Maneviyat yoksunluğu en korkunç kabusum; duygularından uzaklaşan, onları hapseden, kayıp ruhlu insanlardan korkarım.
İnanırım; bir uyanmak hep var: insanın içinde bir yerde bekleyen. Bazen zor, haykırışlarla ve bitmeyecekmiş gibi görünen ızdırapla, yine de kaçınılmaz.
Eksik bir şeylerin gıcık eden farkındalığından kaçar insan, nefesini tutup hayata atladığı an kaybolur, kendinden gider.
eylül
Bu Blogda Ara
30 Kasım 2012 Cuma
25 Kasım 2012 Pazar
Hayal et ve Yap...
Her gün yeni bir başlangıç ve İnsan bu gerçeği görebildiğinde, onu mümkün kılabilecek güce sahip. Bunaltan sıradanlığa rağmen, koşullara, zamana ve diğer insanlara rağmen hayata yeniden başlayabilir. Eğer isterse, unutulan, ertelenen küçük mutluluklarla ruhunu özgür bırakabilir. Eğer isterse, olanlara, olmayanlara, zamana, koşullara, insanlara olan bakış açısını değiştirebilir. O tüm bunları yapabilecek güçte, ben inanıyorum.
Bazen, edebiyatın(kelimelerin) peşine takılır insan; başkaların hayalleri(anlattıkları) ile mutlu olmak için hazır, uyanana kadar... Uyandığında ise içini acıtan boşlukla yüzleşmek zorunda kalır. Ve o zaman her şeyin aleyhine işlediğine karar verir, karanlık boşluğunda önce kendini sonra tüm dünyasını bitirir. Aklına son gelen-gelmeyen ise kendini değiştirmek, dünyaya bir başka pencereden bakmak olur. Nasihetlerden hoşlanmaz, lakin müptelasıymış gibi onları gizlice almayı bırakmaz, çünkü denenmiş ve onlarla başarmış görünür birileri. Şefkati, sevgiyi, mutlu etmeyi, güldürmeyi, yaşamayı, yaşatmayı ve değişmeyi erteler.
Diğer yandan, ehil kişilerden yardım bekler, çareler arar, akıl ister insan. Kendini kaybettiği labirentten çıkış yolunu bulmaya çalışırken derdini döker, çıkmazlarını son bir umutla açık eder. Sihirli formülü duymak için bekler ve hiç kimse aslında herkesçe bilinen tek gerçeği yüksek ses ile dile getirmez: yaşamak para ile, bedava olan İnsan olmak... Bu yüzden, yaşamak kirli, duygusuz ve maddiyatçı, lakin payesi her ne kadar edebiyatta kalsa da daima kazanan İnsan olur. Bu yüzden, yeni başlangıçlar yaşamak için değil, İnsan olarak var olmak için gerekli...
Basit kelimelerle anlatılmış, yaşanmış, kulaktan kulağa geçen hikayeleri dinlemeyi; Antik Çağ, Uzak Doğu, Batı kültürü masalları okumayı seçer insan, çünkü aklının sınırlarını zorlayacak ne gücü ne de zamanı kalmadığına karar verdi. Teknolojiyi sadece kullanmayı değil, esiri olmayı tercih etti. Bu da bir cehalet devrinin başlangıcı: bir başka zengilik ve bir başka fakirlik yaşatılmakta şimdi. İnsanlığından yoksun(l) kalmaktan başka cehennem var mıdır?..
Parasızken sokakta yaşarsın, aç susuz, paçavralara bürünmüş; yüreğin kırılmaz bir zırhla kaplanır, nefret ve inançsızlıkla savaşa düşersin. Yine de bir sonun olur, bir köprü altında, bir kanalizasyon çukurunda, ve senin yeni başlangıcın benim bakış açımdır sadece. Benim bakış açım senin başlangıcınsa duyacağım muazzam ve inanılmaz hafifliğin adı mutluluk olur. Bu kadar basit, kibir ve siyasete yenilmezsen... Şeytani güçlerin peşine düşmeden, vicdanını susturmadan, yüreğini çırılçıplak edip, sadece içindeki sonsuz Aşk ile başarabilirsin. Bir Son'un değil, bir Başlangıcın farkında olarak.
Her ne kadar elin kolun bağlı da olsa, yine de yapabileceğin bir şey olmalı. Hayal et ve yap. Belki önce kendin için, değişerek...
eylül
Bazen, edebiyatın(kelimelerin) peşine takılır insan; başkaların hayalleri(anlattıkları) ile mutlu olmak için hazır, uyanana kadar... Uyandığında ise içini acıtan boşlukla yüzleşmek zorunda kalır. Ve o zaman her şeyin aleyhine işlediğine karar verir, karanlık boşluğunda önce kendini sonra tüm dünyasını bitirir. Aklına son gelen-gelmeyen ise kendini değiştirmek, dünyaya bir başka pencereden bakmak olur. Nasihetlerden hoşlanmaz, lakin müptelasıymış gibi onları gizlice almayı bırakmaz, çünkü denenmiş ve onlarla başarmış görünür birileri. Şefkati, sevgiyi, mutlu etmeyi, güldürmeyi, yaşamayı, yaşatmayı ve değişmeyi erteler.
