Tabureye çıkıp parmaklarımın ucunda dolabın kapağını açıyorum. Şeker kavanozu en arkada, görüyorum, yetişemiyorum. Tabureden tezgahın ucuna geçip bir elimle kapağa sımsıkı tutunup diğerini uzatıyorum kahrolası kavanoza. Parmaklarımın arasına alıp dikkatlice öne çekiyorum; nihayet avcumun içinde. Aşağıya indiğimde karın kaslarımın ağrısı kendini olağanca gücüyle duyurdu, olsun, şekerler için değer. Dilimin ucunda meyvemsi karamel tadı, mutluyum. Annemin işten eve dönüşüne daha birkaç saat var. Kollarımı pencere pervazına dayayıp bekliyorum, bir şeker, bir şeker daha, ellerim yapış yapış...
Uyuyakalmışım, koltuğun sırtına dayandığım yerde, başım ellerimin üstünde, rüya görüyorum. İnanılmaz bir yerdeyim, panayır çadırları kurulmuş her yere, bir türlü görünmüyor sonu. Rengarenk ampuller asılmış gökyüzüne: mavi, kırmızı, yeşil, mor, sarı ışık hüzmeleri bana uzanıyor. Kalabalık burası, insan denizinde yüzüyor gibiyim. Atlıkarıncanın önünde uzun bir kuyruk var, beklemek gelmedi içimden. Bir şarkının peşine düştüm galiba, babamı onu mırıldanırken duymuştum. Yüzü asık bir adamın balonlara ateş etmesini seyrettim biraz, keşke uçurabilseydim onları... Pamuk helvacı elindeki çubuğu bulutlara uzattı, yumuşacık dolandılar üstüne. Hafiften bir korku düştü içime, yabancısıyım bu panayırın...
Asfalta yansıyan güneşin sıcaklığından seraplar yükseliyor, terden sırılsıklam yürüyorum. Yolun iki yanında kiraz ağaçları, meyve yüklü dalları neredeyse yere değecek. Gökyüzü öyle ıssız, öyle yalnız kalmış güneş, ağlamak geldi içimden... Yürüyorum, dümdüz, tepesiz, tümseksiz, çukursuz, ufuklara
uzanan vadinin ortasında. Ağaçların gölgesinde dinlenip serapları seyrediyorum. Başımı kaldırıp dallara asılan kiraz kokulu şekerlere elimi uzatıyorum...
eylül
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder