatürk'ün Cumhuriyeti
Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun...
Bugün
Durmadan dalgalan şanlı bayrağım,
Yurdumun en büyük bayramı bugün.
Ufuklar gül açsın, gülsün toprağım,
Yurdumun en büyük bayramı bugün.
Ağaçlar bezensin, dallar süslensin.
Bahçeler donansın, güller süslensin.
Ata'nın açtığı yollar süslensin.
Yurdumun en büyük bayramı bugün.
Yurt için savaşmak bir şanlı düğün,
Yaşamak duygusu her şeyden üstün,
İstiklal sevdası ufkumuzda gün,
Yurdumun en büyük bayramı bugün.
Tarihe sığmayan şanlar Türk'ündür.
Ölümden korkmayan canlar Türk'ündür.
Bayrağa renk veren kanlar Türk'ündür,
Yurdumun en büyük bayramı bugün.
Ata'mız her zaman kalbimizde hız,
Ülkümüz uğrunda ölmek ahtımız,
Şölenler kurulsun, şenlensin kanımız
Yurdumun en büyük bayramı bugün.
Kanım toprağa katanımız var,
Bayrağın altında yatanımız var,
Destanlar kaynağı vatanımız var,
Yurdumun en büyük bayramı bugün.
Uluğ TURANLIOGLU
27 Ekim 2012 Cumartesi
Böyle Gelmiş, Böyle Geçer Dünya
İyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin diye diye şekle soktuk dar zamanımızı, kısacık geldi hoş anlar, kedere boğulduk, ağlaya, ağlata...
Hayat, midemi bulandırır bazen, o ise biz insanların yaşantısından ibaret. Onu nasıl çağırırsak öyle gelir, nasıl bakarsak öyle görünür, bu yüzden işte bu kadar özeldir insan. Belki buna itiraz ederiz önce, sonra durup durulunca içimizde, kabulleniriz bu acı gerçeği. Masum doğmakla başlar hayat, sonra bir başka insanın yoksunluğu kazınır tertemiz masumiyete. Cehalet, yetersizlik, kötülük, acımasızlık doğuştan olamaz, insanın insana ettikleri sonucu, cahil bırakılmanın, gafletin, kaybolmuşluğun sonucu. Ve biz kıyameti bekliyoruz, oysa hep içindeyiz, kurban ettiğimiz gelecek ile birlikte...
Hayat, türlü şekillerde görünür, farklı, şatafatıyla veya sadeliği ile; kapılır veya sıkılırız ondan, insanlığımızla... Tuzak gibi yaşantılarımız; gizemli, yavan, hüzünlü, hırslı, doludizgin, ağır-aksak, mutlu. Tutsaklarıyız: hayatın.
eylül
Hayat, midemi bulandırır bazen, o ise biz insanların yaşantısından ibaret. Onu nasıl çağırırsak öyle gelir, nasıl bakarsak öyle görünür, bu yüzden işte bu kadar özeldir insan. Belki buna itiraz ederiz önce, sonra durup durulunca içimizde, kabulleniriz bu acı gerçeği. Masum doğmakla başlar hayat, sonra bir başka insanın yoksunluğu kazınır tertemiz masumiyete. Cehalet, yetersizlik, kötülük, acımasızlık doğuştan olamaz, insanın insana ettikleri sonucu, cahil bırakılmanın, gafletin, kaybolmuşluğun sonucu. Ve biz kıyameti bekliyoruz, oysa hep içindeyiz, kurban ettiğimiz gelecek ile birlikte...
