Bu Blogda Ara

28 Ekim 2012 Pazar

Atatürk'ün Cumhuriyeti



Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun...


Bugün 

Durmadan dalgalan şanlı bayrağım,
Yurdumun en büyük bayramı bugün.
Ufuklar gül açsın, gülsün toprağım,
Yurdumun en büyük bayramı bugün.

Ağaçlar bezensin, dallar süslensin.
Bahçeler donansın, güller süslensin.
Ata'nın açtığı yollar süslensin.
Yurdumun en büyük bayramı bugün.

Yurt için savaşmak bir şanlı düğün,
Yaşamak duygusu her şeyden üstün,
İstiklal sevdası ufkumuzda gün,
Yurdumun en büyük bayramı bugün.

Tarihe sığmayan şanlar Türk'ündür.
Ölümden korkmayan canlar Türk'ündür.
Bayrağa renk veren kanlar Türk'ündür,
Yurdumun en büyük bayramı bugün.

Ata'mız her zaman kalbimizde hız,
Ülkümüz uğrunda ölmek ahtımız,
Şölenler kurulsun, şenlensin kanımız
Yurdumun en büyük bayramı bugün.

Kanım toprağa katanımız var,
Bayrağın altında yatanımız var,
Destanlar kaynağı vatanımız var,
Yurdumun en büyük bayramı bugün.

Uluğ TURANLIOGLU

27 Ekim 2012 Cumartesi

Böyle Gelmiş, Böyle Geçer Dünya

İyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin diye diye şekle soktuk dar zamanımızı, kısacık geldi hoş anlar, kedere boğulduk, ağlaya, ağlata...



Hayat, midemi bulandırır bazen, o ise  biz insanların yaşantısından ibaret. Onu nasıl çağırırsak öyle gelir, nasıl bakarsak öyle görünür, bu yüzden işte bu kadar özeldir insan.  Belki buna itiraz ederiz önce, sonra durup durulunca içimizde, kabulleniriz bu acı gerçeği.  Masum doğmakla başlar hayat, sonra bir başka insanın yoksunluğu kazınır tertemiz  masumiyete.  Cehalet, yetersizlik, kötülük, acımasızlık doğuştan olamaz, insanın insana ettikleri sonucu, cahil bırakılmanın,  gafletin, kaybolmuşluğun sonucu.  Ve biz kıyameti bekliyoruz, oysa hep  içindeyiz, kurban ettiğimiz gelecek ile birlikte...
Hayat, türlü şekillerde görünür, farklı, şatafatıyla veya sadeliği ile; kapılır veya sıkılırız ondan, insanlığımızla...  Tuzak gibi  yaşantılarımız; gizemli, yavan, hüzünlü, hırslı, doludizgin, ağır-aksak, mutlu. Tutsaklarıyız: hayatın.

eylül


23 Ekim 2012 Salı

Hayat var




Birbirimizden çok farklıyız; sevinçlerimiz, korkularımız, beklentilerimiz, vazgeçme sebeplerimiz, ten rengimiz bile farklı.  Biz ise iki kelam edip, muhabbette anlaşınca,  "insanız sonuçta" diyerek, benzerliklerimizi tokuşturmaya bayılırız. Yaradan'ın ilk sınaması bu olmalı: farklılıklarımız; keşke bunun farkında olup yaşasak, değişen çok  şey olurdu, üstelik özene bezene yaratılmışız, ihtiyacımız olan herşey  içimizde...
Gözlerimi sımsıkı kapatıp denizinin dalgalı sallantısında olduğumu hayal ediyorum.  Sonsuzluğun kıyısına ulaşmak için  yüzlerce, binlerce sandalın kürekleri çekiliyor...
Gözlerimi yumuyorum, yaşlı bir ormanda olduğumu hayal ediyorum. Gölgelerin içindeki canavarlara rağmen ışığa varmak için sancılı adımlar atılıyor... 

Yüreğin sesini bir başka yürek duyabilir sadece, ne akıl ne fikir ile anlaşılabilir yürek dili.  Halini ne kadar anlatsa da, satır satır yağsa da Ruh'un insandaki sırrı  çözülmez, tutunduğun Aşk olmadıkça...

eylül

19 Ekim 2012 Cuma

Abraham Lincoln: Vampir Avcısı/ Karanlıkla Savaşanlar

Yazar Seth Grahame-Smith'in aynı isimli romanından uyarlanan "Abraham Lincoln: Vampir Avcısı" filminin ilk dakikalarında tereddütlü acabalarımın fısıltısını duydum. Adından dolayı "sıradan bir aksiyon, korku, fantastik film olmamalı" diye düşündüm.  Günümüzde ifade özgürlüğünü edepsizliğe vardırmak sık rastlanılır oldu bu yüzdendi tereddütüm.   Sonra, kısa sürede tüm süphelerim dağıldı ve zaman hızla geçip  film bitti.   Jeneriği ekranda akarken "isterdim ki  Atatürk için yapılmış olsun..." dedim...   Kimbilir, belki çocukça bir tepki, lakin hala aynı fikirdeyim.
İyi seyirler...



