Hiç bir hazinenin satın alamadığı, hiçbir bedelin karşılığı olmayan huzuru sorma bana. O duygunun hissettirdiklerini anlatabilmeyi çok isterim. Bildiğim şu ki, hissetmek kadar berrak olsaydı anlatmak, hayat bambaşka olurdu. O zaman insan, ruhuna ait huzur ile, hayatı farklı kılabilir, hatta bunu yapardı. Bunun olmasını çok isterdim.
Hayatın karanlık yağmurlarından korkuyorum. Ruhunu terk edenlerden, huzursuz yüreklerden korkuyorum. Kendim için değil...
Nasıl böyle körü körüne yürüyorsun, kaderinin çizdiği yolda? Neleri görmemen için yemin ettirildi sana? Tükenmez hırslarını fark etmem için kalabalıkların arasına karışmam gerekmez, simsiyah bir bulut birikmiş üstünde, farkında bile değilsin.
Bir çok kez çıldırmış olmayı diledim. Sanmıştım ki, hiçbir şeyin farkında olmamak daha kolaydır. Gördüklerimi düşüncelere dökmek korkutmuştu, aklımı kaybetmeyi yeğledim. Sonra anladım ki bu daha zor. Hapsolmak, nefessiz kalmak gibi. Düşün; çığlıkların hepsi kilit altında, ışıksız ve sessiz. Duyguları isimsiz ve sahipsiz bırakmak, çıldırmak gibi.
Şarkılar yazdım. Şiirlerimdi notalara takılan ve müzik yüreğimin içinden aktıkça yenilenmeyi yaşadım. İnanç ile beklemeyi, sabır ile bekleyip inanmayı hissettim. Cümleleri biriktirmedim, şiirlerimin tek bir mısrasını bile saklamadım, düşünmedim bile. Elime konmuş mavi bir kuş misali uçmasını izledim, yazdığım her kelimenin. Gelişlerinin sebebi var diye, gitmeleri gerekirdi... Tıpkı senin de gitmen gerektiği gibi. Benim gibi... O mavi kuş hala kanat çırpmakta, kelimelerim bitmedi hala.
Huzuru sormuştun, anlatmadım, değil mi?.. Hayatı anlatırım, rengini, sesini uzun uzun yazabilirim. Benzetmelerle güzelleştirebilirim hayatı, heyecanlı, neşeli veya hüzünlü hikayelere dökebilirim. Belki sonra hayat bir senaryo olur, sonra film, reytinglerle ömrü biçilen bir televizyon dizisi, falan... Politikayı yazabilirim, taraf olmayı, taraf tutmayı, birbirimizden hiç farkımız yokken, yabancılaşırız... Neden? - diye haykırabilirim, anlam vermeyebilirsin ve işte o zaman birimiz çıldırmanın eşiğinde o karanlık bulutun yıldırımı olabilir...
Huzuru sorma, tarifsizdir...
eylül
Bu Blogda Ara
31 Mayıs 2012 Perşembe
28 Mayıs 2012 Pazartesi
Sütlaç
Herkesin evinde pişen, çok da muhabbeti edilmeyen lezzetli, masum bir tatlı çeşidi. Aslında sadece tarifini yazmayı düşünmüştüm, ocakta pişenin ve de fırında olanın, sonra düşündüm ki, haksızlık olur, öyle sessiz sedasız geçiştirmek bu konuyu. Pek de lafı edilmez, lakin sıkça bulunur sofralarda, adlandırılmayan bir farkı var, seslendirilmeyen bir etkisi. Kimbilir, belki abartı gibi görünür yazdıklarım, olabilir, herkesin fikri kendine nasılsa, değil mi?.. Tercih meselesi.
Blogumda her ne kadar yemek tarifleri üzerine yoğunlaşmıyorsam da, mutfağa girmenin, farklı lezzetler yaratmanın heyecanının yabancısı olmadım. Yemek pişirmenin hiç de basit bir eylem olmadığının inancını taşıyorum. Baharatların yerinde ve dozunda kullanılması gerekir. Salçanın tadı kullanılan malzemenin tadını bastırmaması gerekir. Yağlar ile ilgili hassasiyetim ise farklı. Ve tüm bunlar yemek pişirmenin basit değil hatta komplike bir olay olduğu açık etmekte.
Belki bu konuda bir gün uzun uzun yazabilirim.
İlk sütlaç tarifimi yıllar önce eski bir yemek kitabında bulup pişirmiştim:
Tencere Sütlacı
Malzemesi: 1 Lt süt, 1Lt su, 1 su bardağı pirinç, 1,5 veya daha az su bardağı toz şeker(çok tatlı sevenler için 1,5 bardak), 1 tutam tuz, tarçın
1 Lt su bir tutam tuz ile kaynamaya bırakılır. Kaynadığında pirinç eklenerek pişirilir. Pirinç piştikten sonra -ki bu arada suyu da çekmiştir- 1 Lt süt eklenir. Süt de kaynamaya başladığında şeker eklenerek sütlacın kıvam alması beklenir. Fazla koyulaşmadan ocaktan alınmalı(soğuduktan sonra zaten koyulaşacağı unutulmamalı). Üzerine tarçın serpiştirilir.
Fırın Sütlaç
Malzemesi: 1Lt süt, 0,5 su bardağından az pirinç, 1 su bardağı toz şeker, 1 yumurta sarısı, 1 tepeleme yemek kaşığı buğday nişastası, 1 tutam tuz
Pirinç kaynamakta olan suya, bir tutam tuz ile birlikte atılır. Taneler uzadığında 1 bardak süt ayırıp kalan süt ve şeker pirince eklenir. Ayrılan sütte eritilen nişasta ocağa alınarak muhallebi gibi pişirilir, kaynamaya başlamadan ateşten alınıp devamlı karıştırarak biraz soğutulur. Yumurta sarısı nişastalı karışıma iyice yedirildikten sonra sütlaçtan bir miktar eklenir sonra ise sütlacın içine karıştırılır. Ateşe dayanıklı kaplara pay edilen sütlaç su banyosunda(fırın tepsisine kapların yarısına kadar gelen su doldurulur) 200 derecede fırınlanır.
Blogumda her ne kadar yemek tarifleri üzerine yoğunlaşmıyorsam da, mutfağa girmenin, farklı lezzetler yaratmanın heyecanının yabancısı olmadım. Yemek pişirmenin hiç de basit bir eylem olmadığının inancını taşıyorum. Baharatların yerinde ve dozunda kullanılması gerekir. Salçanın tadı kullanılan malzemenin tadını bastırmaması gerekir. Yağlar ile ilgili hassasiyetim ise farklı. Ve tüm bunlar yemek pişirmenin basit değil hatta komplike bir olay olduğu açık etmekte.
Belki bu konuda bir gün uzun uzun yazabilirim.