Hayat, türlü şekillerde görünür, farklı, şatafatıyla veya sadeliği ile; kapılır veya sıkılırız ondan, insanlığımızla... Tuzak gibi yaşantılarımız; gizemli, yavan, hüzünlü, hırslı, doludizgin, ağır-aksak, mutlu. Tutsaklarıyız: hayatın.
eylül
23 Ekim 2012 Salı
Hayat var
Birbirimizden çok farklıyız; sevinçlerimiz, korkularımız, beklentilerimiz, vazgeçme sebeplerimiz, ten rengimiz bile farklı. Biz ise iki kelam edip, muhabbette anlaşınca, "insanız sonuçta" diyerek, benzerliklerimizi tokuşturmaya bayılırız. Yaradan'ın ilk sınaması bu olmalı: farklılıklarımız; keşke bunun farkında olup yaşasak, değişen çok şey olurdu, üstelik özene bezene yaratılmışız, ihtiyacımız olan herşey içimizde...
Gözlerimi sımsıkı kapatıp denizinin dalgalı sallantısında olduğumu hayal ediyorum. Sonsuzluğun kıyısına ulaşmak için yüzlerce, binlerce sandalın kürekleri çekiliyor...
Gözlerimi yumuyorum, yaşlı bir ormanda olduğumu hayal ediyorum. Gölgelerin içindeki canavarlara rağmen ışığa varmak için sancılı adımlar atılıyor...
Yüreğin sesini bir başka yürek duyabilir sadece, ne akıl ne fikir ile anlaşılabilir yürek dili. Halini ne kadar anlatsa da, satır satır yağsa da Ruh'un insandaki sırrı çözülmez, tutunduğun Aşk olmadıkça...
eylül
19 Ekim 2012 Cuma
Abraham Lincoln: Vampir Avcısı/ Karanlıkla Savaşanlar
Yazar Seth Grahame-Smith'in aynı isimli romanından uyarlanan "Abraham Lincoln: Vampir Avcısı" filminin ilk dakikalarında tereddütlü acabalarımın fısıltısını duydum. Adından dolayı "sıradan bir aksiyon, korku, fantastik film olmamalı" diye düşündüm. Günümüzde ifade özgürlüğünü edepsizliğe vardırmak sık rastlanılır oldu bu yüzdendi tereddütüm. Sonra, kısa sürede tüm süphelerim dağıldı ve zaman hızla geçip film bitti. Jeneriği ekranda akarken "isterdim ki Atatürk için yapılmış olsun..." dedim... Kimbilir, belki çocukça bir tepki, lakin hala aynı fikirdeyim.
İyi seyirler...
Merak edenlere:
Abraham Lincoln hakkında
İyi seyirler...
Merak edenlere:
Abraham Lincoln hakkında
15 Ekim 2012 Pazartesi
Ahşap mandal
Herkesin bildiği, lakin yerine plastiklerini tercih ettiği ahşap mandal ile can sıkıntısını gidermek epey eğlenceli olabilir. Özellikle ilk okul çocuklarının el becerilerini geliştirmeleri açısından yararlı bir uğraşı.
İşte birkaç küçük örnek:
İşte birkaç küçük örnek:
14 Ekim 2012 Pazar
Öğretmen
Öğretmenler gününe daha birkaç hafta varken aklıma düşenleri satırlara dökmek istedim. Açıkçası, o günün yaklaşmış olması düşüncelere sebep olmadı, yaşam ve duyguların kılavuzluğuna teslimim bugün. Uzun-kısa yolculuğumda(yaşam), duygularımla(kalbimin Aşk gözüyle) öğrendiklerime teslimiyetim...
Öğretmek, iyiye ve ne yazık kötüye hizmetinden sabıkalı. Bilgisiz ve becerisiz, muhtaç ve çaresiz doğmaktır yaşam hikayemizin başı, sonrası herkesçe malüm. Hayatın o malüm kısmından önce başlar öğretmenlik lakin, belli bir kisveye bürünmüş, bir mesleğin sınırlarında hapsolmuşluğundan, bu gerçeğin farkına varılmaz.
