Bu Blogda Ara
31 Ağustos 2012 Cuma
28 Ağustos 2012 Salı
Bilmek
Her Şeyi Bildiğimi Düşünmedim, Avanaklığım Bildiklerimi Kendime Saklamayı Seçmediğimden Dolayı
Ukala olduğumu düşünen olabilir, can sıkıcı hatta çekilmez biri olduğumu. Bu konuda yapabileceğim bir şey yok, herkesin fikri kendine der, geçerim. Kendimden bahsetmekten haz etmem lakin bildiklerimi, gördüklerimi paylaşmayı, sohbet etmeyi severim. Yıllar önce, kısa süre de olsa yaptığım öğretmenliğim benim için muhteşem bir fırsattı. Bilginin en saf halini cilt cilt biriktirip yağmur misali yağdırma zamanlarıydı. Sınıfa adım attığım ilk gün gördüklerim hafızamın en derin yerinde gizlenmiş bir hücresine kazınıp kaldı. Genç, masum dimağlar, henüz boş birer bembeyaz sayfa gibi, hayatın küçük sırlarını üzerilerine yazılsın diye bana teslim edilmişlerdi. Duyduğum korku ve heyecan baş döndüren bir karışımdı, içim inanılmaz güçlü bir coşkuyla dolmuştu. Birden anladım ki öğretmenliğin hakkını gerçekten verebilmem için bu çocukların anne babası, kardeşi, ailesi, herşeyi olmalıydım, olabilmeliydim...
Şimdi o yılları hatırlamak güzel, yaşanıp geçmişte kaldılar ve ben onlara özlem duymadım. Hayatın her günü bir sınıf, yaşanan her an verilen ve alınan bir ders oldu, öğrenciliğim de öğretmenliğim de bitmedi. İçimdeki coşku çağlayanlar kadar zapt edilmez ve serin, lakin bana ait olmayan bir garip sessizliğin hüznüne kapıldım. Onu her ne kadar dışlasam, görmezden gelsem de bir an gelir karşı koyamam, yenilirim. İnsana ve iyiye olan inancım o sessiz hüznün bataklığında çırpınırken isyanlarıma yenilirim.
Bu yüzden bildiklerimi silebilmeyi, hafızamın ortasına patlayıcı yerleştirip yok etmeyi istediğim anlar oldu. Çünkü farkındayım kendimin, rahat durmayacağımın farkındayım, o ıssız adada(Yaşam) hayatta kalmak için gerekenleri paylaşmam gerektiğinin farkındayım. Paylaşmam gerekti çünkü içimdeki saat durmadan çalışıyor, vaktim tükeniyor. Çünkü öğretmek akıl bulandırmak değil, el yordamıyla yürürken ışıkları açmak olduğuna inandım. Öğretmek, yol göstermek değil, yolculuğa hazırlık yapmak olduğuna inandım. Bilgi, sırt çantasına doldurulacak erzak, alet edevat ise, bilim onlardan hangilerine ihtiyaç duyulup, gerekli olacaklarını bilmek.
Bu yüzden hayata dair hiçbir bilgim yok. Yüreğime, vicdanıma, duygularıma dokunanları kendimce yazıya dökmeyi seçtim, kendimle paylaşmak için. Heyecanla karaladıklarım bir gazetenin hiyerarşi basamaklarını tırmanmak, bilgelik taslamak, dikkat çekmek için yazılmadı. Pratik olanını ukalalığımdan göstermedim. Bana soru sormaları için beklemedim, yok öyle bir hava atma merakım. Bildiklerim zor olanı kolay edecekse, susabilir miyim?.. Susmakla tükenmedi mi zanaatlar, hatta insanlık?.. Öğretmemekle sönmedi mi vicdanların aydınlığı?.. O kadar kolay mı yaşamak? Kolaylaştıran teknoloji, evet, lakin teslim olunan da olmalı mı?.. Sadece soru sormak değil, eğer İnsan dediysek kendimize, cevap verebilmek de gerekli,...
Yıllardır aklımı kurcalayan bir davranıştır insanların bildiklerini kendilerine saklamaları. Nasıl bir savunma sistemidir anlamaya çalıştım. Anladım ki olgunluk çok zor, çünkü kendinden geçmek zordur. Gördüm ki herşey maddiyat ile ölçülür olmuş; en iyi yapmayı bildiğin şey değil, en iyi pazarladığındır para eden. Anladım ki, insan insandan korkar olmuş...
Ne diyebilirim ve... ben kimim ki?.. Bildiğim tek bir şey varsa o da bu dünyaya gelişim ve gidişimden dolayı fakir, lakin fikirsiz olmadığım.
eylül
Ukala olduğumu düşünen olabilir, can sıkıcı hatta çekilmez biri olduğumu. Bu konuda yapabileceğim bir şey yok, herkesin fikri kendine der, geçerim. Kendimden bahsetmekten haz etmem lakin bildiklerimi, gördüklerimi paylaşmayı, sohbet etmeyi severim. Yıllar önce, kısa süre de olsa yaptığım öğretmenliğim benim için muhteşem bir fırsattı. Bilginin en saf halini cilt cilt biriktirip yağmur misali yağdırma zamanlarıydı. Sınıfa adım attığım ilk gün gördüklerim hafızamın en derin yerinde gizlenmiş bir hücresine kazınıp kaldı. Genç, masum dimağlar, henüz boş birer bembeyaz sayfa gibi, hayatın küçük sırlarını üzerilerine yazılsın diye bana teslim edilmişlerdi. Duyduğum korku ve heyecan baş döndüren bir karışımdı, içim inanılmaz güçlü bir coşkuyla dolmuştu. Birden anladım ki öğretmenliğin hakkını gerçekten verebilmem için bu çocukların anne babası, kardeşi, ailesi, herşeyi olmalıydım, olabilmeliydim...
Şimdi o yılları hatırlamak güzel, yaşanıp geçmişte kaldılar ve ben onlara özlem duymadım. Hayatın her günü bir sınıf, yaşanan her an verilen ve alınan bir ders oldu, öğrenciliğim de öğretmenliğim de bitmedi. İçimdeki coşku çağlayanlar kadar zapt edilmez ve serin, lakin bana ait olmayan bir garip sessizliğin hüznüne kapıldım. Onu her ne kadar dışlasam, görmezden gelsem de bir an gelir karşı koyamam, yenilirim. İnsana ve iyiye olan inancım o sessiz hüznün bataklığında çırpınırken isyanlarıma yenilirim.
Bu yüzden bildiklerimi silebilmeyi, hafızamın ortasına patlayıcı yerleştirip yok etmeyi istediğim anlar oldu. Çünkü farkındayım kendimin, rahat durmayacağımın farkındayım, o ıssız adada(Yaşam) hayatta kalmak için gerekenleri paylaşmam gerektiğinin farkındayım. Paylaşmam gerekti çünkü içimdeki saat durmadan çalışıyor, vaktim tükeniyor. Çünkü öğretmek akıl bulandırmak değil, el yordamıyla yürürken ışıkları açmak olduğuna inandım. Öğretmek, yol göstermek değil, yolculuğa hazırlık yapmak olduğuna inandım. Bilgi, sırt çantasına doldurulacak erzak, alet edevat ise, bilim onlardan hangilerine ihtiyaç duyulup, gerekli olacaklarını bilmek.
Bu yüzden hayata dair hiçbir bilgim yok. Yüreğime, vicdanıma, duygularıma dokunanları kendimce yazıya dökmeyi seçtim, kendimle paylaşmak için. Heyecanla karaladıklarım bir gazetenin hiyerarşi basamaklarını tırmanmak, bilgelik taslamak, dikkat çekmek için yazılmadı. Pratik olanını ukalalığımdan göstermedim. Bana soru sormaları için beklemedim, yok öyle bir hava atma merakım. Bildiklerim zor olanı kolay edecekse, susabilir miyim?.. Susmakla tükenmedi mi zanaatlar, hatta insanlık?.. Öğretmemekle sönmedi mi vicdanların aydınlığı?.. O kadar kolay mı yaşamak? Kolaylaştıran teknoloji, evet, lakin teslim olunan da olmalı mı?.. Sadece soru sormak değil, eğer İnsan dediysek kendimize, cevap verebilmek de gerekli,...