Diğer yandan, ehil kişilerden yardım bekler, çareler arar, akıl ister insan. Kendini kaybettiği labirentten çıkış yolunu bulmaya çalışırken derdini döker, çıkmazlarını son bir umutla açık eder. Sihirli formülü duymak için bekler ve hiç kimse aslında herkesçe bilinen tek gerçeği yüksek ses ile dile getirmez: yaşamak para ile, bedava olan İnsan olmak... Bu yüzden, yaşamak kirli, duygusuz ve maddiyatçı, lakin payesi her ne kadar edebiyatta kalsa da daima kazanan İnsan olur. Bu yüzden, yeni başlangıçlar yaşamak için değil, İnsan olarak var olmak için gerekli...
Basit kelimelerle anlatılmış, yaşanmış, kulaktan kulağa geçen hikayeleri dinlemeyi; Antik Çağ, Uzak Doğu, Batı kültürü masalları okumayı seçer insan, çünkü aklının sınırlarını zorlayacak ne gücü ne de zamanı kalmadığına karar verdi. Teknolojiyi sadece kullanmayı değil, esiri olmayı tercih etti. Bu da bir cehalet devrinin başlangıcı: bir başka zengilik ve bir başka fakirlik yaşatılmakta şimdi. İnsanlığından yoksun(l) kalmaktan başka cehennem var mıdır?..
Parasızken sokakta yaşarsın, aç susuz, paçavralara bürünmüş; yüreğin kırılmaz bir zırhla kaplanır, nefret ve inançsızlıkla savaşa düşersin. Yine de bir sonun olur, bir köprü altında, bir kanalizasyon çukurunda, ve senin yeni başlangıcın benim bakış açımdır sadece. Benim bakış açım senin başlangıcınsa duyacağım muazzam ve inanılmaz hafifliğin adı mutluluk olur. Bu kadar basit, kibir ve siyasete yenilmezsen... Şeytani güçlerin peşine düşmeden, vicdanını susturmadan, yüreğini çırılçıplak edip, sadece içindeki sonsuz Aşk ile başarabilirsin. Bir Son'un değil, bir Başlangıcın farkında olarak.
Her ne kadar elin kolun bağlı da olsa, yine de yapabileceğin bir şey olmalı. Hayal et ve yap. Belki önce kendin için, değişerek...
eylül
20 Kasım 2012 Salı
Mayalı Börek, Turtalar ve Pushing Daisies
Ev yapımı ekmek her zaman ilk tercihim olur. Bizim evde öyle fazla ekmek yendiği yok, fakat illa ki bulunur. Karmaşık, birçok aşama gerektiren yerine pratik ve basit tariflerle ekmek macerasına atılıyorum ve bu iş gittikçe daha da hoşuma gitmeye başladı. Hadi hayırlısı.
Bir de turta konusu var. Bir kaç yıl önce evde zevkle seyrettiğimiz Pushing Daisies dizisinden bana bulaşmış, geçen zamana rağmen aklımdan silinip gitmeyen bir merak. Elbette ki turta yapıyorum, meyveli kekler de favorim, lakin birkaç denenmiş tarif -sonuçlar ne kadar başarılı da olsa- yeterli gelmedi. Belki çok müşkülpesent görünürüm, olabilir, memnuniyetim şundan ki sorunum sadece kendimle(sorun? ). Nasıl desem; yapmak istediğim her ne ise onu becerim dahilinde en iyi şekilde kotarmak isterim. Bir güzellik daha var: yarıştığım birileri yok, kanıtlamam gereken bir şeyler de yok, sözüm kendime.
Bahsettiğim dizinin turta yapımı ile alakası başrol oyuncusunun işi olması; aslında Pushing Daisies'in farklı, esrarengiz, fantastik, romantizm, aksiyon ve tabi ki Aşk ile bezenmiş konusu var. Ne yazık ki kısa sürmüştü...
Buna benzer, ya da "mutfaktan geçen" sinema filmleri ve dizilerin insanın üstünde garip bir şekilde etkileri olduğu düşüncesindeyim. Misal: "İkinci Bahar"-Şener Şen ve Türkan Şoray ile. Bir kebapçı dükkanından geçen hayatların dramatik, romantik, neşeli, hüzünlü hikayesi. Sonra; "Baharat, tarçın ve buse", "Yabancı damat", "Çikolata-Chocolat" Johnny Depp-Juliette Binoche, "Ratatouille -Aşçı Fare" ile ve aklıma gelmeyenler...
Bu arada konu yavaş yavaş dağılmaya başladı sanırım, oysa ben ekmekten, mayalı hamurdan vb bahsedecektim güya. Bugün denediğim tarif, uygulaması kolay, çok fazla vakit almayan, iç malzemesi seçenekli mayalı bir hamur işi:
Mayalı Börek
Malzemeler: 2,5-3 su bardağı un, 1 çabuk maya, 1 su bardağı ılık su, 1 tatlı kaşığı şeker, 1 tatlı kaşığı tuz, 2 yemek kaşığı zeytinyağı,
Üstüne: 1 yumurta, 3 yemek kaşığı yoğurt, 1 yemek kaşığı zeytinyağı, tuz
içine sürmek için: 1 çay bardağı zeytinyağı
İç: arzuya göre: peynirli-patatesli-kıymalı-sebzeli(ıspanak, pırasa vs)
Kulak memesi yumuşaklığında mayalı hamur yoğurulur ve kabarması için 30-40 dakika bekletilir. Bu arada tercih edilen bir iç hazırlanır. Hamurdan elma büyüklüğünde beze koparılır ve un yardımı ile ince açılır. Açılan yufkanın üzerine fırça ile zeytinyağı sürüp içten serpiştirilir.