İnsanın kişilik oluşumuna, yaşam yolunu bulmasına, beceri ve eğilimlerini geliştirmesine etkisi olan insanlara öğretmen derim ben; babamız, annemiz, büyükanne veya büyükbabamız, büyük kardeşlerimiz, eşimiz, dostumuz, matematik, edebiyat veya resim öğretmenimiz, bir yazar, şair, filozof, komşumuz, yol arkadışımız. Bir yabancının bir tek cümlesi, bir çocuğun bakışı bile hayata yeniden başlamanın, her şeyi baştan öğrenmenin-öğretmenin sebebi olabilir. Yaşama yeniden başlamak, aydınlık veya karanlık tarafı seçmek, meleğin veya şeytanın kanatlarında uçmak öğretmek ve öğrenmekten geçer. Bu kadar önemli!..
Minik bir el, hayat kadar yaşlı bir avcun sıcaklığına sığınıp sevgiyi hissettiğinde, güvende olmak nasıldır öğrenir. Duyguları zihne bağlayan köprüde anne sevgisiyle
yürümek, vicdan kapılarını sonsuza kadar açık bırakmak, insanlığı öğrenmek değil mi ki?..
Öğretmenim, şefkatini kattığın bilgilerle var olmayı anlamlı kılmak senin elinde, farkındasın, değil mi?..
eylül
Öğretmek, iyiye ve ne yazık kötüye hizmetinden sabıkalı. Bilgisiz ve becerisiz, muhtaç ve çaresiz doğmaktır yaşam hikayemizin başı, sonrası herkesçe malüm. Hayatın o malüm kısmından önce başlar öğretmenlik lakin, belli bir kisveye bürünmüş, bir mesleğin sınırlarında hapsolmuşluğundan, bu gerçeğin farkına varılmaz.
İnsanın kişilik oluşumuna, yaşam yolunu bulmasına, beceri ve eğilimlerini geliştirmesine etkisi olan insanlara öğretmen derim ben; babamız, annemiz, büyükanne veya büyükbabamız, büyük kardeşlerimiz, eşimiz, dostumuz, matematik, edebiyat veya resim öğretmenimiz, bir yazar, şair, filozof, komşumuz, yol arkadışımız. Bir yabancının bir tek cümlesi, bir çocuğun bakışı bile hayata yeniden başlamanın, her şeyi baştan öğrenmenin-öğretmenin sebebi olabilir. Yaşama yeniden başlamak, aydınlık veya karanlık tarafı seçmek, meleğin veya şeytanın kanatlarında uçmak öğretmek ve öğrenmekten geçer. Bu kadar önemli!..
Minik bir el, hayat kadar yaşlı bir avcun sıcaklığına sığınıp sevgiyi hissettiğinde, güvende olmak nasıldır öğrenir. Duyguları zihne bağlayan köprüde anne sevgisiyle
yürümek, vicdan kapılarını sonsuza kadar açık bırakmak, insanlığı öğrenmek değil mi ki?..
Öğretmenim, şefkatini kattığın bilgilerle var olmayı anlamlı kılmak senin elinde, farkındasın, değil mi?..
eylül
8 Ekim 2012 Pazartesi
Ah
Aslında kim olduğun önemli değil. Hangi sınıfta doğduğun, hangi mertebeye yükseldiğin, elle tutulur nelere sahip olduğun, hiç önemli değil. Elbette hayatını idame etmen için gereklidir tüm bunlar, ve kendince "farklı" olman için... Faturalar, tatiller, şımarıklıklar ve hayata yatırım yapmak için gerekli.
Hayatında duygularını sürekli bastıran bir insanın sonunu düşünemem. Anlık tatminleri için feda ettiklerinin farkına varamayanları düşünemem. Huzursuzluğunu sevdiklerine bedel olarak ödetenleri düşünemem.
İnsan görünmezlik sırrının peşinde, amaçları doğrultusunda... Oysa zaten görünmezdir; duygularla bağlı oldukları dışında herkes için. Basitçe; kim kimin umurunda ki? Yan evde olanlar kimin umurunda. Bir sokak ötede? Bir diğer şehirde?.. Toplum mu? Siyaset ve ticaret için gereklidir, şüphesiz.