Yıllardır aklımı kurcalayan bir davranıştır insanların bildiklerini kendilerine saklamaları. Nasıl bir savunma sistemidir anlamaya çalıştım. Anladım ki olgunluk çok zor, çünkü kendinden geçmek zordur. Gördüm ki herşey maddiyat ile ölçülür olmuş; en iyi yapmayı bildiğin şey değil, en iyi pazarladığındır para eden. Anladım ki, insan insandan korkar olmuş...
Ne diyebilirim ve... ben kimim ki?.. Bildiğim tek bir şey varsa o da bu dünyaya gelişim ve gidişimden dolayı fakir, lakin fikirsiz olmadığım.
eylül
23 Ağustos 2012 Perşembe
Şehit haberleri yürek yangını...
Hangi zihniyet, hangi özgürlük, hangi inanç bedeli olur bu canların? Ne sağ ne sol kaldı bu asır bu dünyada, nedir Türkiyemin topraklarında zikredilen, dayatılan, savunulan? Kimdir akan kanlara gözünü yuman?.. Hiç mi canından can kopmadı ey kansızın oğlu?..
Kalkmanın vaktidir Atam, yiğitler silkinip ata binende...
Susma! Tüm yüreğinle haykır: "Ne mutlu Türküm diyene!.."
Kalkmanın vaktidir Atam, yiğitler silkinip ata binende...
Susma! Tüm yüreğinle haykır: "Ne mutlu Türküm diyene!.."
17 Ağustos 2012 Cuma
Anlarımız
Acı - tatlı, sevinçli - hüzünlü anlarımız, unutulmayan - unutulan zamanlarımız, buluşan-buluşmayan kaderlerimiz, kayıplarımız, hayatımız. İlk çocuk yıllarımız, şaşkın
ergenliğimiz, isyankar gençliğimiz, temkinli olgunluğumuz: zamanın içindeki yolculuğumuz. Kim ve nerede olursak olalım yaşadaklarımızın tümü, sadece bir defalık
ziyarete gelen, bizim anlarımız. Tekrarı yok hayatın, tekerrür eden zaaflarımız, cesaretimiz, dirayet ve korkaklığımız, bu dünyada bir başka Sen yok.
Çocukluğun sokağında hiç mi koşturmadın, dizlerindeki yaralar kabuk tutmadı mı, anne kucağında gözyaşın dinmedi mi?.. Kalbin ürkek bir serçe misali çırpınmadı
mı, duygu denizinde uykusuz gecelerin boğulmadı mı?.. Kelebek kovalamadın mı, eve hiç mi geç kalmadın, komşunun bahçesinden hiç mi meyve aşırmadın?..
Ayrılıkların, kavuşmaların, neşeli, sorumsuz, şakacı, sırtına duvara dayayıp hıçkıra hıçkıra ağladığın günlerin olmadı mı?.. Hepsi hayatının anları, terk mi ettin?..
Zamanımız, anlarımız...
eylül
ergenliğimiz, isyankar gençliğimiz, temkinli olgunluğumuz: zamanın içindeki yolculuğumuz. Kim ve nerede olursak olalım yaşadaklarımızın tümü, sadece bir defalık
ziyarete gelen, bizim anlarımız. Tekrarı yok hayatın, tekerrür eden zaaflarımız, cesaretimiz, dirayet ve korkaklığımız, bu dünyada bir başka Sen yok.
Çocukluğun sokağında hiç mi koşturmadın, dizlerindeki yaralar kabuk tutmadı mı, anne kucağında gözyaşın dinmedi mi?.. Kalbin ürkek bir serçe misali çırpınmadı
mı, duygu denizinde uykusuz gecelerin boğulmadı mı?.. Kelebek kovalamadın mı, eve hiç mi geç kalmadın, komşunun bahçesinden hiç mi meyve aşırmadın?..
Ayrılıkların, kavuşmaların, neşeli, sorumsuz, şakacı, sırtına duvara dayayıp hıçkıra hıçkıra ağladığın günlerin olmadı mı?.. Hepsi hayatının anları, terk mi ettin?..
Zamanımız, anlarımız...
eylül
Çikolatalı bonbon ve truffle macerası
Truffle ya da basitçe çikolatalı top tarifini geçen yıl pasta süsü olarak denemiştim. İçindeki dolguyu (ganaj ), normalde kek, pasta, ekler glazürü olarak zaten kullanıyorum. Herneyse, birkaç gün önce bayram çikolatalarımızı almak değil, evde hazırlamak düştü aklıma. Çikolata ile çalışmak gerçekten çok zevkli, sadece el çabukluğuna (truffle yuvarlanırken) ve çikolataya su kaçırmamaya(benmari usulü eritilirken) dikkat edilmeli. Bir de en önemli şey, silikon veya kağıt bonbon kalıplarınızı önceden bulun buluşturun. Buz kalıpları da işe yarar, bunu bizzat deneyerek öğrenmiş oldum. Buz kalıbımın küçük yuvarlak yuvalarına doldurduğum çikolatayı buzlukta bekletip donduktan sonra çıkarıp çikolatadan çıkan folyolara sardım.
Çikolata yapımı uzun zamandır ilgimi çekmiş olsa da demek ki zaman bugünmüş. Çeşitli tariflere baktım; kuru meyve, fındık, fıstık, ceviz, gofret kıtırları ile ile hazırlananlara rastladım. Çikolataya tereyağı, şeker gibi katkı maddeler katılan tarifler ilgimi çekmedi, bana göre çikolatanın kendisi yeterince yağlı ve şekerli.
Ve böylelikle bir maceraya atıldım, ilk denemem ve sonuç:
Çikolatalı bonbon ve truffle
Bonbon çanakları için: 200 gr bitter çikolata
Ganaj için: 200 ml krema, 340 gr bitter çikolata, bir fiske ince rendelenmiş portakal kabuğu
Kağıt veya silikon bonbon kalıpları
200 gr çikolata benmari usulü eritilir. Fırça yardımı ile kalıpların içine bir kat çikolata sürülür ve buzdolabında 15-20 dk bekletilir. Süre sonunda bir kat daha sürülür ve tekrar sertleşmesi için bekletilir.
Ganaj: dolguyu hazırlamak için krema ısıtılıp kaynar dereceye getirilir. Kalan çikolatalar porselen kase içerisinde parçalanır, üzerilerine sıcak krema eklenerek karıştırılır, pütürsüz hal alması sağlanır, portakal rendesi eklenir.
Bonbonların dolgusu: soğumuş olarak çikolata çanakları içine ganaj doldurulur.
Truffleler: artakalan ganaj buzdolabında katılaşana kadar bekletilir. El yardımı ile toplar hazırlanır ve tekrar buzdolabında alınır. Erimiş çikolataya batırılıp bekletilirler.
Çikolata yapımı uzun zamandır ilgimi çekmiş olsa da demek ki zaman bugünmüş. Çeşitli tariflere baktım; kuru meyve, fındık, fıstık, ceviz, gofret kıtırları ile ile hazırlananlara rastladım. Çikolataya tereyağı, şeker gibi katkı maddeler katılan tarifler ilgimi çekmedi, bana göre çikolatanın kendisi yeterince yağlı ve şekerli.
Ve böylelikle bir maceraya atıldım, ilk denemem ve sonuç:
Çikolatalı bonbon ve truffle
Bonbon çanakları için: 200 gr bitter çikolata
Ganaj için: 200 ml krema, 340 gr bitter çikolata, bir fiske ince rendelenmiş portakal kabuğu
Kağıt veya silikon bonbon kalıpları
200 gr çikolata benmari usulü eritilir. Fırça yardımı ile kalıpların içine bir kat çikolata sürülür ve buzdolabında 15-20 dk bekletilir. Süre sonunda bir kat daha sürülür ve tekrar sertleşmesi için bekletilir.
Ganaj: dolguyu hazırlamak için krema ısıtılıp kaynar dereceye getirilir. Kalan çikolatalar porselen kase içerisinde parçalanır, üzerilerine sıcak krema eklenerek karıştırılır, pütürsüz hal alması sağlanır, portakal rendesi eklenir.
Bonbonların dolgusu: soğumuş olarak çikolata çanakları içine ganaj doldurulur.
Truffleler: artakalan ganaj buzdolabında katılaşana kadar bekletilir. El yardımı ile toplar hazırlanır ve tekrar buzdolabında alınır. Erimiş çikolataya batırılıp bekletilirler.
13 Ağustos 2012 Pazartesi
Ruh'uma dokunan Aşk
Hoş bir cafede oturup, bir fincan kahveyi ağır ağır yudumlamak, dışarıda yapmaktan hoşlandığım tek şey. Kimbilir, dokunulmazlığımın zırhı kendini en iyi hissettirdiğinden olabilir. Duyma ve görme algılarım devre dışı kalır, kalabalık ve konuşma sesleri kalın bir perdenin ardından gelen boğuk bir uğultuya dönüşür. Yakınımda oturanların yüzleri silik birer mürekkep lekesi, konuşmaları bilmediğim bir dilin yankısı gibi gelir. Açıkçası bu halimin bende tarifsiz bir haz uyandırdığını
itiraf etmeliyim, hatta inanılmaz heyecan verici. Ara sıra da olsa, iş ve hayatın izin verdiği zamanlarda, Aşk'ım ile birlikte böyle bir yerde oturup soluklansak, görünmez kanatlarımı mümkün olduğunca geniş açıp ikimizi bu muhteşem yalnızlığın içine almaya çalıştığımı hissederim.
Ne zaman canım birşey yapmak istemese, sıkıntılı bir boşluğun eşiğinde sendelesem ya da içim içime sığmıyorsa dışarıya çıkıp temiz, hoş bir cafede vakit geçirme arzusuna kapılırım. Orada sessizce oturup, sıcak bir fincan kahvenin buğusunda lal cümlelerimi sıraya koyarken, kimsenin umursamadığı ayrıntıların farkına varmayı beklerim.
Günlük tutmadım, belki de tutamadım demeliyim çünkü bunu yapmayı çok istesem de yeterince çaba göstermediğimi hatırlıyorum. Resim karalamaktan hoşlanırdım, her defterimin son sayfaları karakalem eskizlerle doluydu; insan yüzleri, çiçekler, kuşlar... Bazen aklımın ucundan geçer, tuval ve boya alıp resim yapsam mı diye, sonra heves deyip kendimi vaz geçiririm. Düşünüyorum da, korkuyorum galiba, yapmayı unuttuklarımdan...
İnsan onu en çok etkiledikleriyle yaratıcı olur: yazar, çizer, anlatır ve bunları yaparken bir bütünü tamamlar. Bana göre, eğer yazmaz, çizmez, anlatmaz ise geleceği değiştirecek olan geçmişteki ayrıntılar unutulur.
Her insan kendini farklı şekilde ifade eder, kimi hırçın ve saldırgan, kimi sakin ve aymaz, kimi sessizce. Daha pek çok sıfat ve rol var elbette ve şu bir gerçek ki insanın kendisi gibi davranması çok önemli. Başkasının hayatını yaşamayı seçmek fedakarlık veya katlanma değil, ayrıntıları yok sayıp kendi bütününden kaçmak olur. Ne ebeveyn olmak ne de Aşk, bahane değil. Mesele insanın ruhundaki sonsuz Aşk ile kendi yalnızlığı ile bir başka yalnızlığın arasında köprü kurabilmesi...
Yaşlandıkça, eski fotoğraflar birer hüzünlü ayrıntı gibi görünür insana. Oysa onlara baktığında yapmayı unutmuş olduklarını hatırlayabilir. Yıllar önce yazdıklarını okuduğunda şevkat, umudu ve merhameti tekrar bulabilir, hatta gülümsemeyi de hatırlayabilir... İnanmayı hatırlayabilir, koşulsuz ve klişesiz, saf ve yürekten, çünkü inanmak güçlü olmaktır.
Fotoğraflara bakıp kırışıklıklarına üzülen insanların yoksulluğunu en muhteşem hazine bile gideremez. Renkli şekillerle kaplanan tuvallerde sevinci, ruh'un coşkusunu yansıtmayan ressamın maneviyatı olduğunu düşünemem. Ve o sevinç, o coşku asıl, varlığın ayrıntıları. Hayat, ruhu şekilden şekle bürünmeye zorlamak değil, hayat kendini yaşatmak derdinde, senin kim olduğun onun hiç mi hiç umurunda değil. Ruh, duygularına anlam yüklemek ve tertemiz kalabilmek için savaşır.
Bu yüzden ne kadar acımasız davransa da insan, ne kadar hırslı ve aç gözlü, sinsi ve hilekar olsa da, ezip geçse de tüm kainatı, kaçınılmaz bir Son onu beklemekte. Vicdanının şahit olduğu bir yargılama; tırnaklarında ve her bir saç telinde duyacağı korkunç bir acı ile kıvranacağı, temyizi olmayan son mahkeme.
İnsanın unuttuğu bir şey var: eksik doğduğu. Bunu anlayamadığı veya göz ardı ettiği de olabilir. İnsan, yalnız doğmak ve yalnız ölmek gibi klişeleşmiş sözlere ilham olmuş bir hal içerisinde. Onun yalnızlığı farklı ve özenle yaratılmış olmasından, ta ki hayatın içinde kendi kendini yok etmeye başlayana kadar... Kendisini tamamlayan eksik parçayı bulmadıkça var olmanın anlamını kavraması imkansız. Hiç kimsenin sadece doğmak ve ölmek için doğmuş olacağına inanmam, çünkü bence yaradılışın anlamı ruhuna yazılı kader ile yüzleşmek, diğer kendine kavuşup bütün olmak ve o bütünü sonsuzlukla taçlandırmak...
Derler ki, insan bir tek kendine yalan söyleyemez. Yapamaz çünkü gerçeği bilen kendisi. Yine de buna rağmen hakikate gözünü yumuyorsa eğer, hayatı kocaman bir yalan olur. Gerçekler bazen bir insanın kaderini değiştirir, güzelleştirir ya da mahveder. Gerçekler bazen özlenen, bazen istenmeyen, bazen ise acıtandır. Kendine ne kadar yalan söylesen de, ne kadar bahane biriktirsen de gerçeğin ışığı her daim ortaya çıkacak bir dehliz bulur. Bu yüzden gerçeğine koşmalı insan, bir an evvel, tereddüt etmeden...
Hayat öyle kısa ki... düşlerle bezenen bir uyku. Başımı yastığa koyar koymaz daldığım veya sabahın erken saatlerine kadar beni bekleten uyku... Ve ben, nefes almanın mucizevi sarhoşluğunda şükrediyorum, kalabalığın ortasında Aşk'a dair yalnızlığıma. Şükrediyorum, ruhuma dokunan, Sana, Aşk...
eylül
itiraf etmeliyim, hatta inanılmaz heyecan verici. Ara sıra da olsa, iş ve hayatın izin verdiği zamanlarda, Aşk'ım ile birlikte böyle bir yerde oturup soluklansak, görünmez kanatlarımı mümkün olduğunca geniş açıp ikimizi bu muhteşem yalnızlığın içine almaya çalıştığımı hissederim.
Ne zaman canım birşey yapmak istemese, sıkıntılı bir boşluğun eşiğinde sendelesem ya da içim içime sığmıyorsa dışarıya çıkıp temiz, hoş bir cafede vakit geçirme arzusuna kapılırım. Orada sessizce oturup, sıcak bir fincan kahvenin buğusunda lal cümlelerimi sıraya koyarken, kimsenin umursamadığı ayrıntıların farkına varmayı beklerim.
Günlük tutmadım, belki de tutamadım demeliyim çünkü bunu yapmayı çok istesem de yeterince çaba göstermediğimi hatırlıyorum. Resim karalamaktan hoşlanırdım, her defterimin son sayfaları karakalem eskizlerle doluydu; insan yüzleri, çiçekler, kuşlar... Bazen aklımın ucundan geçer, tuval ve boya alıp resim yapsam mı diye, sonra heves deyip kendimi vaz geçiririm. Düşünüyorum da, korkuyorum galiba, yapmayı unuttuklarımdan...
İnsan onu en çok etkiledikleriyle yaratıcı olur: yazar, çizer, anlatır ve bunları yaparken bir bütünü tamamlar. Bana göre, eğer yazmaz, çizmez, anlatmaz ise geleceği değiştirecek olan geçmişteki ayrıntılar unutulur.
Her insan kendini farklı şekilde ifade eder, kimi hırçın ve saldırgan, kimi sakin ve aymaz, kimi sessizce. Daha pek çok sıfat ve rol var elbette ve şu bir gerçek ki insanın kendisi gibi davranması çok önemli. Başkasının hayatını yaşamayı seçmek fedakarlık veya katlanma değil, ayrıntıları yok sayıp kendi bütününden kaçmak olur. Ne ebeveyn olmak ne de Aşk, bahane değil. Mesele insanın ruhundaki sonsuz Aşk ile kendi yalnızlığı ile bir başka yalnızlığın arasında köprü kurabilmesi...
Yaşlandıkça, eski fotoğraflar birer hüzünlü ayrıntı gibi görünür insana. Oysa onlara baktığında yapmayı unutmuş olduklarını hatırlayabilir. Yıllar önce yazdıklarını okuduğunda şevkat, umudu ve merhameti tekrar bulabilir, hatta gülümsemeyi de hatırlayabilir... İnanmayı hatırlayabilir, koşulsuz ve klişesiz, saf ve yürekten, çünkü inanmak güçlü olmaktır.
Fotoğraflara bakıp kırışıklıklarına üzülen insanların yoksulluğunu en muhteşem hazine bile gideremez. Renkli şekillerle kaplanan tuvallerde sevinci, ruh'un coşkusunu yansıtmayan ressamın maneviyatı olduğunu düşünemem. Ve o sevinç, o coşku asıl, varlığın ayrıntıları. Hayat, ruhu şekilden şekle bürünmeye zorlamak değil, hayat kendini yaşatmak derdinde, senin kim olduğun onun hiç mi hiç umurunda değil. Ruh, duygularına anlam yüklemek ve tertemiz kalabilmek için savaşır.
Bu yüzden ne kadar acımasız davransa da insan, ne kadar hırslı ve aç gözlü, sinsi ve hilekar olsa da, ezip geçse de tüm kainatı, kaçınılmaz bir Son onu beklemekte. Vicdanının şahit olduğu bir yargılama; tırnaklarında ve her bir saç telinde duyacağı korkunç bir acı ile kıvranacağı, temyizi olmayan son mahkeme.
İnsanın unuttuğu bir şey var: eksik doğduğu. Bunu anlayamadığı veya göz ardı ettiği de olabilir. İnsan, yalnız doğmak ve yalnız ölmek gibi klişeleşmiş sözlere ilham olmuş bir hal içerisinde. Onun yalnızlığı farklı ve özenle yaratılmış olmasından, ta ki hayatın içinde kendi kendini yok etmeye başlayana kadar... Kendisini tamamlayan eksik parçayı bulmadıkça var olmanın anlamını kavraması imkansız. Hiç kimsenin sadece doğmak ve ölmek için doğmuş olacağına inanmam, çünkü bence yaradılışın anlamı ruhuna yazılı kader ile yüzleşmek, diğer kendine kavuşup bütün olmak ve o bütünü sonsuzlukla taçlandırmak...
Derler ki, insan bir tek kendine yalan söyleyemez. Yapamaz çünkü gerçeği bilen kendisi. Yine de buna rağmen hakikate gözünü yumuyorsa eğer, hayatı kocaman bir yalan olur. Gerçekler bazen bir insanın kaderini değiştirir, güzelleştirir ya da mahveder. Gerçekler bazen özlenen, bazen istenmeyen, bazen ise acıtandır. Kendine ne kadar yalan söylesen de, ne kadar bahane biriktirsen de gerçeğin ışığı her daim ortaya çıkacak bir dehliz bulur. Bu yüzden gerçeğine koşmalı insan, bir an evvel, tereddüt etmeden...
Hayat öyle kısa ki... düşlerle bezenen bir uyku. Başımı yastığa koyar koymaz daldığım veya sabahın erken saatlerine kadar beni bekleten uyku... Ve ben, nefes almanın mucizevi sarhoşluğunda şükrediyorum, kalabalığın ortasında Aşk'a dair yalnızlığıma. Şükrediyorum, ruhuma dokunan, Sana, Aşk...
eylül
9 Ağustos 2012 Perşembe
LÖSEV Gönüllüsü Olmak Bir Ayrıcalıktır...
Büyük LÖSEV Ailesi, lösemili&kanserli çocuk ve ailelerin bu zorlu mücadelede yalnız olmadıklarını göstermek için sevgi ve azimle çalışan bir vakıftır. LÖSEV kurulduğu 1998 yılından bugüne dek faaliyetlerini duyarlı kişi ve kuruluşların destekleri ve binlerce GÖNÜLLÜSÜ’nün katkılarıyla gerçekleştirmiş; Türk halkının konu hakkında daha bilinçli ve duyarlı olmasıyla beraber tedavide %91'lere çıkardığı başarısını %100’e çıkartmayı hedeflemiştir.
LÖSEV'e gönlünü veren gönüllüler LÖSEV’in her etkinliğinde aktif rol almakta, vakıf çalışmalarına aktif katılım göstererek çocukları hayata bağlamaktadırlar.
Yüreğinde paylaşım ve sevgiye yer olan herkesi Lösev gönüllüsü olmaya davet ediyoruz.
Lösev gönüllüsü olabilmek için aşağıdaki formu doldurmanız yeterli: http://bit.ly/losevgonullusu
Lösev’i Facebook’ta takip etmek için: www.facebook.com/losev0660
Lösev’i Twitter’da da @losev1998 hesabından takip edebilir, #LosevHayatVerir hashtag’i ile paylaşımlarınızla destekleyebilirsiniz.
Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.
İsraf etmek varlıktan değil...
Malüm, ramazan ayı, iftar sofraları ayrı bir heyecan ile hazırlanır. Günler birbirini izlerken buzdolabında kalan yemek artıkları, tüketilemeyen meyveleri, ekmek kutusunda pide, çörek, ekmek parçaları nasıl değerleniderilebilir sorusu takılır insanın aklına. Ekmekler: buzlukta saklanılacak köftelik ekmek içi kırıntısı, çorbalar için kıtır; pideler yumurtalı omlet veya kebap altı; meyveler meyve suyu, pay, turta ve marmelat olur. Kısaca hepsi bir mesai, eğlenceli birer deneyim. Onlardan bahsetmeyi düşünmedim, herkesin bildikleri, yaptıklarıdır diye. Vicdani bir durumdur israf etmemek, tabi ki takıntı haline gelmediği sürece. Nasıl mı?.. Geri dönüşüm süresi sona ermiş malzemeler kesinlikle kullanılmamalı, yarısı çürümüş meyve, küf tutmuş ekmekler gibi.
Aslında benim inancım şu ki, zaten akıllı bir insan bilinçli tüketicidir, israfı da minimumdadır. Akıllı kadın, hele ki ramazan ayı gibi çok özel bir zamanda, iftar yemeklerinde gösterişe kaçmaz, sağlıklı ve besleyici menüler hazırlar. Tüketilmeyecek kadar çok miktarda, mideyi yoracak kadar fazla çeşitte yiyecek hazırlanmayacağını gayet iyi bilir. Yoksa maneviyat, mide spazmları, kalp çarpıntıları ve ağırlaşmış bedenin altında ezilip kalmaz mı? Bir nevi...
Zenginliği maddiyatla değil, maneviyatla sınamalı insan.
Hayatı öğrenmek için okula gidiyoruz, orada öğrenmemiz gerken, bize öğretilmesi gerken müspet bilimlerdir. Çekirdek ailemizde, sınıfta, sokakta, çevremizden gördüklerimizi Hayat diye ezberliyoruz. Yıllar sonra öğrendiğimiz herşeyi unutmak zorunda olduğumuzu anlayıp yeniden keşfe çıkıyoruz... Bu zorlu bir yolculuğu daha da zorlaştırmak değil de nedir?.. Bu yüzden çekirdek ailede yol yordam(adap) öğretilmeli çocuklara. Bu birikimle okula başlayan çocuklar birey vasıflarını edinebilmek için hazırlık aşamasına gelmiş olurlar. Nerden nereye; ramazan ayı, ısraf, maneviyat derken bu kadar derinlere inmişim.
Benim düşüncem; herşeyin bir başlangıcı var, her evin bir temeli olduğu gibi. Güçlü olmak inanmaktan gelir, inanmak için ise bilmek gerekir. Yaşanmışları, geçmişi tekrar etmek değil, gerçekten bil(i)mek gerekir. Bu yüzden matematik, fizik, kimya, tarih, coğrafya, resim, müzik, vs öğretilir okulda. Can sıkıntımızı dağıtmak için değil, ezberleyip sınavlarda sıralamaya girmek için de değil, hayatı akıllıca yaşamak ve yaşatmak için. Akıllı insan tedbir almayı bilir. Ha, akıllı olmayı uyanık olmak ile karıştıranlar da var, ne yazık... Bu bambaşka bir konu, hatta yine çok vicdani bir konu. Vicdanını susturanların nasıl huzurlu olabilirler diye kafa yorduğum zamanlarım da olmadı değil hani...
Blogumda paylaşmak istediğim temelde hayat, insan, duygular gibi konular oldu, gayem buydu. Yemek tariflerini yaşamın gereği diye aralarda serpiştiriyorum zaman zaman. Nitekim, yaşamak için yemek zorundayız, fakat ağız tadımız yerinde olmalı, seçici, meraklı, hatta araştırmacı olmalıyız. Her deneyim bir sonrakinin yol göstericisi değil mi?..
Bugün basit bir arasıcak(mı desem?) tarifinden bahsetmek istedim. Bazen elimizde gereğinden fazla haşlanmış patates kalır; ya salata yaparız, ya püre veya patates köftesi(hamur işi içi olarak da düşünülebilir). Bir de artan salam, jambon, sucuk, haşlanmış yumurta, beyaz et veya kavrulmuş kıyma bulunuyorsa buzdolabında patatesli rulo yapabiliriz.
Patatesli rulo
3-4 haşlanmış ve rendelenmiş patatese 1yumurta, 1 yumurtanın akı, tuz ve karabiber karıştırılır. İç olacak malzeme doğranıp karıştırılır, misal: haşlanış yumurtalar ve salam küp küp doğranıp tuz, karabiber ve ince kıyılmış maydanoz karıştırılır(veya başka bir iç: kavrulmuş, baharatlandırılmış kıyma). Elimizi hafifçe yağlayıp patatesten büyükçe bir parçayı avucunuza alıp hafif bastırarak inceltip ortasına azrulanan içten koyup dikkatlice kapatıyoruz. Hazırlanan patatesli ruloları fırın kabına yerleştirip 1 yumurta sarısını üzerilerine sürüp 200 derecede fırınlıyoruz. Fırından almadan önce kaşar peyniri ile çeşitlendirebiliriz. Yanına cevizli cacık, domates salatası, sade yoğurt veya yeşil salata ile servis edebilirsiniz. Afiyet olsun...
Aslında benim inancım şu ki, zaten akıllı bir insan bilinçli tüketicidir, israfı da minimumdadır. Akıllı kadın, hele ki ramazan ayı gibi çok özel bir zamanda, iftar yemeklerinde gösterişe kaçmaz, sağlıklı ve besleyici menüler hazırlar. Tüketilmeyecek kadar çok miktarda, mideyi yoracak kadar fazla çeşitte yiyecek hazırlanmayacağını gayet iyi bilir. Yoksa maneviyat, mide spazmları, kalp çarpıntıları ve ağırlaşmış bedenin altında ezilip kalmaz mı? Bir nevi...
Zenginliği maddiyatla değil, maneviyatla sınamalı insan.
Hayatı öğrenmek için okula gidiyoruz, orada öğrenmemiz gerken, bize öğretilmesi gerken müspet bilimlerdir. Çekirdek ailemizde, sınıfta, sokakta, çevremizden gördüklerimizi Hayat diye ezberliyoruz. Yıllar sonra öğrendiğimiz herşeyi unutmak zorunda olduğumuzu anlayıp yeniden keşfe çıkıyoruz... Bu zorlu bir yolculuğu daha da zorlaştırmak değil de nedir?.. Bu yüzden çekirdek ailede yol yordam(adap) öğretilmeli çocuklara. Bu birikimle okula başlayan çocuklar birey vasıflarını edinebilmek için hazırlık aşamasına gelmiş olurlar. Nerden nereye; ramazan ayı, ısraf, maneviyat derken bu kadar derinlere inmişim.
Benim düşüncem; herşeyin bir başlangıcı var, her evin bir temeli olduğu gibi. Güçlü olmak inanmaktan gelir, inanmak için ise bilmek gerekir. Yaşanmışları, geçmişi tekrar etmek değil, gerçekten bil(i)mek gerekir. Bu yüzden matematik, fizik, kimya, tarih, coğrafya, resim, müzik, vs öğretilir okulda. Can sıkıntımızı dağıtmak için değil, ezberleyip sınavlarda sıralamaya girmek için de değil, hayatı akıllıca yaşamak ve yaşatmak için. Akıllı insan tedbir almayı bilir. Ha, akıllı olmayı uyanık olmak ile karıştıranlar da var, ne yazık... Bu bambaşka bir konu, hatta yine çok vicdani bir konu. Vicdanını susturanların nasıl huzurlu olabilirler diye kafa yorduğum zamanlarım da olmadı değil hani...
Blogumda paylaşmak istediğim temelde hayat, insan, duygular gibi konular oldu, gayem buydu. Yemek tariflerini yaşamın gereği diye aralarda serpiştiriyorum zaman zaman. Nitekim, yaşamak için yemek zorundayız, fakat ağız tadımız yerinde olmalı, seçici, meraklı, hatta araştırmacı olmalıyız. Her deneyim bir sonrakinin yol göstericisi değil mi?..
Bugün basit bir arasıcak(mı desem?) tarifinden bahsetmek istedim. Bazen elimizde gereğinden fazla haşlanmış patates kalır; ya salata yaparız, ya püre veya patates köftesi(hamur işi içi olarak da düşünülebilir). Bir de artan salam, jambon, sucuk, haşlanmış yumurta, beyaz et veya kavrulmuş kıyma bulunuyorsa buzdolabında patatesli rulo yapabiliriz.
Patatesli rulo
3-4 haşlanmış ve rendelenmiş patatese 1yumurta, 1 yumurtanın akı, tuz ve karabiber karıştırılır. İç olacak malzeme doğranıp karıştırılır, misal: haşlanış yumurtalar ve salam küp küp doğranıp tuz, karabiber ve ince kıyılmış maydanoz karıştırılır(veya başka bir iç: kavrulmuş, baharatlandırılmış kıyma). Elimizi hafifçe yağlayıp patatesten büyükçe bir parçayı avucunuza alıp hafif bastırarak inceltip ortasına azrulanan içten koyup dikkatlice kapatıyoruz. Hazırlanan patatesli ruloları fırın kabına yerleştirip 1 yumurta sarısını üzerilerine sürüp 200 derecede fırınlıyoruz. Fırından almadan önce kaşar peyniri ile çeşitlendirebiliriz. Yanına cevizli cacık, domates salatası, sade yoğurt veya yeşil salata ile servis edebilirsiniz. Afiyet olsun...
6 Ağustos 2012 Pazartesi
Utanıyoruz Şehitlerimiz...
Utanıyorum Şehidim
Utanıyorum Şehidim,
Utanıyorum,
Yemekten,
İçmekten,
Senin annen ağlarken
Gülmekten Utanıyorum!
Sanma ki;
Unutuyor,
Unutturuyoruz.
Unutanları barındırmaktan utanıyorum.
SEN; vatan için bizim için şehit olurken,
Seni Görmezden Gelenlerden Utanıyorum.
Aziz NESİN
Utanıyorum Şehidim,
Utanıyorum,
Yemekten,
İçmekten,
Senin annen ağlarken
Gülmekten Utanıyorum!
Sanma ki;
Unutuyor,
Unutturuyoruz.
Unutanları barındırmaktan utanıyorum.
SEN; vatan için bizim için şehit olurken,
Seni Görmezden Gelenlerden Utanıyorum.
Aziz NESİN
Mantarlı sarma
Oldukça eski yemek kitabımdan lezzetli bir tarifi denedim bugün, afiyet olsun...
Krep için:3 yumurta, 1,5 su bardağı su, 1 tutam karbonat ve tuz, boza kıvamına gelecek kadar un
İç:350 gr ince doğranıp haşlanmış mantar, 1 soğan, 4-5 yemek kaşığı zeytinyağ3/4 su bardağı pirinç, tuz, karabiber
Üstüne: 1 su bardağı mantarın haşlandığı su, 1 su bardağı süt, 2-3 yumurta, az kaşar peyniri
Yumurtalar çırpılır, su, bir tutam karbonat, tuz ve boza kıvamına gelecek kadar un karıştırılarak krep hamuru hazırlanır. Teflon tavada 7-8 adet krep kızartılır. Diğer yandan ince kıyılmış soğan zeytinyağında kavrulmaya bırakılır. Ardından dilimlenmiş mantarlar, son olarak da yıkanıp süzülmüş pirinç eklenir. Bir müddet kavrulan pirinç, mantar ve soğan karışımına tuz, karabiber ve 1,5 su bardağı su ilave edilir, hafif ateşte pişirilir. Kreplerin her birine içten koyup sarma yapılır yağlanmış fırın kabına yerleştirilir. Üstüne Mantarların haşlama suyundan 1 su bardağı sıcak su ve 2-3 yemek kaşığı zeytinyağı gezdirilir, 220 derecede, üstü kızarana kadar pişirilir. Ayrı bir kasede 2-3 yumurta 1 su bardağı süt ile çırpılır ve kreplerin üstüne dökülüp 10 dk daha fırınlanır.
Krep için:3 yumurta, 1,5 su bardağı su, 1 tutam karbonat ve tuz, boza kıvamına gelecek kadar un
İç:350 gr ince doğranıp haşlanmış mantar, 1 soğan, 4-5 yemek kaşığı zeytinyağ3/4 su bardağı pirinç, tuz, karabiber
Üstüne: 1 su bardağı mantarın haşlandığı su, 1 su bardağı süt, 2-3 yumurta, az kaşar peyniri
Yumurtalar çırpılır, su, bir tutam karbonat, tuz ve boza kıvamına gelecek kadar un karıştırılarak krep hamuru hazırlanır. Teflon tavada 7-8 adet krep kızartılır. Diğer yandan ince kıyılmış soğan zeytinyağında kavrulmaya bırakılır. Ardından dilimlenmiş mantarlar, son olarak da yıkanıp süzülmüş pirinç eklenir. Bir müddet kavrulan pirinç, mantar ve soğan karışımına tuz, karabiber ve 1,5 su bardağı su ilave edilir, hafif ateşte pişirilir. Kreplerin her birine içten koyup sarma yapılır yağlanmış fırın kabına yerleştirilir. Üstüne Mantarların haşlama suyundan 1 su bardağı sıcak su ve 2-3 yemek kaşığı zeytinyağı gezdirilir, 220 derecede, üstü kızarana kadar pişirilir. Ayrı bir kasede 2-3 yumurta 1 su bardağı süt ile çırpılır ve kreplerin üstüne dökülüp 10 dk daha fırınlanır.
Herşey bir yana, bu sıcaklar insanı eritir. Güneş kararlı bir şekilde İstanbul'u kavuruyor ve yağmur hala tatlı bir hayal. Memnuniyetsizlik etmiyorum; yaz mevsimi
hakkını veriyor. Bana mı öyle geliyor, yoksa gerçekten mi, günler inanılmaz bir hızla hayatımızdan geçip gidiyor...
5 Ağustos 2012 Pazar
Zor hayat, Zor insanlar
İnsan, karakteriyle fark yaratır. Diyelim ki: hayat yolculuğu karakterlerin kesişmesi, o vakit karşılaşmalar bazen yapıcı bazen yıkıcı olur...
Size zarar veren insanlarla her yerde karşılaşabilirsiniz: ailede, işte, arkadaş çevrenizde. Bir insanı tanımak zor; gözlerinizin içine baka baka iftiraya uğratanlar, sırtınızı döner dönmez dedikonuzu yapanlar, yüzünüze gülümseyip, tatlı tatlı konuşup fesatlık, nefret ve kin duyanlar olabilir. Onları ayırt edemezsiniz; yaş, eğitim, sosyal ve ekonomik statü, din, kültür: bunların hiç önemi yok. Nitekim, bir dahi bile itici gelebilir, hayatınızı cehenneme çevirebilir. Bir düşünün. Belki en yakınınızı tanımıyor olabilirsiniz. Hayatınızda bir kez de olsa duygu yoksunu insanlarla karşılaşmış olabilirsiniz ya da belki, ortada hiç bir sebep yokken, birisine karşı nahoş duygular beslemiş olabilirsiniz. Birkaç dakikalık bir karşılaşmayı hatırlayıp saatlerce baş ağrısı çekmiş olabilirsiniz. Her ne kadar insanları sevmeyi, önyargılı olmamayı öğretilse de, gerçekte her şey çok karmaşık. Sizi iten insanların daima var olduğu bir gerçek, üstelik birden farkına varabilirsiniz ki hayatınız boyunca, farklı mekan ve zamanlarda, aslında hep aynı tip insanlarla karşılaşmış olabilirsiniz... Düşünmeye değer bir konu.
- İnsanı yerin dibine sokmaya hazır olanlar;
Kibirli, küstah, küçümseyen, alaycı, ketum, saygısız ve kaba tavırlarıyla her şeyinizi eleştirir, aşağılar ve tehditkar davranır. Başkalarını küçümsemek aslında aşağılık kompleksini ele verir ve özsaygısı olmayan böyle kişiler kimseyi beğenemez. Karşısındakini ezip hakaret ederken garip bir heyecan duyarlar, etrafındaki insanlara alaycı sıfatlar kullanırlar: "şişman, sıska, salak, çirkin" gibi... Bu yüzden:
Ona anlayışlı ve nezaketli davranılmalı. Onları yüksek ses ile uyarmaktan kaçınmalı çünkü kendilerini savunmak zorunda kaldıklarında daha da kaba olacaklar. Bunu küçük bir sınav olarak görmeli insan. Sakin ve anlayışlı davranışınızın karşılığında sizi bir damla suda boğmaya kalkan insanın davranışının nasıl iyiye doğru değiştiğine tanık olacaksınız.
Aslında çoğunlukta sizin sahip olup da onların olmadıkları yüzündendir onların agresifliği. Kimbilir, belki de sizin duruşunuz, davranışınız onları kızdırıyor olabilir... Bu yüzden merhametli yaklaşım onlarla iletişim için bir çözüm yolu olabilir.