Yufkanın ortası parmak ile delinip dışarıya doğru yuvarlayarak rulo yapılır. Rulo herhangi bir yerden kesilir fırın tepsisine yerleştirilir(ister ortadan başlayıp etrafına sarılır, ister dikdörtgen tepsinin bir ucundan başlayıp yan yana dizilir). Kalan hamur aynı şekilde hazırlanıp börek tamamlanır. 30 dakika tepside kabarması beklenir ve süre sonunda yumurta-yoğurt-yağ karışımı üstüne sürülüp 220 dereceye ısıtılmış fırına verilir. 10 dakika sonunda fırının derecesi
180 yapılır ve 10-15 dakika daha pişirilir. Süre sonunda fırın kapatılır ancak börek 30 dakika daha içinde bırakılır.
Not: içine sürülen yağ miktarı kullanılan iç malzemeye göre değişir; misal: kıyma yağlı ise sadece kavrulduğu yağ yeterli olur.
Afiyet Olsun ve İyi Seyirler...
eylül
Bir de turta konusu var. Bir kaç yıl önce evde zevkle seyrettiğimiz Pushing Daisies dizisinden bana bulaşmış, geçen zamana rağmen aklımdan silinip gitmeyen bir merak. Elbette ki turta yapıyorum, meyveli kekler de favorim, lakin birkaç denenmiş tarif -sonuçlar ne kadar başarılı da olsa- yeterli gelmedi. Belki çok müşkülpesent görünürüm, olabilir, memnuniyetim şundan ki sorunum sadece kendimle(sorun? ). Nasıl desem; yapmak istediğim her ne ise onu becerim dahilinde en iyi şekilde kotarmak isterim. Bir güzellik daha var: yarıştığım birileri yok, kanıtlamam gereken bir şeyler de yok, sözüm kendime.
Bahsettiğim dizinin turta yapımı ile alakası başrol oyuncusunun işi olması; aslında Pushing Daisies'in farklı, esrarengiz, fantastik, romantizm, aksiyon ve tabi ki Aşk ile bezenmiş konusu var. Ne yazık ki kısa sürmüştü...
Buna benzer, ya da "mutfaktan geçen" sinema filmleri ve dizilerin insanın üstünde garip bir şekilde etkileri olduğu düşüncesindeyim. Misal: "İkinci Bahar"-Şener Şen ve Türkan Şoray ile. Bir kebapçı dükkanından geçen hayatların dramatik, romantik, neşeli, hüzünlü hikayesi. Sonra; "Baharat, tarçın ve buse", "Yabancı damat", "Çikolata-Chocolat" Johnny Depp-Juliette Binoche, "Ratatouille -Aşçı Fare" ile ve aklıma gelmeyenler...
Bu arada konu yavaş yavaş dağılmaya başladı sanırım, oysa ben ekmekten, mayalı hamurdan vb bahsedecektim güya. Bugün denediğim tarif, uygulaması kolay, çok fazla vakit almayan, iç malzemesi seçenekli mayalı bir hamur işi:
Mayalı Börek
Malzemeler: 2,5-3 su bardağı un, 1 çabuk maya, 1 su bardağı ılık su, 1 tatlı kaşığı şeker, 1 tatlı kaşığı tuz, 2 yemek kaşığı zeytinyağı,
Üstüne: 1 yumurta, 3 yemek kaşığı yoğurt, 1 yemek kaşığı zeytinyağı, tuz
içine sürmek için: 1 çay bardağı zeytinyağı
İç: arzuya göre: peynirli-patatesli-kıymalı-sebzeli(ıspanak, pırasa vs)
Kulak memesi yumuşaklığında mayalı hamur yoğurulur ve kabarması için 30-40 dakika bekletilir. Bu arada tercih edilen bir iç hazırlanır. Hamurdan elma büyüklüğünde beze koparılır ve un yardımı ile ince açılır. Açılan yufkanın üzerine fırça ile zeytinyağı sürüp içten serpiştirilir.
Yufkanın ortası parmak ile delinip dışarıya doğru yuvarlayarak rulo yapılır. Rulo herhangi bir yerden kesilir fırın tepsisine yerleştirilir(ister ortadan başlayıp etrafına sarılır, ister dikdörtgen tepsinin bir ucundan başlayıp yan yana dizilir). Kalan hamur aynı şekilde hazırlanıp börek tamamlanır. 30 dakika tepside kabarması beklenir ve süre sonunda yumurta-yoğurt-yağ karışımı üstüne sürülüp 220 dereceye ısıtılmış fırına verilir. 10 dakika sonunda fırının derecesi
180 yapılır ve 10-15 dakika daha pişirilir. Süre sonunda fırın kapatılır ancak börek 30 dakika daha içinde bırakılır.
Not: içine sürülen yağ miktarı kullanılan iç malzemeye göre değişir; misal: kıyma yağlı ise sadece kavrulduğu yağ yeterli olur.
Afiyet Olsun ve İyi Seyirler...
eylül
18 Kasım 2012 Pazar
Yolculuk kanımızda var
Yol yorgunu doğar insan, sonra tekrar bir başka yola çıkar.
Vadiler, tepeler arasında kıvrılan bir yolda kimimiz hızlı, kimimiz ağır adımlar atar.