Yok, o kadar da katı değildir görüşlerim, lakin olmazsa olmazların farkındayım: eğitim. Belki kitapsız, okulsuz olabilir, lakin yüreksiz, onursuz, vicdanız olmaz... Bir sınırı olmalı aymazlığın, vicdansızlığın, zorbalığın.
Gücüme gidiyor; insanın aptal yerine konması. Dürüst olmayı enayilik, sınıf atlamanın bir amaç ve nimet, ekonomik yetersizliğin basiretsizlik olarak görülmesi gücüme gidiyor. Bir insan bir başka insana bunu nasıl yapabilir, nasıl böyle düşünebilir?.. Toplum statüsü kaygısı vefayı nasıl unutturabilir?.. İnsan kaz gelecek yerin cazibesinde kendini nasıl kaybedebilir?.. Bu hayat sizin yahu, bu nefesler sayılı!.. Sen kimsen, bir bak bakalım kaç canı sevindirdin; beklentisiz, çocuk gibi
güldürdün?.. En pahalı yemeği yedirmekle uğraşmasan da karnını doyursan birinin, olmaz mı?.. Sonunu unutmadan sevinç ve mutluluk dağıtsan olmaz mı?.. Tamam; her neyin varsa senin olsun, dokunma o zaman saf kalplere, bulandırma tertemiz zihinleri, olmaz mı?..
Hepsi bir dolu laftır belki, kimbilir. İşte bu da umurumda değil, iyi mi?.. Gıcıklığım savaş gibi yaşanan hayatlara, beş para etmez hırslara, harcanan zamana.
eylül
Hayatında duygularını sürekli bastıran bir insanın sonunu düşünemem. Anlık tatminleri için feda ettiklerinin farkına varamayanları düşünemem. Huzursuzluğunu sevdiklerine bedel olarak ödetenleri düşünemem.
İnsan görünmezlik sırrının peşinde, amaçları doğrultusunda... Oysa zaten görünmezdir; duygularla bağlı oldukları dışında herkes için. Basitçe; kim kimin umurunda ki? Yan evde olanlar kimin umurunda. Bir sokak ötede? Bir diğer şehirde?.. Toplum mu? Siyaset ve ticaret için gereklidir, şüphesiz.
Yok, o kadar da katı değildir görüşlerim, lakin olmazsa olmazların farkındayım: eğitim. Belki kitapsız, okulsuz olabilir, lakin yüreksiz, onursuz, vicdanız olmaz... Bir sınırı olmalı aymazlığın, vicdansızlığın, zorbalığın.
Gücüme gidiyor; insanın aptal yerine konması. Dürüst olmayı enayilik, sınıf atlamanın bir amaç ve nimet, ekonomik yetersizliğin basiretsizlik olarak görülmesi gücüme gidiyor. Bir insan bir başka insana bunu nasıl yapabilir, nasıl böyle düşünebilir?.. Toplum statüsü kaygısı vefayı nasıl unutturabilir?.. İnsan kaz gelecek yerin cazibesinde kendini nasıl kaybedebilir?.. Bu hayat sizin yahu, bu nefesler sayılı!.. Sen kimsen, bir bak bakalım kaç canı sevindirdin; beklentisiz, çocuk gibi
güldürdün?.. En pahalı yemeği yedirmekle uğraşmasan da karnını doyursan birinin, olmaz mı?.. Sonunu unutmadan sevinç ve mutluluk dağıtsan olmaz mı?.. Tamam; her neyin varsa senin olsun, dokunma o zaman saf kalplere, bulandırma tertemiz zihinleri, olmaz mı?..