İlk sütlaç tarifimi yıllar önce eski bir yemek kitabında bulup pişirmiştim:
Tencere Sütlacı
Malzemesi: 1 Lt süt, 1Lt su, 1 su bardağı pirinç, 1,5 veya daha az su bardağı toz şeker(çok tatlı sevenler için 1,5 bardak), 1 tutam tuz, tarçın
1 Lt su bir tutam tuz ile kaynamaya bırakılır. Kaynadığında pirinç eklenerek pişirilir. Pirinç piştikten sonra -ki bu arada suyu da çekmiştir- 1 Lt süt eklenir. Süt de kaynamaya başladığında şeker eklenerek sütlacın kıvam alması beklenir. Fazla koyulaşmadan ocaktan alınmalı(soğuduktan sonra zaten koyulaşacağı unutulmamalı). Üzerine tarçın serpiştirilir.
Fırın Sütlaç
Malzemesi: 1Lt süt, 0,5 su bardağından az pirinç, 1 su bardağı toz şeker, 1 yumurta sarısı, 1 tepeleme yemek kaşığı buğday nişastası, 1 tutam tuz
Pirinç kaynamakta olan suya, bir tutam tuz ile birlikte atılır. Taneler uzadığında 1 bardak süt ayırıp kalan süt ve şeker pirince eklenir. Ayrılan sütte eritilen nişasta ocağa alınarak muhallebi gibi pişirilir, kaynamaya başlamadan ateşten alınıp devamlı karıştırarak biraz soğutulur. Yumurta sarısı nişastalı karışıma iyice yedirildikten sonra sütlaçtan bir miktar eklenir sonra ise sütlacın içine karıştırılır. Ateşe dayanıklı kaplara pay edilen sütlaç su banyosunda(fırın tepsisine kapların yarısına kadar gelen su doldurulur) 200 derecede fırınlanır.
27 Mayıs 2012 Pazar
Yeşil fasulye çorbası
Malzeme: 1-2 avuç yeşil fasulye, 1 kuru soğan, 1 havuç, 3 yemek kaşığı pirinç, tuz, karabiber, az tereyağı veya sıvı yağı
Terbiyesi: 1 yumurta, 2-3 kaşık yoğurt
Fasulyeler küçük doğranır, havuç ve kuru soğan küçük kesilir, hepsi tuz eklenmiş kaynar suyun içine atılır. Haşlanırken, tat vermesi için, az miktarda yağ eklenir. Sebzeler yumuşadığında yıkanıp süzülmüş pirinç eklenerek pişmeye bırakılır. Çorba ocaktan alınır ve terbiyesi hazırlanır. 1 yumurta yoğurt ile birlikte çırpılır, sos kabında, kısık ateşte sürekli karıştırarak muhallebi gibi kısa süre pişirilir. Kaynamaya başlamadan koyulaşmış olan terbiyeye çorba suyundan ilave edilerek akışkan hal alması sağlanır(kesilmemesine dikkat ederek sürekli karıştırılır). Karabiber ve tuz ile tatlandırılır.
Terbiyesi: 1 yumurta, 2-3 kaşık yoğurt
Fasulyeler küçük doğranır, havuç ve kuru soğan küçük kesilir, hepsi tuz eklenmiş kaynar suyun içine atılır. Haşlanırken, tat vermesi için, az miktarda yağ eklenir. Sebzeler yumuşadığında yıkanıp süzülmüş pirinç eklenerek pişmeye bırakılır. Çorba ocaktan alınır ve terbiyesi hazırlanır. 1 yumurta yoğurt ile birlikte çırpılır, sos kabında, kısık ateşte sürekli karıştırarak muhallebi gibi kısa süre pişirilir. Kaynamaya başlamadan koyulaşmış olan terbiyeye çorba suyundan ilave edilerek akışkan hal alması sağlanır(kesilmemesine dikkat ederek sürekli karıştırılır). Karabiber ve tuz ile tatlandırılır.
25 Mayıs 2012 Cuma
Aşk ile
Hayatı sorgulamak sonu olmayan bir boşluğa düşmek gibi. Tutunacak bir yer bulduğunu, çıkış olacak bir dehliz gördüğünü sanırsın, bir anlık, sonra aynı düşüşte uyanırsın.
Hayatın kendisi bir boşluk belki ve insan ömrü boyunca onu doldurmaya çalışır, karınca misali ordan oraya yükünü taşır durur, tekrar ve tekrar...
Gözlerimi kapatıp, düşlerimin aralanan kapısından adım attığımda kendimi bir tepenin ıssız yalnızlığında bulurum. Tüm rüzgarların buluştuğu yerde, her birinin fısıltısında farklı
hikayeler, kelimeler yağar üstüme. Hepsini biriktirip yerden göğe uzanan bir duvarın içine örüp, Hayat'ın soğuk, umursamaz yüzünü zihnime kazımak için her taşa acı ve mutluluğun haykırışını hapsederim. İnancım bu yüzden; yatırıldığın uykudan uyanman, yüreğinin sesine kulak vermen, kadehini dolduran veya boş bırakan Hayat panayırından uzaklaşıp kendine dönmen elinde...
Şüphesiz, yaşam'dan, doğmak ve büyümekten, başarmanın koşullarından bahsetmemi, güçlü, hatta yenilmez olmanın sırlarını satır aralarında bulmayı beklersin. Yok öyle sır, öyle bir kolaylık yok, özünden ödün vermekten başka bir yol yok, arkadaşım. Bu yüzden ben, her adım attığımda çarpıyorum taştan duvarıma, kendimde kalmak için, yara bere içinde kalsam da, kendi yolumda olmak için var olduğumun farkındayım.
Görüyorum; ne kadar yalnız olduğunu unutmuşsun, kalabalığı doldurdukça içine daha da kaybolduğunu görüyorum... Korktuğunu ve sana ait olan korkunun baktığın her şeye yansıdığını görüyorum. Aynada hırslarını fark edip ürperdiğini anlıyorum, kaçışlarından. Bir istiridye kabuğu gibi açılıp kapandığında ruhun hayat ile sonsuzluk arasında hapsolur, farkında mısın?..
Yalnızlığının aslında Aşk olduğunu fark etmen için kaç ömür gerekli sana?.. Bilmiyorsun, hayat okulunda yok öyle bir ders, ideoloji, rehber. Kimbilir, nasıl da burun kıvırmışsındır, aşktan meşkten bahsedildiğinde. Kelebekler, çiçekler, kalp çarpıntısı, şehvetli dokunuşlar, içgüdü deyip sessiz sedasız, gizli saklı, yasaklı poşetli heyecanlar diye geçiştirip Aşk'a sırt çevirmişsindir belki. Hiç anlamadan, yüreğini dinlemeden, ruhunu bedenine esir edip sadece Hayat'ı yaşamayı seçmişsindir belki... Kafesini seçtiysen kula isyanın neden?..
Oysa Aşk...
Oysa Ruh ancak Aşk ile mucizeleri gerçek kılabilir. Görmezden geldiğin, imkansız diye kabullendiğin, lime lime edip sevgilere böldüğün, zamana teslim ettiğin, inancını
yitirdiğin Aşk, içinde ördüğün zindanın duvarları arkasında her nefes seni beklemekte. İnanman yeter.
eylül
Hayatın kendisi bir boşluk belki ve insan ömrü boyunca onu doldurmaya çalışır, karınca misali ordan oraya yükünü taşır durur, tekrar ve tekrar...