Bazılarımız için bir dönemeç sonrası yol biter, bazılarımız için ufuklara kadar uzar, gider...
Adına yazılanların zaten yazılmış olduğu, söylenenlerin söylenmiş olduğu, ruhu değişmemiş bir hayata uyanıyoruz, her gün.
eylül
Vadiler, tepeler arasında kıvrılan bir yolda kimimiz hızlı, kimimiz ağır adımlar atar.
Bazılarımız için bir dönemeç sonrası yol biter, bazılarımız için ufuklara kadar uzar, gider...
Adına yazılanların zaten yazılmış olduğu, söylenenlerin söylenmiş olduğu, ruhu değişmemiş bir hayata uyanıyoruz, her gün.
eylül
13 Kasım 2012 Salı
İki Kişilik Yemek
Evde eski bir tarif kitabı var, o kadar eski ki cilt kapakları neredeyse bir ağacın kabuğu kadar kuru, sayfaları ise sarı ve kırılgan. Yeniden ciltlemeyi denedim, parmaklarımın arasında kağıt parçacıkları uçuşunca da vazgeçtim. Velhasıl, yıllardır ne zaman içimden aşçılık yapmak gelse ilk onunla buluşurum.
Annem çalışan ve aynı anda mutfakta sihir yapabilen bir kadındı. Şimdi düşünüyorum da, doğru zaman ve doğru yer koşullarında ünlü bir şef aşçı olabilirmiş. Kader işte, mış-miş'ler boş, annem çalışkan, pratik düşünen, becerikli biri olduğundan her işte başarılı oldu. Canım annem...
Lise son sınıftaydım sanırım, hamurumda hamarat ev hanımından eser olmadığını kabullendi ve bu konuda beni hiç zorlamadı. Mutfak ile tanışıklığım yavaş yavaş, sindire sindire oldu. Önce yemek yapmanın o kadar da gerekli olmadığını düşündüm, şarküteriler vardı nasılsa, sonra mutfakta geçirdiğim zamandan keyif aldığımı fark ettim.
Yemek konulu bloglar o kadar çoğaldı ki hangi adresi sık kullananlara eklemeliyim diye şaşırıyorum bazen. Bir konuda iddialı olmak bence sorumluluk almak, bazen de aymazlık olur. İnsan kendini ne kadar geliştirirse geliştirsin illa ki onunla boy ölçüşecek bir başkası bulunur. Asıl kendisiyle rekabet etmeli, hem varabileceği yeri belirlerken kendine şahitlik eder. Ben mi? İddialı değilim, kendimden memnunum sadece.
Fırında iki kişilik köfte
Köfte:
350 gr kıyma, 1 yumurta, 1 büyük kuru soğan, 1 dilim ekmek içi, kekik, füme kırmızı biber, kimyon, tuz, 1-2 diş sarımsak, yarım fincan ılık su
kabı yağlamak için az zeytinyağı
Üstüne:
1 yumurta, 1 küçük kase yoğurt, tuz
az kaşar peyniri rendesi
Hazırlanan köftelik karışım küçük bir fırın kabına bastırarak yerleştirilir, 220 dereceye ısıtılmış fırına verilir. Yumurta ve yoğurt iyice karıştırılır, tuz eklenir. Hazırlanan sos kızarmış olan köftenin üstüne dökülür ve sos pembeleşmeye başladığında kaşar peyniri serpiştirilir tekrar birkaç dakika(kızarana kadar) fırınlanır.
Annem çalışan ve aynı anda mutfakta sihir yapabilen bir kadındı. Şimdi düşünüyorum da, doğru zaman ve doğru yer koşullarında ünlü bir şef aşçı olabilirmiş. Kader işte, mış-miş'ler boş, annem çalışkan, pratik düşünen, becerikli biri olduğundan her işte başarılı oldu. Canım annem...
Lise son sınıftaydım sanırım, hamurumda hamarat ev hanımından eser olmadığını kabullendi ve bu konuda beni hiç zorlamadı. Mutfak ile tanışıklığım yavaş yavaş, sindire sindire oldu. Önce yemek yapmanın o kadar da gerekli olmadığını düşündüm, şarküteriler vardı nasılsa, sonra mutfakta geçirdiğim zamandan keyif aldığımı fark ettim.
Yemek konulu bloglar o kadar çoğaldı ki hangi adresi sık kullananlara eklemeliyim diye şaşırıyorum bazen. Bir konuda iddialı olmak bence sorumluluk almak, bazen de aymazlık olur. İnsan kendini ne kadar geliştirirse geliştirsin illa ki onunla boy ölçüşecek bir başkası bulunur. Asıl kendisiyle rekabet etmeli, hem varabileceği yeri belirlerken kendine şahitlik eder. Ben mi? İddialı değilim, kendimden memnunum sadece.
Fırında iki kişilik köfte
Köfte:
350 gr kıyma, 1 yumurta, 1 büyük kuru soğan, 1 dilim ekmek içi, kekik, füme kırmızı biber, kimyon, tuz, 1-2 diş sarımsak, yarım fincan ılık su
kabı yağlamak için az zeytinyağı
Üstüne:
1 yumurta, 1 küçük kase yoğurt, tuz
az kaşar peyniri rendesi
Hazırlanan köftelik karışım küçük bir fırın kabına bastırarak yerleştirilir, 220 dereceye ısıtılmış fırına verilir. Yumurta ve yoğurt iyice karıştırılır, tuz eklenir. Hazırlanan sos kızarmış olan köftenin üstüne dökülür ve sos pembeleşmeye başladığında kaşar peyniri serpiştirilir tekrar birkaç dakika(kızarana kadar) fırınlanır.