-Palavracılar
Bencil, çok konuşan, dırdırcı, sıkıcı, saygısız, düşüncesiz, karşısına çıkan her insana kendisinin bile anlamlandıramadığı düşüncelerini düşüncesizce döken. Böyle birisine yakalandığınızda esir alınmış gibi olursunuz, hiç bir güç onu susturamaz. Ailesi, arkadaşları, tanıdığı tanımadığı insanlar ve olaylar hakkında, sizi ilgilendirmeyen konularda uzata uzata konuşur. Dinlemeyi bilmez, tek bir kelime bile söylemenize izin vermeden sizi onu dinlemenize mahküm eder. Konuşmaya
öyle kaptırır ki kendini tükenen sabrınızı, sıkıntınızı hatta tiksindiğinizi fark edemez. Onların sonsuz, anlamsız hikayeleri kimsenin ilgisini çekmez. Bu yüzden: Böyle birileri karşısında gerilmemeyi becerebilmek iyi olur. Hatta, başbaşaysanız, onları tersleyebilirsiniz, bu da etkili bir davranış. Başkalarının yanında yaparsanız, unutmayın ki onu "statü ve onurunu" korumak zorunda bırakmış olursunuz.
Ona onu sevdiğinizi lakin ilginizi çekmeyen şeylerden çok fazla konuştuğunu söyleyebilirsiniz. Anlattıklarının etkisini görebilmek için etrafındaki insanların mimiklerine bakmasını öğretin ona. Bunu ilk yaptığında çok üzülüp şaşırabilir ve savunmaya geçebilir. Bu yüzden dürüst olup bitmeyen sıkıcı tiradlarıyla ilgili çarpıcı örnekler hatırlatabilirsiniz. Elbette ki ona anlayış ve sabır ile davranmalı. Yukarıya kalkan kaşlar veya bir dokunuş konuşmasının uzadığının işareti olduğu öğrenmesi gerektiğini belirtmeli. Kendini sürekli savunmaya geçmesi ve korkusu, çoğunlukla karşısındakinin vücut dilini okuyamamasından ileri gelir. Ancak, eğer önüne geçilemeyen bir biçimde vaktinizi ve enerjinizi harcamaya devam etmekteyse, çekinmeden ve sert bir şekilde, sınırları geçmemesi için uyarılmalıdır.
-Zararı kendine olanlar
Herkes ona karşı ve o her zaman kurban; gerçeklerin dışında yaşayan , zayıf, kırılgan, gergin, negatif, umutsuz, korkuları olan, bencil, sıkıcı, kontrolsüz, depresif. Kendini aşağılamaya eğilimli: "hiç bir şeyi beceremem, yapamam..."diye kendi kendine çıkışır. Aslında bunu başkalarının onu aşağılamasına fırsat vermemek için yapar. Övgüleri kabul etmeyi bilmez, hakkında söylenen güzel kelimeleri reddeder. Bu gibi insanlar güzel bir şeyleri yaşamayı hak ettiklerine inanmazlar, bu yüzden madde bağımlısı, alkolik olabilecekleri gibi, bedenlerine de ruhlarına verdikleri gibi zarar verirler. Kendilerine olan saygıları yok denecek kadar az. Bu yüzden:
Böyle bir kişinin herkesten çok sevgiye ve şevkate ihtiyacı var. Onunla mümkün olduğunca yumuşak konuşmalı, aksi halde değişen hiçbir şey olmaz. Kendilerine zarar veren bu tip insanların sevgi ve ilgiden başka şeye ihtiyaçları yok. Yakınınızda böyle bir insan olduğunda yardım için hazır olduğunuzu belirtmeli ve bunu onun da istemesi gerektiğini anlatmalısınız. Eğer o kendine yardım etmeyi istemez ise sizin de edemeyeceğinizi anlaması çok önemlidir.
-Sorunlarından kaçanlar
Zayıf karakterli, renksiz, yetersiz, kapalı, ürkek, çekingen, utangaç, tutarsız, dürüst olmayan, kendini oyalayan, uyumsuz. Stres ile ondan uzaklaşarak(kaçarak) savaşır. Yokmuş gibi davranır kendisine. Bir şeylere atılmaktan korkar, tartışmalardan kaçar, hatta çatışmanın ötesinde kalmayı tercih etmek ile yanındaki insanı yaraladığını, ona zarar verdiğini anlamaz. Bu yüzden:
Onunla iletişim kurabilmek için açıksözlü hatta sert olmalısınız. Kırılıp üzüleceğini düşünmeyin, bu sizi ilgilendirmesin. Aksine, zorluklardan, gerçeklerden sürekli kaçmasından rahatsız olduğunuzu belirtin ona, hatta biran önce bunu çözmesi gerektiğini söyleyin. Genellikle, nahoş durumlardan sürekli kaçınan insan, tartışmaya açık değildir bu yüzden memnuniyetsizliğinizi belirtiğinizde harekete geçecektir. Elbette ki, eğer söylediğinizi algılayamadıysa, kaçmayı da tercih edebilir...
Bütün bunlardan sonra yeni bir tartışmanın ortasında yine kaçmayı seçtiyse, üzülmeyi bırakın. Hiç değilse kimin haksız olduğunu bileceksiniz. Unutmayın ki, yaşanan bunca şeyden sonra yakınınızdaki bu insan yine kaçıyorsa, siz onun umurunda değilsiniz...
-Volkanlar
Umutsuz, kararsız, zayıf, çekingen, tutarsız, korkak, diğerlerini sürekli suçlama eğiliminde. Yakınınızda böyle biri varsa başınıza ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz. Saatli bomba ile birlikte olmak gibidir onlarla yaşamak. Görünürde sakin, gülümseyen ve sıcak. Duygularını asla belli etmez; kızgınlığını, rahatsızlığını içinde tutar ve siz "ne kadar olgun.." diye düşünmeye başlamışsınızdır ki birden... patlar. Başına gelen tüm sıkıntıların sebebi olduğunuzu haykırır, şaşırırsınız o an... İçinde biriken öfke o kadar çok ki size verebileceği bedensel zararlardan korunmanız gerekebilir. Tehlikelidir bu tip insanlar, ne zaman ne yapacakları belli olmaz. Sabrını taşıracak bir tek damla savaş ilan etmelerine yeter. Bu yüzden:
Onların yanında sakin olmak yapılabilecek tek şey. Sorular sormalısınız ona çünkü o zahmet edip anlatmaz içinde olanları. Uzun cümlelerle cevaplanacak sorular sorun, "evet" veya "hayır" ile yetinmeyin, bu şekilde aranızda bir bağ oluşturabilirsiniz.
-Dedikoducular
Utanmaz, ikiyüzlü, şüpheci, yüzeysel, düşmanca davranan, kinci, fesat, dürüst olmayan, alaycı, kendine güvenen, ketum, eleştirel, itici, ısrarcı, içten pazarlıkçı. Her şeyde eksiklik bulur, başkalarının işlerine, hayatlarına karşır, kıskançlık eder, herkesi kendine rakip olarak görmeye eğilimli. Başkalarıyla ilgili dedikodular taşımaya, anlatmaya bayılır. Bazen kendi uydurduklarını anlatıp inanır. Kibirlidir ve başkalarının talihsiliklerini anlatmaktan haz duyar. Oysa kendi hayatları oldukça renksiz ve boş, anlattıklarıyla başkalarının dünyalarında yer edinebileceklerini sanırlar. Fark edilmeye ihtiyaçları var çünkü ancak böyle kendi değerlerinin farkına varabilirler. Ancak böyle birileri iş hayatınızı mahvedebilecek kadar tehlikeli olabilirler. Bu yüzden onlara ne yapmak istediklerini çok iyi bildiğinizi söyleyerek durdurabilirsiniz. Onlara karşı açık sözlü olmak en doğru davranış. Tanıdıklarınız hakkında dedikodu yaptığında onu dinlemeye niyetiniz olmadığını açıkça belirtin.