Hepsi bir dolu laftır belki, kimbilir. İşte bu da umurumda değil, iyi mi?.. Gıcıklığım savaş gibi yaşanan hayatlara, beş para etmez hırslara, harcanan zamana.
eylül
6 Ekim 2012 Cumartesi
Silah gibidir düşünceler
Bazen, dağın zirvesinden gelen buz gibi akan bir derecik olasım gelir. Taşların üstünden atlaya atlaya kristal berraklığında dökülesim gelir. Bir hareket, bir heyecan, bir maceranın ortasına düşesim gelir. Oysa maceraların hepsinin içindeyim, en baştaki: Hayat. Öyle bir hissettirir ki kendini...
Aşk'ım, "düşüncelere teslim olma sakın" der. Düşüncelerin sağı solu belli olmaz çünkü. Sorgular, yargılar, sonuçlara vardırır düşünceler. Haklı, bence, bir yere kadar.
Silah gibidir düşünceler ve asıl önemli olan ise silahın kimin elinde olduğudur. Kimi; ateş eder, sağı solu ayırt etmeden, sadece kendi güvenliğini-güya- sağladığını düşünerek. Kimi; güçlü olmanın peşinde, silahıyla dize getirme planları kurar, sinsice, hem de nasıl. Kimi;" lazım olur" havasında, yayıla yayıla felaketini bekler...
Bir de onuruyla silahlananlar var, çok da güçlü değildir onların cümleleri, ve aslında silahsızdır...
düşünceleri. Yine de en korkulandır onlar.
Düşüncelerden korkmadım desem, doğruyu söylemiş olurum. Düşüncelerin labirentinde kaybolmayanların zaferine inanmışım bir kere... Bu da bir mesele ya.
Eski bir arkadaş-okuldan-demişti ki: "zor edebiyatın var". Kime veya neye göre zor?.. Sormamıştım.
Herkesin başına gelmiştir: bir kitaba başlarsın ve bir türlü bitmiyor, bitemiyor sayfalar. Mümkün değil, anlayamıyorsun konuyu, bağlayamıyorsun hikayeleri, karakterler bir türlü canlanamıyor zihninde.
Herneyse. Bir süre sonra; belki aylar, yıllar geçmiştir üstünden, pek bir anlaşılır gelir satırlar, oysa aynı yazarın kitabıdır okuduğun... Anlayana...
Belki cilt cilt kitabımın basılmayışı şu zor edebiyatım yüzünden. Karakterlerimin gerçek oluşundan, bir gram hikaye veremediğimdendir, kimbilir. Hikayedendir oysa hayat, lakin hiç de hikaye gibi değil: net, keskin ve sade. İnsanın aklı karışır, değil mi?..
Misal; dost deyip hayatının içine alırsın, elinde olmasa da var edip uzatırsın, zaman, yer demeden yanında olursun ve sonunda onun sadece kara gün dostu olduğunu görürsün. Neyse, buna da şükredip, isyanını içinde bırakırsın: bir ses fısıldar: "sen kimsin ki"... Bu da geçer ve "bir gün, nasılsa anlar" diye düşünürsün ve o bir gün geldiğinde onun için hazır olacağını bilirsin. Al sana hikayeden hayat!.. Edebiyat mı zor şimdi?..
Bana göre bir bulmaca gibidir Hayat, belki bir körebe oyunu. Yavaş yavaş çözülür bilmeceler, anlayan anlar sadece, anlamayan ise düşüne dursun...
eylül
5 Ekim 2012 Cuma
Shape of my Heart
Ağlayan bir çocuğu, zamanı sırtlamış bir ihtiyarı, kaybolmuş bir kedi yavrusunu görüp kalbine keskin bir sancı saplanmadıysa, söylenecek bir söz kalır mı?..
Yağmurda sırılsıklam olmayı özlemediysen, güneşin kızıla boyadığı ufkunda Aşk'ı görmediysen, denizin kıyıya vuran dalgalarda kavuşmayı tatmadıysan; yüreğini kapattığın kafeste çürüttüğünü sana kim söyler?..