11 Kasım 2012 Pazar
Sanalika
İnternet: hayatı kolaylaştıran teknoloji, elbette kullanım sebepleri göz ardı edilmeyecek kadar önemli. Herneyse; sıkıcı banka işlemlerini şubeye gitmeden, sıra beklemeden, bir-iki tıklamayla halletmek, cilt cilt ansiklopedi karıştırmadan sorulara cevaplar bulmak, alışveriş etmek, vergi, ehliyet, pasaport, sosyal güvenlik ile ilgili işlemde bulunmak gibi kolaylıkların herkes farkında. Blog yazmak ve okumak, sosyal ağlara üye olmak, takip etmek, internet üzerinden iş kurup para kazanmak günümüzde oldukça yaygın.
Diğer yandan, türkçemizin canına okunduğu, çeşit çeşit akımların yaratıldığı, teşhirciliğe varacak düzeyde özel hayatın deşifre edildiği, sanal dolandırıcılığın, siyasi ve dini oluşumların eylem tetikleyicisi, etki altında almak gayesiyle fikir despotluğu yapıldığı yer yine internet. Kısaca; ne için kullanılırsa öyledir...
Albert Einstein nükleer teknolojinin önünü açarken bir ırkın bir diğerini yok edecek silahları hiç düşünmedi. Belki de düşünmeliydi. Belki de tüm bilim adamları ilk önce insan psikolojisi ve davranışları konusunda eğitim almalılar. Çünkü insanın içinde hırs, fesatlık, var olmak için yok etme güdüsü ve bir çok tohum filiz verebilir.
İnsan seçtiği rolün kisvesini hayata taşır. Seçim hakkına sahip, evet, olağanüstü dengenin terazisi kurulmuştur bütününde ve hangi kefenin ağır geldiğini kendisi de farkında, lakin inkar daha kolay...
Aslında özel hayat der demez durup sınırları belirlemeli insan, hem kendisi hem geri kalan herkes için. Aksi halde hiçbir şeyin özelliği kalmaz. Devamında ne saygı, ne onur, ne kişilik kalır; başkalarına göre davranılır, yaşanır, karar verilir. Elbette insan egosu dillere destan, ne oluyorsa ondan dolayı olmuyor mu?..
Aile fotoğrafları duvarları yükseliyor internette, öyle masumane değil, her etkinliğin, hatta atılan her adımın fotoramanı asılı sanal dünyada. Haykırıyorlar sanki, insanın kendine özgüven eksikliğini, başkaları tarafından onaylanma isteğini?!.. Bir kıyas hengamesi ve hep "en" olmayı, hep "çok" olmayı haykırışları yankılanır boşlukta... Peki ya... bana ne?.. Şeytanın sefahati için gözünü yummalı mı insan?..
Mesele internet değil, onunla ne yaptığımızdır.
Kimbilir, belki yüreğimizi unutmak üzereyiz?..
eylül
Diğer yandan, türkçemizin canına okunduğu, çeşit çeşit akımların yaratıldığı, teşhirciliğe varacak düzeyde özel hayatın deşifre edildiği, sanal dolandırıcılığın, siyasi ve dini oluşumların eylem tetikleyicisi, etki altında almak gayesiyle fikir despotluğu yapıldığı yer yine internet. Kısaca; ne için kullanılırsa öyledir...
Albert Einstein nükleer teknolojinin önünü açarken bir ırkın bir diğerini yok edecek silahları hiç düşünmedi. Belki de düşünmeliydi. Belki de tüm bilim adamları ilk önce insan psikolojisi ve davranışları konusunda eğitim almalılar. Çünkü insanın içinde hırs, fesatlık, var olmak için yok etme güdüsü ve bir çok tohum filiz verebilir.
İnsan seçtiği rolün kisvesini hayata taşır. Seçim hakkına sahip, evet, olağanüstü dengenin terazisi kurulmuştur bütününde ve hangi kefenin ağır geldiğini kendisi de farkında, lakin inkar daha kolay...
Aslında özel hayat der demez durup sınırları belirlemeli insan, hem kendisi hem geri kalan herkes için. Aksi halde hiçbir şeyin özelliği kalmaz. Devamında ne saygı, ne onur, ne kişilik kalır; başkalarına göre davranılır, yaşanır, karar verilir. Elbette insan egosu dillere destan, ne oluyorsa ondan dolayı olmuyor mu?..
Aile fotoğrafları duvarları yükseliyor internette, öyle masumane değil, her etkinliğin, hatta atılan her adımın fotoramanı asılı sanal dünyada. Haykırıyorlar sanki, insanın kendine özgüven eksikliğini, başkaları tarafından onaylanma isteğini?!.. Bir kıyas hengamesi ve hep "en" olmayı, hep "çok" olmayı haykırışları yankılanır boşlukta... Peki ya... bana ne?.. Şeytanın sefahati için gözünü yummalı mı insan?..
Mesele internet değil, onunla ne yaptığımızdır.
Kimbilir, belki yüreğimizi unutmak üzereyiz?..
eylül
9 Kasım 2012 Cuma
Affet ATAM
Ölüm geldiğinde hayat gider, çaresizlik kalır yanında, son nefesini verdiğin an'a kadar.