Gözlerimi kapatıp, düşlerimin aralanan kapısından adım attığımda kendimi bir tepenin ıssız yalnızlığında bulurum. Tüm rüzgarların buluştuğu yerde, her birinin fısıltısında farklı
hikayeler, kelimeler yağar üstüme. Hepsini biriktirip yerden göğe uzanan bir duvarın içine örüp, Hayat'ın soğuk, umursamaz yüzünü zihnime kazımak için her taşa acı ve mutluluğun haykırışını hapsederim. İnancım bu yüzden; yatırıldığın uykudan uyanman, yüreğinin sesine kulak vermen, kadehini dolduran veya boş bırakan Hayat panayırından uzaklaşıp kendine dönmen elinde...
Şüphesiz, yaşam'dan, doğmak ve büyümekten, başarmanın koşullarından bahsetmemi, güçlü, hatta yenilmez olmanın sırlarını satır aralarında bulmayı beklersin. Yok öyle sır, öyle bir kolaylık yok, özünden ödün vermekten başka bir yol yok, arkadaşım. Bu yüzden ben, her adım attığımda çarpıyorum taştan duvarıma, kendimde kalmak için, yara bere içinde kalsam da, kendi yolumda olmak için var olduğumun farkındayım.
Görüyorum; ne kadar yalnız olduğunu unutmuşsun, kalabalığı doldurdukça içine daha da kaybolduğunu görüyorum... Korktuğunu ve sana ait olan korkunun baktığın her şeye yansıdığını görüyorum. Aynada hırslarını fark edip ürperdiğini anlıyorum, kaçışlarından. Bir istiridye kabuğu gibi açılıp kapandığında ruhun hayat ile sonsuzluk arasında hapsolur, farkında mısın?..
Yalnızlığının aslında Aşk olduğunu fark etmen için kaç ömür gerekli sana?.. Bilmiyorsun, hayat okulunda yok öyle bir ders, ideoloji, rehber. Kimbilir, nasıl da burun kıvırmışsındır, aşktan meşkten bahsedildiğinde. Kelebekler, çiçekler, kalp çarpıntısı, şehvetli dokunuşlar, içgüdü deyip sessiz sedasız, gizli saklı, yasaklı poşetli heyecanlar diye geçiştirip Aşk'a sırt çevirmişsindir belki. Hiç anlamadan, yüreğini dinlemeden, ruhunu bedenine esir edip sadece Hayat'ı yaşamayı seçmişsindir belki... Kafesini seçtiysen kula isyanın neden?..
Oysa Aşk...
Oysa Ruh ancak Aşk ile mucizeleri gerçek kılabilir. Görmezden geldiğin, imkansız diye kabullendiğin, lime lime edip sevgilere böldüğün, zamana teslim ettiğin, inancını
yitirdiğin Aşk, içinde ördüğün zindanın duvarları arkasında her nefes seni beklemekte. İnanman yeter.
eylül
23 Mayıs 2012 Çarşamba
Aradığınız Emlak Hurriyetemlak.com'da!
Emlağa dair her şeyi tek çatı altında buluşturan www.hurriyetemlak.com, çok seçenekli güncel ve detaylı ilanlarıyla, gelişmiş arama özellikleri ve kullanıcı dostu tasarımıyla, sektöre dair güncel haberleri ve istatistiki bilgileriyle, tam anlamıyla emlak sektörünün nabzını tutuyor.
Satılık ve kiralık daireler, ofisler, iş yerleri ve tüm konut projelerini bulabileceğiniz www.hurriyetemlak.com, sunduğu çok sayıda seçenekle size aradığınız emlağı mutlaka bulma olanağı sağlıyor.
İlanlarda okul, hastane, restoran, alışveriş merkezi gibi çevre bilgilerine ulaşabiliyorsunuz. Video desteğiyle gayrimenkulü içindeymişcesine izleyebiliyorsunuz. Baktığınız evin ya da iş yerinin net konumunu harita üzerinde görebiliyorsunuz.
Bu kadar kolaylık ve çok seçenek varken www.hurriyetemlak.com’da, aradığınız emlağı ya da emlağınızın talibini bulmanız an meselesi!
Bir bumads advertorial içeriğidir.
Satılık ve kiralık daireler, ofisler, iş yerleri ve tüm konut projelerini bulabileceğiniz www.hurriyetemlak.com, sunduğu çok sayıda seçenekle size aradığınız emlağı mutlaka bulma olanağı sağlıyor.
İlanlarda okul, hastane, restoran, alışveriş merkezi gibi çevre bilgilerine ulaşabiliyorsunuz. Video desteğiyle gayrimenkulü içindeymişcesine izleyebiliyorsunuz. Baktığınız evin ya da iş yerinin net konumunu harita üzerinde görebiliyorsunuz.
Bu kadar kolaylık ve çok seçenek varken www.hurriyetemlak.com’da, aradığınız emlağı ya da emlağınızın talibini bulmanız an meselesi!
Bir bumads advertorial içeriğidir.
20 Mayıs 2012 Pazar
Telkin
TƏLQİN
SABAHIN,
SABAHIN XEYİR MƏNİM SON DAŞIM,
DOĞULAN GÜNDƏN MƏNİM YOLDAŞIM
QORXULARIMDAN ÇIXAN SİR DAŞIM
OLDU QANINA QALTAN
GÜNORTAN,
GÜNORTAN XEYİR YARILAN QAŞIM
YARIMÇIQ QALAN MƏNİM SAVAŞIM
CANIMI ALAN DOĞMA QARDAŞIM
ƏRİDİ MƏNİM ŞAMIM
AXŞAMIN,
AXŞAMIN XEYİR MƏNİM BAŞ DAŞIM,
BOYUMU ÖLÇƏN UZUN QAMIŞIM
APARA BİLMƏDİYİM DAŞ QAŞIM
CANDAN DOYMAYAN YAŞIM
QORXURAM
QORXURAM ATDIĞIM SƏHV ATDIMLARDAN,
KEÇƏ BİLMƏDİYİM İMTAHAMLARDAN,
SOL ƏLİMƏ VERİLƏN KİTABLARDAN,
QARŞIDAKİ SORĞU SUALDAN
QORXURAM
QORXURAM İSTİDƏN, YANAN ALOVDAN,
SUSUZLUQDAN ÇATLAYAN DODAQLARDAN,
İÇİMDƏ QAYNAYAN DURU POLADDAN,
YUXARIDA DURAN PAKLARDAN
QORXURAM
BAĞLI AĞIZ, HƏRƏKƏTSİZ ƏLLƏRDƏN,
RAQİBİN VERDİYİ HƏQİQƏTLƏRDƏN,
ÖLMÜŞ QARDAŞ CƏSƏDİNİ YEMƏKDƏN,
MƏN-NƏKİRƏ NƏSƏ DEMƏKDƏN.