Serçelerin cıvıltısıyla neşe dolmadıysan, kirlenen pencere pervazına söylendiysen, imkansızları, özlemleri, yürek yangınlarını, can acısını, hisleri, ah, sana kim anlatır?.. Kim uyandırabilir vicdanını, kim yırtabilir kendini sakladığın kozayı?..
Ne kadar yazıp çizilse de, ne kadar gözyaşı dökülse de, yüzler, binler merhametinden eriyip ölse de, senin yoksun olduklarını senden başka sana hiç kimse veremez...
Ruhundan bir tek ışık hüzmesi düşse, karanlığında yol olacak... Şefkatli elini mazluma uzatsan, bir damla su ile ateşe hükmedersin, ah... Bir bilsen...
eylül
"Kimimiz merhamet, şefkat ve anlayışı öğrenebilmemiz için çok,
çok uzun yol katetmemiz gerekir. " Carlos Santana
4 Ekim 2012 Perşembe
Zaman akıp giderken
Ah, Türkiye'm...
Kainat içinde bir zaman diliminde, bu yaşlı gezegende bir memleket, bir İstanbul. Hayatlar, kaderler, yaşananlar ve yaşananların ortasında kalanlar var. Siyaset, ticaret, yargılanan geçmiş, harcanan bugün, haczedilen yarınların ortasında kalanlar var. Herşey boş, Aşk olmadıkça yürekte... Herşey boş, Aşk ile uyanmadıkça, nefesine karışmadıkça, merhametinde güç bulmadıkça...
Haykırışlar, isyanlar, şehit haberleri, hırs, kin, nefret, kudret söylevleri ve sağır eden bir sessizlik. Şehitlerin her damla kanı ile delik deşik olmuşken yüreklerin şafağını umut etmekten vaz geçmemektir esas olan. Bir milletin en güçlü olduğu vakit bölünmediği vakittir, hatırlamak, hatırlatmaktır esas olan... Velhasıl... her daim esas olan yürek, Aşk'dır...
Aşşşk...
Ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Yüreğimden gelen bir gülümseme düşünceme eşlik etti, sıcacık, sevecen. Ruhumun zavallı bedenime şefkatle sarılışını hissettim ve yüreğimdeki, yanıbaşımdaki Aşk ile şükrettim, yine. Beni, sonsuza kadar terk etmemesini dilediğim, bu anlatılmaz hisse teslim ettiğim için şükrettim.
Hiç gitmediğim yemyeşil vadilerde hür olmayı, ıslanmadığım berrak çağlayanların coşkusunu anladığım, duyduğum, hissettim için şanslıyım, başka ne isteyeyim ki...
Karamsar olmak için birçok neden yaratmış kendine insan, mutlu olmak için ise o nedenleri yok edecek bir mucize beklemiş. Unutmuş. İçinde hapsolan Ruh'u unutmuş ya da uykuya yatırmış, yalan dolan, kandırılmış uykusuna. Hayat, bir kayıp ruhlar ormanı diye yazmıştım sözlüğüme ve aşık olmanın bedeli de bu ormanın ortasında kalmak. Kabuslardan korkmadan geçen Aşk'ın sessiz isyanların hüzün uçurumlarına düşmesi beyhude bir sınama, bir anlık Ay tutulması vakti...
Bazen çok kolay dile gelir sözcükler: seni, hislerini anlatır ve bazen kifayetsiz kalır cümleler. Boğazına tek bir yutkunma takılıp kalır, bir türlü geçmez göğüsünün ortasındaki sızı, kalp ağrısı sanırsın, oysa değil. Ne şan şöhret, ne meta, ne doktordur bu derdin devası, ilacı: içinin içinde. Kat kat sarıp sarmaladığın, kilit kilit üstünde hapsettiğin kendi hakikatinde dermanın...