Ölüm geldiğinde, ona henüz hazır olmadığın düşer aklına, bitmeyenlerin peşinde kanatlanır düşünceler.
Gözlerinde bir başka ışığın pırıltısı, yakarışların ruhunu çınlatırken seni kimse duymaz.
Sonra, tarifsiz, kahr eden acıyı hissedersin; kıymetlinden uzakta olacak, onu koklayıp, dokunamayacak olmandan. Ve anlarsın ki, Zaman durduğunda artık bu günahkar dünyada yoksun sen... Başka bir gerçeği yok bu hayatın.
Böyle bir yolculuğa çıkanları bir de uğurlayanları var; gözyaşı ve sessizlikle. Anılar bir bir canlanır, sonra ağır bir sis perdesi girer araya, garip bir huzursuzluk, buruk bir acı müstesna anların müdavimi olur. Yaşananlar bir rüya, hayat bir tiyatro sahnesi, oyun sürmekte...
Ölüme yolculuğumuz varken, yaşadıklarımız sanrıdan başka ne olabilir ki?..
Bu akşam Mustafa Kemal ATATÜRK hakkında yazmak istedim; henüz küçük bir çocuk iken hakkında okuduğum ilk kitabın bendeki etkisinden bahsetmek ve tüm zihnim ve kalbimle onu yad etmek istedim.
Büyük bir isyan yumruk olmuş boğazımda, yutkunamıyorum, ağlayamıyorum, hançer gibi saplanmakta sorular benliğime. Şanlı tarihimize, şehitlerimize, kan denizinden doğan özgürlüğümüze, kötü yola düşürülen demokrasimize, ağlayamıyorum... yazık bize...
eylül
6 Kasım 2012 Salı
Tohumlarımızın Nesli Tehlike Altında!
Binlerce yıllık tarım geleneğini barındıran Anadolu topraklarında yetişen yerli tohumlar yaşamın sürekliliğini temsil ediyor.
Atadan kalma tohumlarımız;
* Lezzetli ve sağlıklı gıdaların temini için birer genetik hazinedir
* Binlerce yıldır değişen koşullara uyum sağlayarak günümüze ulaşmayı başarmış numunelerdir
* Tarımsal biyoçeşitliliğin önemli bir parçası ve yaşamın sürdürülebilirliğinin olmazsa olmazıdır
* Dışarıya bağımlı kalmaksızın ülkemizin gıda güvenliğinin teminatıdır
Ancak bugün Anadolu’ya özgü yerel tohum çeşitliliğimiz yok oluyor. Tek seferlik, ticari tohumların egemenliği nedeniyle gıdamızın ve geleceğimizin güvencesi yerli tohumların nesli tehlike altında! Yeryüzünde zengin çeşitlilikteki yaşamı sürdürebilmek, atalık tohumlarımızı gelecek kuşaklara aktarmamıza bağlı.
TOHUM TAKAS AĞI, yüzyılların bilgisini taşıyan yerli tohumlarımızın korunup yaygınlaşmasını amaçlıyor.
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin, Adım Adım Oluşumu desteğiyle yürüttüğü TOHUM TAKAS AĞI KAMPANYASI’na destek olarak,
* Anadolu’nun dört bir yanındaki ekolojik çiftliklerde yerli tohumların çoğaltılarak paylaşılmasını sağlayacak;
* Bu toprakların yüzlerce yıllık bereketinin, lezzetinin, besin zenginliğinin ve kültürünün gelecek kuşaklara aktarılabilmesi için sağlam patikalar oluşturacaksınız.
Verdiğiniz desteğin her kuruşu binlerce yeni tohuma dönüşecek...
Kredi kartı ile bağış yapmak istiyorsanız: https://www.bugday.org/portal/BagisAdimAdim.php
EFT/havale yoluyla bağış yapmak istiyorsanız:
Alıcı Adı: Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği
Garanti Bankası Karaköy Şubesi - Şube No: 400
Hesap No: 6295240
IBAN No: TR67 0006 2000 4000 0006 2952 40
www.bugday.org - www.yasasintohumlar.org
facebook.com/BugdayDernegi
twitter.com/BugdayDernegi
Twitter paylaşımlarınız için hashtag: #YasasinTohumlar
Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.
Atadan kalma tohumlarımız;
* Lezzetli ve sağlıklı gıdaların temini için birer genetik hazinedir
* Binlerce yıldır değişen koşullara uyum sağlayarak günümüze ulaşmayı başarmış numunelerdir
* Tarımsal biyoçeşitliliğin önemli bir parçası ve yaşamın sürdürülebilirliğinin olmazsa olmazıdır
* Dışarıya bağımlı kalmaksızın ülkemizin gıda güvenliğinin teminatıdır
Ancak bugün Anadolu’ya özgü yerel tohum çeşitliliğimiz yok oluyor. Tek seferlik, ticari tohumların egemenliği nedeniyle gıdamızın ve geleceğimizin güvencesi yerli tohumların nesli tehlike altında! Yeryüzünde zengin çeşitlilikteki yaşamı sürdürebilmek, atalık tohumlarımızı gelecek kuşaklara aktarmamıza bağlı.
TOHUM TAKAS AĞI, yüzyılların bilgisini taşıyan yerli tohumlarımızın korunup yaygınlaşmasını amaçlıyor.