Merak edenlere:

Abraham Lincoln hakkında

15 Ekim 2012 Pazartesi

Ahşap mandal

Herkesin bildiği, lakin yerine plastiklerini tercih ettiği ahşap mandal ile can sıkıntısını gidermek epey eğlenceli olabilir. Özellikle ilk okul çocuklarının el becerilerini geliştirmeleri açısından yararlı bir uğraşı.
İşte birkaç küçük örnek:



14 Ekim 2012 Pazar

Öğretmen

Öğretmenler gününe daha birkaç hafta varken aklıma düşenleri satırlara dökmek istedim.  Açıkçası, o günün yaklaşmış olması düşüncelere sebep olmadı, yaşam ve  duyguların kılavuzluğuna teslimim bugün. Uzun-kısa yolculuğumda(yaşam), duygularımla(kalbimin Aşk gözüyle) öğrendiklerime teslimiyetim...  
Öğretmek, iyiye  ve ne yazık  kötüye hizmetinden sabıkalı. Bilgisiz ve becerisiz, muhtaç ve çaresiz doğmaktır yaşam hikayemizin başı,  sonrası  herkesçe malüm.    Hayatın o  malüm kısmından önce başlar öğretmenlik lakin, belli bir  kisveye bürünmüş, bir mesleğin sınırlarında hapsolmuşluğundan, bu gerçeğin  farkına varılmaz.
İnsanın kişilik oluşumuna,  yaşam yolunu bulmasına, beceri ve eğilimlerini geliştirmesine etkisi olan insanlara öğretmen derim ben;  babamız, annemiz, büyükanne veya  büyükbabamız, büyük kardeşlerimiz, eşimiz, dostumuz, matematik, edebiyat veya resim öğretmenimiz, bir yazar, şair, filozof, komşumuz, yol arkadışımız. Bir  yabancının bir tek cümlesi, bir  çocuğun bakışı bile hayata yeniden başlamanın, her şeyi baştan öğrenmenin-öğretmenin sebebi olabilir.  Yaşama yeniden başlamak,  aydınlık veya karanlık tarafı seçmek, meleğin veya şeytanın  kanatlarında  uçmak öğretmek ve öğrenmekten geçer. Bu kadar önemli!..  
Minik bir el, hayat kadar yaşlı bir avcun sıcaklığına sığınıp sevgiyi hissettiğinde, güvende olmak nasıldır öğrenir.  Duyguları zihne  bağlayan köprüde anne sevgisiyle
yürümek, vicdan kapılarını sonsuza kadar açık bırakmak, insanlığı öğrenmek değil mi ki?.. 
Öğretmenim, şefkatini kattığın bilgilerle var olmayı anlamlı  kılmak senin elinde, farkındasın, değil mi?..

eylül

8 Ekim 2012 Pazartesi

Ah

Aslında kim olduğun önemli değil.  Hangi sınıfta doğduğun, hangi mertebeye yükseldiğin, elle tutulur nelere sahip olduğun, hiç önemli değil. Elbette hayatını idame  etmen için gereklidir tüm bunlar, ve kendince "farklı" olman için...  Faturalar, tatiller, şımarıklıklar ve hayata yatırım yapmak için gerekli.
Hayatında duygularını sürekli bastıran bir insanın sonunu düşünemem.  Anlık tatminleri için feda ettiklerinin farkına varamayanları düşünemem. Huzursuzluğunu   sevdiklerine bedel olarak ödetenleri düşünemem. 
İnsan görünmezlik sırrının peşinde, amaçları doğrultusunda... Oysa zaten görünmezdir; duygularla bağlı oldukları dışında herkes için. Basitçe; kim kimin umurunda ki? Yan evde olanlar kimin umurunda. Bir sokak ötede? Bir diğer şehirde?..  Toplum mu? Siyaset ve ticaret için gereklidir, şüphesiz. 
Yok, o kadar da katı değildir görüşlerim, lakin olmazsa olmazların farkındayım: eğitim. Belki kitapsız, okulsuz olabilir, lakin yüreksiz, onursuz, vicdanız olmaz... Bir sınırı olmalı aymazlığın, vicdansızlığın, zorbalığın.
Gücüme gidiyor; insanın aptal yerine konması. Dürüst olmayı  enayilik, sınıf atlamanın bir amaç ve  nimet, ekonomik yetersizliğin basiretsizlik  olarak görülmesi  gücüme gidiyor. Bir insan bir başka insana bunu nasıl yapabilir, nasıl  böyle düşünebilir?..  Toplum statüsü kaygısı vefayı nasıl unutturabilir?..  İnsan kaz gelecek yerin   cazibesinde kendini nasıl kaybedebilir?..  Bu hayat sizin yahu, bu nefesler sayılı!..  Sen kimsen, bir bak bakalım  kaç canı sevindirdin; beklentisiz, çocuk gibi
güldürdün?..  En pahalı yemeği yedirmekle uğraşmasan da karnını doyursan birinin, olmaz mı?..  Sonunu unutmadan sevinç ve mutluluk dağıtsan olmaz mı?..  Tamam;  her neyin varsa senin olsun, dokunma o zaman saf kalplere, bulandırma tertemiz zihinleri, olmaz  mı?..
Hepsi bir dolu laftır belki, kimbilir. İşte bu da umurumda değil, iyi mi?..  Gıcıklığım savaş gibi yaşanan hayatlara, beş para etmez hırslara,  harcanan zamana. 