Henüz yazılmadı yüreğin alfabesi, öyle bir sır ki, bedbaht eden birçok kaderi... Benim istediğim, Aşk'ı ilk dilediğim o an, onu harf harf yazmak... Sonra, ilmek ilmek söküp onu ruhuma sarmak ve hep sadece Aşk olmak, sadece... Tüm renklerine bulanmak istedim, kırmızıyı kanımdan çoğaltıp alev alev yanmak, Aşk ile. Hayat ile kör olmayı değil, Aşk ile bakmayı seçtim ben...
eylül
Kainat içinde bir zaman diliminde, bu yaşlı gezegende bir memleket, bir İstanbul. Hayatlar, kaderler, yaşananlar ve yaşananların ortasında kalanlar var. Siyaset, ticaret, yargılanan geçmiş, harcanan bugün, haczedilen yarınların ortasında kalanlar var. Herşey boş, Aşk olmadıkça yürekte... Herşey boş, Aşk ile uyanmadıkça, nefesine karışmadıkça, merhametinde güç bulmadıkça...
Haykırışlar, isyanlar, şehit haberleri, hırs, kin, nefret, kudret söylevleri ve sağır eden bir sessizlik. Şehitlerin her damla kanı ile delik deşik olmuşken yüreklerin şafağını umut etmekten vaz geçmemektir esas olan. Bir milletin en güçlü olduğu vakit bölünmediği vakittir, hatırlamak, hatırlatmaktır esas olan... Velhasıl... her daim esas olan yürek, Aşk'dır...
Aşşşk...
Ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Yüreğimden gelen bir gülümseme düşünceme eşlik etti, sıcacık, sevecen. Ruhumun zavallı bedenime şefkatle sarılışını hissettim ve yüreğimdeki, yanıbaşımdaki Aşk ile şükrettim, yine. Beni, sonsuza kadar terk etmemesini dilediğim, bu anlatılmaz hisse teslim ettiğim için şükrettim.
Hiç gitmediğim yemyeşil vadilerde hür olmayı, ıslanmadığım berrak çağlayanların coşkusunu anladığım, duyduğum, hissettim için şanslıyım, başka ne isteyeyim ki...
Karamsar olmak için birçok neden yaratmış kendine insan, mutlu olmak için ise o nedenleri yok edecek bir mucize beklemiş. Unutmuş. İçinde hapsolan Ruh'u unutmuş ya da uykuya yatırmış, yalan dolan, kandırılmış uykusuna. Hayat, bir kayıp ruhlar ormanı diye yazmıştım sözlüğüme ve aşık olmanın bedeli de bu ormanın ortasında kalmak. Kabuslardan korkmadan geçen Aşk'ın sessiz isyanların hüzün uçurumlarına düşmesi beyhude bir sınama, bir anlık Ay tutulması vakti...
Bazen çok kolay dile gelir sözcükler: seni, hislerini anlatır ve bazen kifayetsiz kalır cümleler. Boğazına tek bir yutkunma takılıp kalır, bir türlü geçmez göğüsünün ortasındaki sızı, kalp ağrısı sanırsın, oysa değil. Ne şan şöhret, ne meta, ne doktordur bu derdin devası, ilacı: içinin içinde. Kat kat sarıp sarmaladığın, kilit kilit üstünde hapsettiğin kendi hakikatinde dermanın...
Henüz yazılmadı yüreğin alfabesi, öyle bir sır ki, bedbaht eden birçok kaderi... Benim istediğim, Aşk'ı ilk dilediğim o an, onu harf harf yazmak... Sonra, ilmek ilmek söküp onu ruhuma sarmak ve hep sadece Aşk olmak, sadece... Tüm renklerine bulanmak istedim, kırmızıyı kanımdan çoğaltıp alev alev yanmak, Aşk ile. Hayat ile kör olmayı değil, Aşk ile bakmayı seçtim ben...
eylül
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)