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin, Adım Adım Oluşumu desteğiyle yürüttüğü TOHUM TAKAS AĞI KAMPANYASI’na destek olarak,
* Anadolu’nun dört bir yanındaki ekolojik çiftliklerde yerli tohumların çoğaltılarak paylaşılmasını sağlayacak;
* Bu toprakların yüzlerce yıllık bereketinin, lezzetinin, besin zenginliğinin ve kültürünün gelecek kuşaklara aktarılabilmesi için sağlam patikalar oluşturacaksınız.
Verdiğiniz desteğin her kuruşu binlerce yeni tohuma dönüşecek...
Kredi kartı ile bağış yapmak istiyorsanız: https://www.bugday.org/portal/BagisAdimAdim.php
EFT/havale yoluyla bağış yapmak istiyorsanız:
Alıcı Adı: Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği
Garanti Bankası Karaköy Şubesi - Şube No: 400
Hesap No: 6295240
IBAN No: TR67 0006 2000 4000 0006 2952 40
www.bugday.org - www.yasasintohumlar.org
facebook.com/BugdayDernegi
twitter.com/BugdayDernegi
Twitter paylaşımlarınız için hashtag: #YasasinTohumlar
5 Kasım 2012 Pazartesi
Avatar'ın Fısıldadıkları
Avatar, dünyaya verilmiş bir mesaj: "ben buyum", "bana böye davranın" ve " beklentilerim bunlar", "istediğim işte bu!" diyerek eksiklerimizi yansıtan bir şekil resmi.
Peki, sizin avatarınız ne fısıldıyor?..
Çocuk, bebek, yavru kedi, köpek v.b resmi
Dünyaya mesajı: Ben küçüğüm
Açığı: Çocuklar ne ister? Sevgi, ilgi, şefkat.
Beklentisi: çocuklukta eksik kalan sevgi, alaka.
Görünen: Ailede aşırı veya eksik ilgi sözkonusu. İlk durumda kişi bu peri masalının bitmesini istemez, diğerinde de eksikliklerden dolayı büyüyemez; sonuçta her iki
durumda olgunlaşmamış, çocuksu kişilik sözkonusu. Bu kişi yetişkin ve başarılı olabilir lakin zaman zaman içindeki sevgi, ilgi ve şefkat bekleyen çocuk onu ele
verir. Bu yüzden
Görevi: Büyümek...
Kendi çocuğunun resmi
Dünyaya mesajı: "Benim çocuğum-Ben demek."
Açığı: kendini ve amaçlarını kaybetmiş bir insan; çocuğuyla özdeşleşen, hayatı onunla doldurmayı denemek.
Beklentisi: "Benim yapamadıklarımı çocuğum yapsın, böylece herkes bana saygı duyacak..."
Görünen: Kişinin gerçekleştiremediklerine çocuğu üzerinden ulaşmak istemesi. Dışarıdan ilgili görünen ebeveynler aslında kendi amaçları doğrultusunda hareket ederler.
Görevi: Kendi hayatını yaşasın...
Sevgili ile birlikte fotoğrafı
Dünyaya verdiği mesaj: "Benim bir ilişkim var".
Açığı: Özgüven eksikliği,
Beklentisi: Biri için değerli olmak
Görünen: Özüne saygı eksikliğini ilişkisiyle kapatmaya çalışan kişi.
Görev: Kendini değerli hissetmek
Resmi fotoğraf
(Ünlüyle birlikte, sosyal başarısının ön planda olduğu, pahalı araba, şık giyim)
Dünyaya mesajı: "Ben başarılıyım!"
Açığı: başarılarından emin olmamak
Beklentisi: takdir edilmek ve sevilmek
Görünen: Çocuklukta koşulsuz sevgiden yoksun kalan kişi. Yetişkin olarak içine kapanık, sosyal olmayı beceren lakin yalnız kalmayı tercih eden, maddi değerlere önem veren. Maneviyat ile maddiyatı eşit gören bir kişilik: marka giyindiğinde iyi aksi halde kötü hisseder kendini. Zamanla başarı ve maddiyat onu mutlu edemez olur.
Görev: Maneviayatına yoğunlaşıp iç huzura ulaşmak.
Komik fotoğraf
Dünyaya mesajı: "Gülelim, hiçbir şey o kadar da ciddiye alınmamamlı"
Açığı: kaçış
Beklentisi: alaycılığının desteklenmesi, duygusallığın gereksiz olduğu kabul edilmesi
Görünen: Ailenin komiği(6 yaş civarında şakacı rolü oluşur) mevcut gerginli dağıtan kişi; duygusal acılardan bir nevi kaçış. Bazen sorunlar bu şekilde çözülebilir, bazen ise sorunlardan kaçıştır.
Görev: Sorunlarıyla yüzleşmeli.
Manzara veya doğa fotoğrafı
Dünyaya verdiği mesaj: "Tatil zamanı!"
Açığı: İç huzur eksikliği, büyük bir yorgunluk
Beklenti: Dinlenme ihtiyaçları başkaları tarafından da onaylanmalı
Görünen: İç huzurları kalmamış ve doğaya sezgisel bir ihtiyaç sözkonusu. Kronikleşmiş stres(aile huzursuzluğu, iş veya basitçe yorgunluktan dolayı) oluşmuş.
Görev: Acilen tek başına tatil yapması.
Fotoğrafsız
Dünyaya mesajı: "Bana bakma!"