En İstanbul
Hiç kıyaslamadım farklı yılların İstanbul'unu. Semtlerin, yolların, mekanların iyi veya kötü hallerini düşünmedim. Hep güzel göründü bana bu rengarenk şehir. Bazen küstah ve kibirli, bazen ise sahiplenici ve sevecen yüzünü gösterdi. Duygularımla oynaşmayı pek de iyi bildi.
İstanbul'un nefes alışlarında nutkum tutulmuştur her daim. Kah eli öpülesi, yılları sırtlanmış bir öke gibidir, kah yerinde duramayan şımarık bir kız çocuğu , bağrıma basasım gelir. Panayır yerlerinde kalbini bırakan şuh bir roman kadını, Marmara'da sevdanın hüznünden boğulan kadersiz bir yetim. Her yüzü bir başkadır İstanbulun, değişmeyen bir tek şey var: Aşk kokar, isimsiz, şekilsiz, sonsuz, masmavi.
eylül
Ahh, İstanbul...
İstanbul'un nefes alışlarında nutkum tutulmuştur her daim. Kah eli öpülesi, yılları sırtlanmış bir öke gibidir, kah yerinde duramayan şımarık bir kız çocuğu , bağrıma basasım gelir. Panayır yerlerinde kalbini bırakan şuh bir roman kadını, Marmara'da sevdanın hüznünden boğulan kadersiz bir yetim. Her yüzü bir başkadır İstanbulun, değişmeyen bir tek şey var: Aşk kokar, isimsiz, şekilsiz, sonsuz, masmavi.
eylül
Ahh, İstanbul...
19 Mayıs 2012 Cumartesi
17 Mayıs 2012 Perşembe
İstanbul'a dair
Ah, İstanbul... Ben senden kaçıp gitsem de kalacaksın içimde... Öyle bir kalacaksın ki, sana dair ne varsa İstanbul, acıta acıta üstüme gelecek... Sana dair ne varsa, dudağımın kenarında unutulmuş bir mutlu gülümseme olacak... Bir kere kapıldım ya sihrine, zehir içirsen şerbet diye yutkunurum... Sokaklarını, kendini gizleyen güzel kuytularını, arsız gecelerini, masum sabahlarını, sensiz gündüzlerini sevdim be İstanbul! Sabrını, suskunluğunu sevdim. Gecenin en sessiz vaktinde yaralarına bakıp içini çekmeni... Asaletini sevdim; karanlık çıkmazlarda kanarsın da çığlıklarını kimseye duyurmazsın... Yokuşlarını sevdim, eski taş merdivenlerini. Her bir basamağa oturduğumda üstünden gelip geçenlerin hikayelerini anlatmanı sevdim... Binbir yüzünü sevdim, seslerini, ışıklarını... Sokak köpeklerinin nemli gözlerinde anlamsız hüznü görmeyi öğrettin bana... Kaybolmayı öğrettin. Kendimi bulduğum için şükretmeyi...
İstanbul... Herkesin ve kimsenin şehri... Kadın olduğunu düşünmüşümdür; sıcak, sımsıcak bir kadın... Alev alev saçların, yemyeşil gözlerin var diye düşündüm. Şuh kahkahalarının ardında aslını gizlediğini... Upuzun eteklerini savurduğunu kıyıdan kıyıya, beyaz gerdanında mavi boncuklar dizili. Atlıkarıncanın üstündeki kadına benzetirdim seni... Lunapark güzeli...
Deniz kızına benzetirdim Seni; aşık olup kıyıda kalmayı seçmiş deniz kızı... Martıların haykırışlarıyla yırtılır hasret gömleğin, her an... Dalgaların her biri derinlerden Sana bir çağrı... Yüreğin kıyıda...
Çocukluğu olmayan yaşlı bir adam olduğunu düşündüm... Düşlerinde oyuncaklarını bekleyen... Yaşlı ama yaşlanmamış, yüreği çocuk bir adam... Gözlerinde durmuş iki damla yaş, yüzünün her karesinde bir sır... Her kırışığında çıkmaya hazır masum sevinçler gizlenmiş... Bakışları gökyüzü... Balonlarını uçurmuş bir çocuğun bakışlarına benzer gökyüzün İstanbul...
Bana Aşk' ı fısıldadın İstanbul... Aşk olmamı bekledin... Aşk oldum, gördün... Aşk ile eridim, şahit bir Sen' din İstanbul. Gecelerine sarıldım, göz yaşlarım bulaştı gecelerine... Martılarını benim için uçurdun, gökyüzü benim için maviye boyandı... Dalgaların köpüğünde alıp götürdün, kavuşturdun hayallerime... Aşk'ın içindeki sabrı fısıldadın bana... Aşk'ı doladın dilime... Aşk ile buluşturdun, ağırladın sahilinde, sabahlara kadar... Ben Aşk oldum İstanbul!.. Her şeyimi bir Sana anlattım...
Şimdi sıra sende; gitmek mi, kalmak mı zor, söyle İstanbul?..
eylül
İstanbul... Herkesin ve kimsenin şehri... Kadın olduğunu düşünmüşümdür; sıcak, sımsıcak bir kadın... Alev alev saçların, yemyeşil gözlerin var diye düşündüm. Şuh kahkahalarının ardında aslını gizlediğini... Upuzun eteklerini savurduğunu kıyıdan kıyıya, beyaz gerdanında mavi boncuklar dizili. Atlıkarıncanın üstündeki kadına benzetirdim seni... Lunapark güzeli...
Deniz kızına benzetirdim Seni; aşık olup kıyıda kalmayı seçmiş deniz kızı... Martıların haykırışlarıyla yırtılır hasret gömleğin, her an... Dalgaların her biri derinlerden Sana bir çağrı... Yüreğin kıyıda...
Çocukluğu olmayan yaşlı bir adam olduğunu düşündüm... Düşlerinde oyuncaklarını bekleyen... Yaşlı ama yaşlanmamış, yüreği çocuk bir adam... Gözlerinde durmuş iki damla yaş, yüzünün her karesinde bir sır... Her kırışığında çıkmaya hazır masum sevinçler gizlenmiş... Bakışları gökyüzü... Balonlarını uçurmuş bir çocuğun bakışlarına benzer gökyüzün İstanbul...
Bana Aşk' ı fısıldadın İstanbul... Aşk olmamı bekledin... Aşk oldum, gördün... Aşk ile eridim, şahit bir Sen' din İstanbul. Gecelerine sarıldım, göz yaşlarım bulaştı gecelerine... Martılarını benim için uçurdun, gökyüzü benim için maviye boyandı... Dalgaların köpüğünde alıp götürdün, kavuşturdun hayallerime... Aşk'ın içindeki sabrı fısıldadın bana... Aşk'ı doladın dilime... Aşk ile buluşturdun, ağırladın sahilinde, sabahlara kadar... Ben Aşk oldum İstanbul!.. Her şeyimi bir Sana anlattım...
Şimdi sıra sende; gitmek mi, kalmak mı zor, söyle İstanbul?..
eylül
13 Mayıs 2012 Pazar
Mantarlı Kuskus
Oldukça basit ancak lezzetli ve
hatta havalı bir tarifi paylaşmak
istedim...