eylül


6 Ekim 2012 Cumartesi

Silah gibidir düşünceler


Bazen,  dağın zirvesinden gelen buz gibi akan bir derecik olasım gelir.  Taşların üstünden atlaya atlaya   kristal berraklığında dökülesim  gelir.  Bir hareket, bir heyecan, bir maceranın ortasına düşesim gelir. Oysa maceraların hepsinin içindeyim, en baştaki: Hayat.   Öyle bir hissettirir ki kendini...
Aşk'ım, "düşüncelere teslim olma sakın" der. Düşüncelerin sağı solu belli olmaz çünkü. Sorgular, yargılar,  sonuçlara vardırır düşünceler.  Haklı, bence, bir yere kadar. 
Silah gibidir düşünceler  ve asıl önemli olan ise silahın kimin elinde olduğudur.  Kimi; ateş eder, sağı solu  ayırt etmeden, sadece kendi güvenliğini-güya- sağladığını düşünerek.  Kimi; güçlü olmanın peşinde,  silahıyla dize getirme planları kurar, sinsice, hem de nasıl. Kimi;" lazım olur" havasında, yayıla yayıla  felaketini bekler...
Bir de onuruyla silahlananlar var, çok da güçlü değildir onların cümleleri, ve aslında silahsızdır...
düşünceleri. Yine de en korkulandır onlar. 
Düşüncelerden korkmadım desem, doğruyu söylemiş olurum. Düşüncelerin labirentinde kaybolmayanların  zaferine inanmışım bir kere... Bu da bir mesele ya.
Eski bir arkadaş-okuldan-demişti ki: "zor edebiyatın var".   Kime veya neye göre zor?.. Sormamıştım.
Herkesin başına gelmiştir: bir kitaba başlarsın ve bir türlü bitmiyor, bitemiyor sayfalar. Mümkün değil,  anlayamıyorsun konuyu, bağlayamıyorsun hikayeleri, karakterler bir türlü canlanamıyor zihninde.
Herneyse. Bir süre sonra; belki aylar, yıllar geçmiştir üstünden, pek bir anlaşılır gelir satırlar, oysa aynı  yazarın kitabıdır okuduğun... Anlayana...
Belki cilt cilt kitabımın basılmayışı şu zor edebiyatım yüzünden.  Karakterlerimin gerçek oluşundan, bir  gram hikaye veremediğimdendir, kimbilir.   Hikayedendir oysa hayat, lakin hiç de hikaye gibi değil: net, keskin ve sade.  İnsanın aklı karışır, değil mi?..
Misal; dost deyip hayatının içine alırsın, elinde olmasa da var edip uzatırsın, zaman, yer demeden yanında  olursun ve sonunda onun sadece kara gün dostu olduğunu görürsün. Neyse, buna da şükredip, isyanını içinde bırakırsın: bir ses fısıldar: "sen kimsin ki"...  Bu da geçer ve "bir gün, nasılsa anlar" diye düşünürsün ve o  bir gün geldiğinde onun için hazır olacağını bilirsin. Al sana hikayeden  hayat!.. Edebiyat mı zor şimdi?..
Bana göre bir bulmaca gibidir Hayat, belki bir körebe oyunu.   Yavaş yavaş çözülür bilmeceler, anlayan  anlar sadece, anlamayan ise düşüne dursun...