-Sözde kahramanlar
Küstah, saygısız, alaycı, kibirli, kontrolsüz, inatçı, kaba, gürültücü, asosyal, tehditkar, hakaret eden, sık sık küsen, gergin, edepsiz, fesat, dengesiz, depresif. Bu tip insanla zor çalışılır, tehlikleli ve zorbadır, hiçbir kural onu durduramaz. Her an kavgaya hazır, her an buna bir sebep yakalamaya açık. İtiraz etmeyi severler, sizinle aynı fikirde olsalar bile. Etraflarındaki herkesi bir neden olmadan kışkırtırlar, sebeplere ihtiyaçları yok. İçlerindeki umutsuzluklarıyla kavgaya tutuşmaları insanların gözlerinde büyük olma isteğindendir. Herşey ve herkes onları rahatsız eder. Onları eleştirilemezsiniz. Küfürler savurup herkesi hor görürler. Cinnet geçirircesine kendilerinden geçip etrafa çatıp, duvarlara, kapılara yumruk, tekme ile saldırırlar. Doğal hallerinde bile öfke var, herşey yolunda olsa, herşeyi istedikleri gibi yapsanız bile... İşlemediğiniz bir kabahat ile suçlayabilirler sizi, kendinizi savunmanıza bile izin vermezler. Bu gibi insanların çocukluğu genelde kolay geçmemiştir.
Yaşlandıkça hayatın onlara kötü bir şaka yaptığını düşünürler. Kahramanlıkları sadece bir maskedir, aşırı duyarlı olduklarını gizlemek için takılan... Bu yüzden:
Onun ihtiyacı: ilgi, sevgi ve şevkat. Sevgi ve Aşk içindeki öfke ateşini söndürüp onu değiştirebilir. Tabi ki bu bir anda olmaz, zaman ile nasıl değiştiğini görebilirsiniz. Eğer yakınınızdaki böyle bir insan varsa ve üstünüze tüm öfkesini boşaltıyorsa tek yapacağınız şey geri çekilmek. İlişki değişmeden aynı şekilde devam ediyorsa o zaman "elveda" demekten başka yapılacak birşey kalmaz.
-Kurban edilenler
Huzursuz, olumsuz düşünen, teslimiyetçi, şüpheci, inatçı, asabi, hayal gücünden yoksun, pasif, küskün, kaba, bencil, depresif, memnuniyetsiz, sabit fikirli, ezilmiş, korkmuş. Böyle bir insan herkesi ve herşeyi suçlayabilir ve talihsiz kaderini başına taç yapar. Dünyaya gelmiş olmaları düşüncesi bile onları depresyona sokabilir. Örümceğin ağına tutunduğu gibi acılarına tutunup onları anlatırlar. Tavsiyenize değil, anlayışınıza ihtiyaç duyarlar. Kendilerine acımayı seçip hayatın zalim ve herkesin onun yaşadığı talihsizliklerinden sorumlu olduğunu düşünürler. Hiçbir şey onları mutlu edemez. Zamanı suçlayıp, talihsiz hayatlarına kötü geçen çocukluklarına üzülüp ağlamayı seçerler. Yaşamak onlar için anlamını kaybetmiştir, sonu gelmeyen hüzünleri etrafındaki insanları iter.
Sürekli endişe duyarlar. Senaryoları sürekli kötü son ile biter. Dışarıya çıkmak istemez, insanların arasında huzursuz olur, evde kalıp uyumayı seçer. Dillerinde; "ama", "keşke" ve sürekli açıklamalar olur. Para yüzünden olanlar/olmayanlara üzülür. Kendi talihsizliklerine o denli odaklanırlar ki sizi varlığınızın farkına varmazlar. Yakınınızda öyle insan var ise emin olun siz de çok yorulursunuz.
Kısaca, eğer yakınınızda öyle bir insan var ise, yaydığı kötü enerjiye maruz kalmamak için önce sakin olmalısınız. Onunla çok fazla zaman geçirip rahatlama yolları bulamazsanız onun negatifliği size hastalık gibi bulaşabilir...
-Gülümseyen ikiyüzlüler
Sinsi, korkak, bencil, samimiyetsiz, asık yüzlü, tembel, duyarsız, gizemli, dürüst olmayan, kuşkucu, teklifsiz, güvenilmez, ikiyüzlü. Samimi ve dost görünebilir ancak ilk fırsatta sizi satan biri. Kimbilir, belki çoğumuz bu gibi insanlardan daha kötüsü olamayacağını düşünüyoruz. Dante'nin yazdıkları düşündürür: cehennemin en ağır günahlar için ayrılan son halkası ihanet ve vatan hainleri için ayrılmış, diye... Bu tip insanlar hem pasif hem agresif olur. Alçakgönüllü bir gülümseme ile yaklaşır size ve en iyi dostunuz olmak istediği mesajını verir. Diğer taraftan da arkanızdan
işler çevirir. Bukalemun gibi davranırlar; sizin onlardan ne beklediğinize bağlı olan davranışları yüzünden sürekli gergindirler. Onlara inanıp içinizi açmayın, çünkü bunu beklemediğiniz zamanlarda size karşı kulanacaklar. Aslında sizi sevmiyorlar lakin bunu hiçbir zaman itiraf etmezler, içlerinde onları hasta eden kin ve kıskançlık var. İkiyüzlülüğü sayesinde size şevkat ve sevgi ile yaklaşabilir ancak unutmayın: o vicdansız bir yalancıdır. Ona karşı açık sözlü olup bütün numaralarını bildiğinizi söyleyin. Bu tip insanların her şeyi istedikleri gibi yapmalarına izin verilmemeli. Suçüstü yakalansa da, şüphesiz herşeyi inkar edecektir, ancak siz o vakit öfkenizi serbest bırakın. Sizin tepkiniz onun uzun süre unutamayacağı bir ders olacaktır. Ve...unutmayın, asla fiziksel zarar vermeyin!..
-Kararsız, mağdur, eh, avanaklar...
Hem pasif, hem agresif olabilir, sessiz, asosyal, korkak, özgüvensiz, başkalarını suçlamaya hazır, sıkıcı, umutsuz, hayır demeyi bilmeyen, küçük hesaplar yapan, karaktersiz, disiplinsiz, yalaka, başarısız, kolay etki altında kalan, uysal. İrade gücünden yoksun, kararsız, kendini rüzgara bırakır. Her zaman sessiz ve uysal olurlar, her şeye "evet" derler. Ergeç bazı evetlerin aslında "hayır" olduklarını ille ki anlayacaksınız. Bu tip insanlar ne sizi (başkalarını) ne de kendilerini anlayacak
kapasiteye sahip değiller. İrade gücü eksikliği yüzünden hiçbir şey hakkında, kendi rahatları hariç, düşünmek istemezler. Yeterince sabırlı olurlarsa sorunların çözüleceğine inanırlar. Kendilerine ait zamanı boşa harcarlar, çünkü risk almaktan korkarlar. Ne zaman koşullar onları seçim yapmaya zorlasa kendilerini kaybedecek kadar öfkelenirler. Bu tip insanlar korku ve kaygıları tarafından elegeçirilmiştir, katatonik gibi olurlar, hareket edemezler. Kendilerini mağdur olarak
gördüklerinden hiçbir şey için çaba harcamazlar. Kendi huzur ve konforunu önemseyip, hayatın kuytu köşelerinde saklanmayı seçerler.
Bu tip insan kırılgan ve hassas olur. Sevgi ve şevkat ile yaklaşılmalı. En zor anında yanında olduğunuzu hissettirmelisiniz ona. Kendini anlayabilmesi için sorular sorun, böylelikle belki gerçek kendine giden yolu bulabilir... Eğer tüm çabanıza rağmen değişen bir şey olmazsa, savaşmaktan vaz geçip bu zavallı insanı gururun yalnızlığında bırakın...
İç huzurunuzu koruyun...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)