Malzemeler:
200 gr kuskus, 150 gr marine veya haşlanmış mantar, 3 kuru soğan, maydanoz, tuz, karabiber, zeytinyağı
Kuskus tuz atılmış kaynar suda haşlanmıp süzgece alınır. İnce kesilmiş soğan yağda kavrulur, doğranmış olan mantarlar eklenir. Kuskus, kavrulmuş soğan ve mantar karışımı, ince kıyılmış maydanoz, tuz ve karabiber karıştırılır. Afiyet olsun.
Bir tek gün
Bugün Anne'ler konuşulur, hediyeler verilir-alınır. Bugünün hatrına yapılanlar bana biraz incitici görünür, güne ne gerek var ki?.. ve, Anne Anne'dir, acımasız olan Hayat...
Söylenecek çok şey var; önyargı, beklentiler, kalıplar, klişeler-isyan ettiren çok şey var.
Sözü Pedro Almodovar'a bırakmayı seçtim: "Todo sobre mi madre" -"Annem hakkında herşey"
Söylenecek çok şey var; önyargı, beklentiler, kalıplar, klişeler-isyan ettiren çok şey var.
Sözü Pedro Almodovar'a bırakmayı seçtim: "Todo sobre mi madre" -"Annem hakkında herşey"
10 Mayıs 2012 Perşembe
İki annem
Anne, annem...
Geciktiğim için üzgünüm, senle vedalaşamadığım için çok üzgünüm. Belki böyle olması gerekmiş, yoksa nasıl dayanırdı yüreğim, ışıksız yüzüne nasıl bakardım, bilmiyorum annem. Bilmiyordum, sevinçlerini, küçücük mutluluklarını, acılarını, hüznünü, çıkmazlarını, derin iç çekişlerini bilmiyordum annem. Kendini öyle sakladın ki, yokluğunda ancak ruhunu görebildim...
Havadan sudan konuşmamış gibiyiz senle, sarılmadık, sırlarımız olmadı hiç, yalan oldu sanki ömrün. Rüyalarımda kaldın annem, gittiğin diyarlar çok uzak, şimdi kavuşmalar imkansız. Oysa ben henüz tanıyamamıştım içindeki insanı, dokunamamıştım kocaman yüreğine. Ah, annem, ben seni çok sevdim, sessizce, derinden, için, için...
Son nefesine kadar yitirmediğin yaşam sevincin için, küçük telaşların, büyük umutların, gizli "ah"ların, gerçekleşmemiş hayallerin için yüzümü sana, gökyüzüne çeviriyorum. Kollarımı kocaman açıyorum, sana sarılır gibi açıyorum annem, Aşk'ımıza inandığın, dualarınla Biz'i dokunulmaz kıldığın için... Rahat uyu annem...
Turan Annem'e
Yeryüzüne düşen melek annem... Hayat sarmaşık olsa da kanatlarına, o sonsuz umuduna ölesiye sarılmış, küçük bedeninde büyük yürekli annem. İyi ki varsın!.. Yorgun, öpülesi ellerinle sıkı sıkı sarılıp, Aşk'ımıza inandığın, dualarınla Biz'i dokunulmaz kıldığın, annemin sevgisini sakladığın için, sen iyi ki varsın, annem.
eylül
8 Mayıs 2012 Salı
Süt
Çocukluk, laktoz alerjileri, dondurma düşleri ve hepsinde süt başrolde. Süt içen ve içmeyen, kıyıdan köşeden herkes tanışmıştır onunla, mutlaka.
En azından dondurmaya hayır diyen var mı?..
Bilgi açısından: 1 Lt sütte 35 gr protein, 45 gr şeker(laktoz), 35 gr yağ, 7 gr maden tuzu(kalsiyum, sodyum, fosfor) bulunur ve 650 kalori bulunur. Bir litre sütten elde edilen protein 175 gr et ya da 6 yumurta ile eşdeğerdir. Sütte bulunan laktozun suda erimesi güçtür ve sakarozdan altı kat daha az tatlıdır. Sütteki yağ çok ince olduğundan sindirimi kolaydır. Sütte grup halinde A ve B vitaminleri bulunur, C vitamini ise daha az miktarda, pastörize sütte C vitamini miktarı daha da azalır. Sağlık açısından pastörüze edilmeyen çiğ süt en az 10 dakika, 100 C derecede kaynatılmalı, ancak kaynatılan süt %14 oranında proteğin ve % 20 oranında kalsiyum kaybeder.
Sütlaç, muhallebi, puding, sofra kremaları ve sütlü içecekler; herkesin damağına uygun bir sütlü yiyecek/içecek var diye düşünüyorum.
Çilek soslu süt
Çilekler temizlenip yıkanır ve kurulanır. Süzgece alınıp ezilerek sularının çıkması sağlanır. Her bardağın içine 2-3 yemek kaşığı çilek suyu koyulup üstü süt ilr tamamlanır. Karıştırılır, şeker ilaveli veya ilavesiz içilir. Yumuşak tüm meyveler aynı şekilde hazırlanabilir.
Dondurmalı kakaolu içecek
Büyük porselen kaba her bardak için 1 dolu kaşık kaymaklı dondurma, 3/4 kahve fincanı kaynatılmış, tatlandırılmış ve soğutulmuş kakao, 3/4 bardak süt hesaplanıp eklenir. Hepsi iyice karıştırıldıktan sonra bardaklara pay edilir.
Dondurmalı, meyveli içecek
Her bardağa 1 yemek kaşığı dondurma koyulur. Üzerine 1 yemek kaşığı konsantre meyve suyu veya nektar dökülür, üstü soğuk süt ile tamamlanır ve karıştırılır. Bu içecek tüketilmeden hemen önce hazırlanmalı.
Dondurmalı, kahveli içecek
Her bardağa 1 yemek kaşığı dondurma koyulup üzerine 1 kaşık soğuk espresso ve geri kalanı soğuk süt ile tamamlanır.
Limonlu süt
1 Lt süt 2 su bardağı şeker ile pişirilip soğumaya bırakılır. Tamamen soğumuş olan süte 3 limonun suyu ve 1/2 limonun ince rendelenmiş kabuğu eklenir, karıştırılır. Buzdolabında yarım saat beklettikten sonra süzgeçten geçirilip bardaklara pay edilir. Portakal ile aynı şekilde hazırlanabilir.
En azından dondurmaya hayır diyen var mı?..
Bilgi açısından: 1 Lt sütte 35 gr protein, 45 gr şeker(laktoz), 35 gr yağ, 7 gr maden tuzu(kalsiyum, sodyum, fosfor) bulunur ve 650 kalori bulunur. Bir litre sütten elde edilen protein 175 gr et ya da 6 yumurta ile eşdeğerdir. Sütte bulunan laktozun suda erimesi güçtür ve sakarozdan altı kat daha az tatlıdır. Sütteki yağ çok ince olduğundan sindirimi kolaydır. Sütte grup halinde A ve B vitaminleri bulunur, C vitamini ise daha az miktarda, pastörize sütte C vitamini miktarı daha da azalır. Sağlık açısından pastörüze edilmeyen çiğ süt en az 10 dakika, 100 C derecede kaynatılmalı, ancak kaynatılan süt %14 oranında proteğin ve % 20 oranında kalsiyum kaybeder.