eylül
  

5 Ekim 2012 Cuma

Shape of my Heart


Ağlayan bir çocuğu,  zamanı sırtlamış bir ihtiyarı, kaybolmuş bir kedi yavrusunu görüp kalbine keskin bir sancı saplanmadıysa, söylenecek bir söz kalır mı?..
Yağmurda sırılsıklam olmayı  özlemediysen, güneşin kızıla boyadığı ufkunda Aşk'ı görmediysen,  denizin kıyıya vuran dalgalarda kavuşmayı tatmadıysan; yüreğini  kapattığın kafeste çürüttüğünü sana kim söyler?..
Serçelerin cıvıltısıyla neşe dolmadıysan, kirlenen pencere pervazına söylendiysen, imkansızları, özlemleri, yürek yangınlarını, can acısını, hisleri, ah, sana kim anlatır?..   Kim uyandırabilir vicdanını, kim yırtabilir  kendini sakladığın kozayı?.. 
Ne kadar yazıp çizilse de, ne kadar gözyaşı dökülse de, yüzler, binler merhametinden eriyip ölse de, senin yoksun olduklarını senden başka sana hiç kimse  veremez...
Ruhundan bir tek ışık hüzmesi düşse, karanlığında yol olacak...  Şefkatli elini mazluma uzatsan, bir damla su ile ateşe hükmedersin, ah...  Bir bilsen...

eylül




"Kimimiz merhamet, şefkat ve anlayışı  öğrenebilmemiz  için çok,
çok  uzun yol katetmemiz gerekir. " Carlos Santana

4 Ekim 2012 Perşembe

Zaman akıp giderken

Ah, Türkiye'm...

Kainat içinde bir zaman diliminde, bu yaşlı  gezegende bir memleket, bir İstanbul.  Hayatlar, kaderler, yaşananlar ve yaşananların ortasında kalanlar var. Siyaset,  ticaret, yargılanan geçmiş, harcanan bugün, haczedilen yarınların ortasında kalanlar var.  Herşey boş, Aşk olmadıkça yürekte... Herşey boş, Aşk ile uyanmadıkça,  nefesine karışmadıkça, merhametinde güç bulmadıkça... 
Haykırışlar, isyanlar, şehit haberleri, hırs, kin, nefret, kudret söylevleri ve sağır eden bir sessizlik. Şehitlerin her damla kanı ile delik deşik olmuşken yüreklerin şafağını  umut etmekten vaz geçmemektir  esas olan.  Bir milletin en güçlü olduğu vakit bölünmediği  vakittir, hatırlamak, hatırlatmaktır esas olan... Velhasıl... her daim esas  olan yürek,  Aşk'dır... 

Aşşşk...

Ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Yüreğimden gelen bir gülümseme düşünceme eşlik etti, sıcacık, sevecen.  Ruhumun zavallı bedenime şefkatle sarılışını hissettim  ve yüreğimdeki, yanıbaşımdaki Aşk ile şükrettim, yine. Beni, sonsuza  kadar terk etmemesini dilediğim, bu anlatılmaz hisse teslim ettiğim için şükrettim.
Hiç gitmediğim yemyeşil vadilerde hür olmayı,  ıslanmadığım berrak çağlayanların coşkusunu  anladığım, duyduğum, hissettim için şanslıyım, başka ne isteyeyim ki...
Karamsar olmak için birçok  neden yaratmış kendine insan, mutlu olmak için ise o nedenleri yok edecek bir mucize beklemiş.   Unutmuş. İçinde hapsolan Ruh'u  unutmuş ya da uykuya yatırmış, yalan dolan, kandırılmış uykusuna.  Hayat, bir kayıp ruhlar ormanı diye yazmıştım sözlüğüme ve   aşık olmanın bedeli de bu ormanın ortasında kalmak. Kabuslardan korkmadan geçen Aşk'ın sessiz isyanların hüzün uçurumlarına düşmesi  beyhude bir sınama, bir anlık Ay tutulması vakti...
Bazen çok kolay dile gelir sözcükler: seni, hislerini anlatır ve bazen  kifayetsiz kalır cümleler.  Boğazına tek bir yutkunma takılıp kalır, bir türlü geçmez göğüsünün  ortasındaki sızı, kalp ağrısı sanırsın, oysa değil.   Ne şan şöhret, ne meta, ne doktordur bu derdin devası, ilacı:  içinin içinde.  Kat kat sarıp sarmaladığın, kilit kilit  üstünde hapsettiğin  kendi hakikatinde dermanın...
Henüz yazılmadı yüreğin alfabesi, öyle bir sır ki, bedbaht eden birçok kaderi...  Benim istediğim, Aşk'ı ilk dilediğim o an,  onu harf harf yazmak... Sonra, ilmek ilmek  söküp onu ruhuma sarmak  ve hep sadece Aşk olmak, sadece...  Tüm renklerine bulanmak istedim, kırmızıyı kanımdan çoğaltıp alev alev yanmak, Aşk ile. Hayat ile kör olmayı değil, Aşk ile bakmayı seçtim ben... 

eylül