Sütlaç, muhallebi, puding, sofra kremaları ve sütlü içecekler; herkesin damağına uygun bir sütlü yiyecek/içecek var diye düşünüyorum.
Çilek soslu süt
Çilekler temizlenip yıkanır ve kurulanır. Süzgece alınıp ezilerek sularının çıkması sağlanır. Her bardağın içine 2-3 yemek kaşığı çilek suyu koyulup üstü süt ilr tamamlanır. Karıştırılır, şeker ilaveli veya ilavesiz içilir. Yumuşak tüm meyveler aynı şekilde hazırlanabilir.
Dondurmalı kakaolu içecek
Büyük porselen kaba her bardak için 1 dolu kaşık kaymaklı dondurma, 3/4 kahve fincanı kaynatılmış, tatlandırılmış ve soğutulmuş kakao, 3/4 bardak süt hesaplanıp eklenir. Hepsi iyice karıştırıldıktan sonra bardaklara pay edilir.
Dondurmalı, meyveli içecek
Her bardağa 1 yemek kaşığı dondurma koyulur. Üzerine 1 yemek kaşığı konsantre meyve suyu veya nektar dökülür, üstü soğuk süt ile tamamlanır ve karıştırılır. Bu içecek tüketilmeden hemen önce hazırlanmalı.
Dondurmalı, kahveli içecek
Her bardağa 1 yemek kaşığı dondurma koyulup üzerine 1 kaşık soğuk espresso ve geri kalanı soğuk süt ile tamamlanır.
Limonlu süt
1 Lt süt 2 su bardağı şeker ile pişirilip soğumaya bırakılır. Tamamen soğumuş olan süte 3 limonun suyu ve 1/2 limonun ince rendelenmiş kabuğu eklenir, karıştırılır. Buzdolabında yarım saat beklettikten sonra süzgeçten geçirilip bardaklara pay edilir. Portakal ile aynı şekilde hazırlanabilir.
7 Mayıs 2012 Pazartesi
Kahveden, sütten, içecekten
Olmazsa olmaz: kahve
Mayıs'ın ilk haftası. Tabiat tarafından şoklanıyormuşum gibi: evin içinde giydiren serinlik, dışarısı ise günlük güneşlik, tedbiren giyilen rüzgarlık bile ağır gelir oldu. Yaz gelmiş nihayet dedirtirken hava sıcaklıkları, öte yandan eyvah, yağmur diye koşturtan karanlık bulutlar pusuda. Yapacak birşey yok, kendini bu heyecanlı bahara bırakmaktan başka.
Mevsimler hala farklı yaşansa da maşallah manavda, markette pazarda her nevi meyve, sebze mevcut. Hepsine toptan bütün yıl sevinmekteyiz, elbette hesabımız tutuyorsa. Şahsen, mevsim dışı bildiklerime itibar etmem, lakin bilinmezler öyle çok ki ve ben bu konuya nerden giriş yaptım?..
Hah, kahveden, sütten yazmayı düşünmüştüm, hatırladım.
Bizim evde kahvesiz olmaz durumu yaşanır, laf aramızda, yan etkisi hiç görülmedi bu saate kadar. Çay saati yaşanmaz ve de kahvenin saati hiç olmaz. Sade, şekersiz. Bu sebeple birkaç satır çiziktirmek istedim hakkında.
Kahvenin hiçbir besleyici özelliği yok yani sıfır kalori(tabi ki krema, şeker katmadıkça); canlandırıcı, uyarıcı ve dinlendirici bir içecek olarak bilinir. Bir fincan kahve ile misafirler ağırlanır, dostlukların ateşi harlanır, hatır sayılır.
Türk kahvesi arzuya göre şekerli, orta veya acı olarak pişirilir, koyu ve kaymaklı. Farklı hazırlama biçimleri var: suyu ocakta kaynatıp şeker ile kahveyi eklemek, kahve ile şekeri karıştırıp soğuk suya ilave edip ocağa almak ki doğru olarak kabul edilen budur. Soğuk suda eritilen şeker ve kahve ağır
ateşte karıştırılarak pişirilir. Bu arada kahve aroması her yeri dolaşıp tekrar cezvenin içine döner. Kahve kabarır, hafifçe kaldırılır cezve, köpük iner, tekrar kabarmaya alınır ve... hazırdır.
Şekerli kahve bire iki veya üç ölçülerinde yapılır, bir kaşık kahveye iki veya üç kaşık şeker koyulur. Ola ki kaymaksız kahve tercih edildiyse, cezveyi ocaktan alır almaz içine 2-3 damla soğuk su damlatılıp az bekletilir ve ondan sonra fincana dökülür. Kahve pişirmek sanat gibi, bir evde kim en iyi kahveyi yapıyorsa bu iş ona kalır. Dedem oturduğu yerde, ocağın ateşinde pişirirdi, herkese değil, misafirlere sadece ve ben onu o zamanlarda seyretmeyi severdim. Bir ritüel gibi hazırlardı cezveyi ve kabarana kadar ateşin üzerinde gezdirirdi.
Hayat, zaman ve yaşam koşulları değiştikçe, kocaman gezegen küçüldükçe, kültürler birbiriyle kesiştikçe farklı kahve tatları damağımızda eridi. Farklı bir isimle hatırlasam da french press coffee diye adlandırılan, üzerine sıcak su dökülerek hazırlanan, iri taneleri olan farklı bir kahve türünden
bahsetmek istiyorum. Kahve makinasında hazırlanır ancak ev şartlarında da bu mümkündür. Sıkı kapatılabilen, duvarları kalın porselen kaba bırakılan 50 gr filtre kahvenin üstüne 1,5 litre kaynar su dökülür ve sıkıca kapatılır, etrafı yumuşak yün örtü ile sarılarak bekletilir. 15-20 dakika sonra kahve
içilmeye hazır olur. Hayatın hızına uymaz diye düşünürseniz size kalan kahve makinası almak.
Bizim kahramanımız hazır kahve(tercihimiz nescafe), suda çözülebilen, oldukça minik tanecikleri olan kahve konsantresi. Üzerine sıcak su dökülerek, ister süt, krema, şeker ilaveli veya ilavesiz içilebilir. Piyasada fındıklısı, çikolatalısı, sütlüsü, sadesi, üçü bir arada, ve aklıma gelmeyen çeşitleri mevcut. Bu kahvenin bir de kaymaklı olarak hazırlanışı var, biraz kol kuvvetine bakar, lakin lezzetli. Hazırlanışı: hazır kahve fincanına 1 kahve kaşığı kahveye 2 veya 4 kahve kaşığı toz şeker eklenir, karıştırılır. Bu karışıma yaklaşık olarak 1 kahve kaşığı soğuk su dökülür ve kaşık yardımı ile karışım krema halini alana kadar kuvvetlice karıştırılır. Koyu ve pütürsüz krema hali alan kahve ve şeker karışımı üzerine hafif karıştırarak sıcak su eklenir. Bu ölçü bir kişiliktir bu yüzden herkesin eline fincanı, kaşığı falanı verirseniz herkes için ayrı ayrı uğraşmazsınız(şaka, şaka). Hazır kahve yarı yarıya süt ile hazırlandığında da nefis bir içecek olur. Kek, pastada aroma olarak kullanılır(sadece tiramisu 'da değil, yine talihsiz bir şaka).
Her neyse, kahveden bahsetmek istedim, sade'ce kahveden. Oysa var da var hazırlama çeşitleri, hem de başdöndürecek kadar çok: espresso-americano-mocha-macchiato-latte-cappuccino-frappe vs...
Yani, bir fincan kahvenin değişmez lezzeti eşliğinde ancak buraya gelebildim, bir de akşam pişirdiğim çikolatalı kurabiyeler. Afiyet olsun.
Mayıs'ın ilk haftası. Tabiat tarafından şoklanıyormuşum gibi: evin içinde giydiren serinlik, dışarısı ise günlük güneşlik, tedbiren giyilen rüzgarlık bile ağır gelir oldu. Yaz gelmiş nihayet dedirtirken hava sıcaklıkları, öte yandan eyvah, yağmur diye koşturtan karanlık bulutlar pusuda. Yapacak birşey yok, kendini bu heyecanlı bahara bırakmaktan başka.
Mevsimler hala farklı yaşansa da maşallah manavda, markette pazarda her nevi meyve, sebze mevcut. Hepsine toptan bütün yıl sevinmekteyiz, elbette hesabımız tutuyorsa. Şahsen, mevsim dışı bildiklerime itibar etmem, lakin bilinmezler öyle çok ki ve ben bu konuya nerden giriş yaptım?..
Hah, kahveden, sütten yazmayı düşünmüştüm, hatırladım.
Bizim evde kahvesiz olmaz durumu yaşanır, laf aramızda, yan etkisi hiç görülmedi bu saate kadar. Çay saati yaşanmaz ve de kahvenin saati hiç olmaz. Sade, şekersiz. Bu sebeple birkaç satır çiziktirmek istedim hakkında.
Kahvenin hiçbir besleyici özelliği yok yani sıfır kalori(tabi ki krema, şeker katmadıkça); canlandırıcı, uyarıcı ve dinlendirici bir içecek olarak bilinir. Bir fincan kahve ile misafirler ağırlanır, dostlukların ateşi harlanır, hatır sayılır.
Türk kahvesi arzuya göre şekerli, orta veya acı olarak pişirilir, koyu ve kaymaklı. Farklı hazırlama biçimleri var: suyu ocakta kaynatıp şeker ile kahveyi eklemek, kahve ile şekeri karıştırıp soğuk suya ilave edip ocağa almak ki doğru olarak kabul edilen budur. Soğuk suda eritilen şeker ve kahve ağır
ateşte karıştırılarak pişirilir. Bu arada kahve aroması her yeri dolaşıp tekrar cezvenin içine döner. Kahve kabarır, hafifçe kaldırılır cezve, köpük iner, tekrar kabarmaya alınır ve... hazırdır.
Şekerli kahve bire iki veya üç ölçülerinde yapılır, bir kaşık kahveye iki veya üç kaşık şeker koyulur. Ola ki kaymaksız kahve tercih edildiyse, cezveyi ocaktan alır almaz içine 2-3 damla soğuk su damlatılıp az bekletilir ve ondan sonra fincana dökülür. Kahve pişirmek sanat gibi, bir evde kim en iyi kahveyi yapıyorsa bu iş ona kalır. Dedem oturduğu yerde, ocağın ateşinde pişirirdi, herkese değil, misafirlere sadece ve ben onu o zamanlarda seyretmeyi severdim. Bir ritüel gibi hazırlardı cezveyi ve kabarana kadar ateşin üzerinde gezdirirdi.
Hayat, zaman ve yaşam koşulları değiştikçe, kocaman gezegen küçüldükçe, kültürler birbiriyle kesiştikçe farklı kahve tatları damağımızda eridi. Farklı bir isimle hatırlasam da french press coffee diye adlandırılan, üzerine sıcak su dökülerek hazırlanan, iri taneleri olan farklı bir kahve türünden
bahsetmek istiyorum. Kahve makinasında hazırlanır ancak ev şartlarında da bu mümkündür. Sıkı kapatılabilen, duvarları kalın porselen kaba bırakılan 50 gr filtre kahvenin üstüne 1,5 litre kaynar su dökülür ve sıkıca kapatılır, etrafı yumuşak yün örtü ile sarılarak bekletilir. 15-20 dakika sonra kahve
içilmeye hazır olur. Hayatın hızına uymaz diye düşünürseniz size kalan kahve makinası almak.
Bizim kahramanımız hazır kahve(tercihimiz nescafe), suda çözülebilen, oldukça minik tanecikleri olan kahve konsantresi. Üzerine sıcak su dökülerek, ister süt, krema, şeker ilaveli veya ilavesiz içilebilir. Piyasada fındıklısı, çikolatalısı, sütlüsü, sadesi, üçü bir arada, ve aklıma gelmeyen çeşitleri mevcut. Bu kahvenin bir de kaymaklı olarak hazırlanışı var, biraz kol kuvvetine bakar, lakin lezzetli. Hazırlanışı: hazır kahve fincanına 1 kahve kaşığı kahveye 2 veya 4 kahve kaşığı toz şeker eklenir, karıştırılır. Bu karışıma yaklaşık olarak 1 kahve kaşığı soğuk su dökülür ve kaşık yardımı ile karışım krema halini alana kadar kuvvetlice karıştırılır. Koyu ve pütürsüz krema hali alan kahve ve şeker karışımı üzerine hafif karıştırarak sıcak su eklenir. Bu ölçü bir kişiliktir bu yüzden herkesin eline fincanı, kaşığı falanı verirseniz herkes için ayrı ayrı uğraşmazsınız(şaka, şaka). Hazır kahve yarı yarıya süt ile hazırlandığında da nefis bir içecek olur. Kek, pastada aroma olarak kullanılır(sadece tiramisu 'da değil, yine talihsiz bir şaka).
Her neyse, kahveden bahsetmek istedim, sade'ce kahveden. Oysa var da var hazırlama çeşitleri, hem de başdöndürecek kadar çok: espresso-americano-mocha-macchiato-latte-cappuccino-frappe vs...
Yani, bir fincan kahvenin değişmez lezzeti eşliğinde ancak buraya gelebildim, bir de akşam pişirdiğim çikolatalı kurabiyeler. Afiyet olsun.
3 Mayıs 2012 Perşembe
Kekikli Mantar Tava
Bizim ailede sofralar lezzet ile donatılırdı ve ben bunu yıllar sonra anlayabildim. Bir yemek tarifi yazarken onunla ilgili birçok anı canlanır zihnimde, çağırmadan ve bekletmeden. Mantar ile ilgili ilk anılarım 4-5 yaşlarıma ait. Dedem üst kısmı(şapkası) koparılmış, sacın üstünde, hafif tuzlayarak pişirdiği mantarları bana tattırmıştı ve şimdi mutfağımızda ne zaman mantar pişse o lezzeti hatırlatır.
Sebze yemeklerinde pişirdiğim sebzenin tadını almak isterim, ne baharat ne de salça gereğinden fazla olmasın diye dikkat ederim. Tabi ki damak tadına bağlı bunlar, benimki de böyle. Aslında salçalı yemeklerde hafif bir ekşilik olur, sanırım hoşuma gitmeyen bu. Bu yüzden soslarda domates, doğranmış konserve domates, domates püresi kullanmayı tercih ederim. Mantar ile ne alakası var şimdi domatesin, salçanın diye sorulsa, hiç bir alakası yok. Mantar bir çok yemekte kullanılır, lakin ben onun sade halinden daha çok hoşlanırım, pilavda veya rizottoda da duruşu güzel, kendimce pişirdiğimde: domates ve salçasız.
Bu tarifi eski bir yemek kitabında buldum, çok basit ve buna rağmen çok lezzetli. İster et yemeği yanında, ister tek başına, hatta ister ekmek arası bile yenilebilir.
Kekikli mantar tava
600 gr kültür mantar, 2 diş sarımsak, karabiber, tuz, kekik, zeytinyağı
Mantarlar dilimlenir ve zeytinyağında tuz ve karabiber ile birlikte kavrulmaya bırakılırlar. Sularını çektiklerinde 1 diş sarımsak ince kıyılmış diğeri de bütün olarak atılır ve bolca kekik eklenir(ben gözkararı atıyorum). Ara sıra karıştırarak kısık ateşte bir müddet daha pişirilirler.
Afiyet olsun...
Sebze yemeklerinde pişirdiğim sebzenin tadını almak isterim, ne baharat ne de salça gereğinden fazla olmasın diye dikkat ederim. Tabi ki damak tadına bağlı bunlar, benimki de böyle. Aslında salçalı yemeklerde hafif bir ekşilik olur, sanırım hoşuma gitmeyen bu. Bu yüzden soslarda domates, doğranmış konserve domates, domates püresi kullanmayı tercih ederim. Mantar ile ne alakası var şimdi domatesin, salçanın diye sorulsa, hiç bir alakası yok. Mantar bir çok yemekte kullanılır, lakin ben onun sade halinden daha çok hoşlanırım, pilavda veya rizottoda da duruşu güzel, kendimce pişirdiğimde: domates ve salçasız.
Bu tarifi eski bir yemek kitabında buldum, çok basit ve buna rağmen çok lezzetli. İster et yemeği yanında, ister tek başına, hatta ister ekmek arası bile yenilebilir.
Kekikli mantar tava
600 gr kültür mantar, 2 diş sarımsak, karabiber, tuz, kekik, zeytinyağı
Mantarlar dilimlenir ve zeytinyağında tuz ve karabiber ile birlikte kavrulmaya bırakılırlar. Sularını çektiklerinde 1 diş sarımsak ince kıyılmış diğeri de bütün olarak atılır ve bolca kekik eklenir(ben gözkararı atıyorum). Ara sıra karıştırarak kısık ateşte bir müddet daha pişirilirler.
Afiyet olsun...
Hayal Meyal Hayat
Hayallerini süsleyen bir yer var; yeşillikler arasında küçük bir ev, bir ekmek teknesi, imkansız yolculuk, bir kavuşma gibi. Onu her ne kadar inkar etsen de, hayalin seni terk etmez, en olmadık zamanlarda bir "ah" çektirir, derinden. Hülyalara dalıp gidersin bazen, dünyanın en senin olanında kalmak için, bir saliselik vakitlerde.
Hayaller, çöldeki serap gibi, yakın olmak için ateş çemberlerinden geçmelisin. Saçlarına kum fırtınaları dolanır, dudakların kabuk bağlar susuzluktan, takatin tükenir yığılıp kalırsın, serap yanıbaşındayken...
Hayalin hangisinde olsan da, yalan da söylediysen kendine, çalındıysalar bile senden, bir dem huzur, sevgi, şefkat çeker gönlün. O an, içten bir dostluğun eksikliğini itiraf et kendine, yaşayamazsın hayallerinde...
Kandırıldın mı, çocukluğun dipsiz, kör bir kuyuda mı kayboldu?.. Yüreğini hırslarında mı susturdun, merhametini banka kasalarında mı hapsettin?.. Neden suçlusun, kim yargıladı seni ki vicdanını bırakıp, masum hayallerinden gittin?.. Sana neler oldu, bilmek istemiyorsun, değil mi?..
Silahlarını kuşanıp her gün, hayat dediğin hengamede, terk ettiğin kendini ararsın... Bir sonu yok bunun, indirilecek bir şalter yok, üzgünüm...
İçimde tek bir damla gözyaşı kalsa da, ağlarım; kendi elinle çizdiğin kaderin için, ruhunu görmezden geldiğin için, her kimsen sen, tanımasam da... Meleklerin kanadından düşmüş ezgilerin tınısında ağlarım, mecnunların derin mısralarına, gökkuşağı renklerine, mevsimlere ve tüm mucizelere rağmen hala aymadığın için, bana yazılmış Aşk ile ağlarım...
Gönlümün çağlayanından atladı hüznüm, şükürler olsun, farkındayım hayat...
eylül
Hayaller, çöldeki serap gibi, yakın olmak için ateş çemberlerinden geçmelisin. Saçlarına kum fırtınaları dolanır, dudakların kabuk bağlar susuzluktan, takatin tükenir yığılıp kalırsın, serap yanıbaşındayken...
Hayalin hangisinde olsan da, yalan da söylediysen kendine, çalındıysalar bile senden, bir dem huzur, sevgi, şefkat çeker gönlün. O an, içten bir dostluğun eksikliğini itiraf et kendine, yaşayamazsın hayallerinde...
Kandırıldın mı, çocukluğun dipsiz, kör bir kuyuda mı kayboldu?.. Yüreğini hırslarında mı susturdun, merhametini banka kasalarında mı hapsettin?.. Neden suçlusun, kim yargıladı seni ki vicdanını bırakıp, masum hayallerinden gittin?.. Sana neler oldu, bilmek istemiyorsun, değil mi?..
Silahlarını kuşanıp her gün, hayat dediğin hengamede, terk ettiğin kendini ararsın... Bir sonu yok bunun, indirilecek bir şalter yok, üzgünüm...
İçimde tek bir damla gözyaşı kalsa da, ağlarım; kendi elinle çizdiğin kaderin için, ruhunu görmezden geldiğin için, her kimsen sen, tanımasam da... Meleklerin kanadından düşmüş ezgilerin tınısında ağlarım, mecnunların derin mısralarına, gökkuşağı renklerine, mevsimlere ve tüm mucizelere rağmen hala aymadığın için, bana yazılmış Aşk ile ağlarım...
Gönlümün çağlayanından atladı hüznüm, şükürler olsun, farkındayım hayat...
eylül
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)