Açığı: Belli sebepler yok ise(iş, ün): güvende olmamak
Beklentisi: Sınırlarına saygı. Özen ve güvenlik.
Görünen: Gizemli, şüpheci kişilik. Durumu kontrol altında tutmak ister. Çocuklukta başlayan insanlara karşı bir güvensizlik. Anne ve babanın vaatlerini yerine getirmemeleri sonucu olabilir.
Görev: Dünyanın, insanların o kadar kötü olmadığını anlayıp kabul etmesi.
Kaynak
http://irsol.wordpress.com/
3 Kasım 2012 Cumartesi
Tadımlık
Sonbahar bana salkım salkım üzüm hatırlatır. Bağ bozumunda kesilen asma dalları kilerin kirişlerindeki çengellere asılır ve salkımlar taa ocağın başlarına kadar dayanır. Üzüm tanelerindeki tatlı su çekile çekile lezzetli bir şerbete dönüşür, tadına doyum olmaz. Elmalar tek tek kağıda sarılıp kasalara dizilirler, ayvalar henüz tam olgunlaşmamış. Kış kavunları serin kilerin bir başka köşesinde file torbalara konup asılırlar, yere değmemesi lazım. Topu topu üç-dört tane olur, tadımlık,
misafirlik. Yine de en çok kurumaya yüz tutmuş üzüm tanelerinin tadı hoşuma gider.
Uzun süredir yemek tariflerine yer veremedim, belki de o kadar da uzun değil, kayıtlara bakmam lazım sadece. Neyse, önemli değil, uzun kış günlerinde enerji ihtiyacı bir yandan, soğuk diğer yandan sıkıştırınca telafi ederim nasılsa.
Bayram gelip geçti, evde yine baklava(tarifi blogda mevcut) telaşı oldu, geleneksel:
Uzun süredir ilgimi çeken kolay bir tarifi denedim, yine "Büyüksün Patates!" dedirten:-)
İstanbul Köftesi
Köfte:6-7 tuzlu suda haşlanmış orta boy patates, 1 yumurta sarısı ve 2 bütün yumurta
İçi:
300 gr kıyma, tuz, karabiber, kızartmak için az sıvı yağ
Pane:
1 çırpılmış yumurta, az un
Yapılışı:
Patatesler püre yapılır ve 2 tam yumurta ile 1 yumurta sarısı iyice yedirilir. Kıyma kavrulup tuz ve karabiber ile tatlandırılır. Patates karışımından topaklar alıp avuç içinde açılır ve her birinin ortasına kıymalı içten bırakıp kapatılır. Köfteler hafifçe bastırılıp önce una sonra yumurtaya bulanarak kızgın yağda kızartılır.
var lakin onlardan birini örnek alıp yapmadım, daha çok malzemeye göre uyarladım.
Mısırlı Patates Salatası
5-6 haşlanmış orta boy patates
1 mısır konservesiyarım atom salata yaprakları, 1 yeşil biber
1-2 yemek kaşığı mayonez, 1 bardak süzme yoğurt
3-4 yemek kaşığı sızma zeytinyağı, 1-2 diş sarımsak
karabiber, tuz
İstenirse: maydanoz ve ince doğranmış jambon
Yapılışı:
Patatesler küp küp doğranır ve küçük doğranmış diğer malzemeler ile birlikte karıştırılır. Mayonez, zeytinyağı, ezilmiş sarımsak ve süzme yoğurt baharatlandırılır ve salataya eklenir.
Afiyet Olsun...
2 Kasım 2012 Cuma
İstanbul'da Sonbahar
Pastel renkleri, soğuk yağmurları, uyuyakalan sabahları, erken akşamlarıyla geldi sonbahar. Depresif, kararsız hava durumu ve yaprak yaprak dökülen hüzünlü romantizme teslim oldu sokaklar. Trençkotlar, şemsiyeler saçıldı ortalığa, bahçeler ise Van Gogh resimlerini andırır gibi. Sessiz bir sonbaharın içine düştü İstanbul, kah mahzun, kah neşeli.
Bavul hazırlamayı hatırlatır sonbahar, tuhaf bir yolculuk arzusunu hissettirir. Hayallere sarmaşık olmuş düşlere dalarsın; isli vagonların makine yağ kokusu gelir burnuna, tiz sesli düdüğün ıslıklı son çağrısı yankılanır kulağında, rıhtımda yürüdüğünü görürsün ve tuzlu su damlaları yağar üstüne, faytoncunun kamçıyı atların terli bedenlerinde şaklatmasına için burkulur, bavulun ağırlaşır, ağırlaşır... uyanırsın.
Rüzgarın savurduğu tozlu bulutlar arasında yürüyen evsizlerin kabullenilmişliği insanın canını acıtacak keskinlikte. Bulutlar yamalı, eskimiş bir örtüyü tamamlar gibi gri gökyüzünde, kah üşümekte, kah astımlı öksürüğünde boğulmakta İstanbul, bu mevsimde...
eylül
Bavul hazırlamayı hatırlatır sonbahar, tuhaf bir yolculuk arzusunu hissettirir. Hayallere sarmaşık olmuş düşlere dalarsın; isli vagonların makine yağ kokusu gelir burnuna, tiz sesli düdüğün ıslıklı son çağrısı yankılanır kulağında, rıhtımda yürüdüğünü görürsün ve tuzlu su damlaları yağar üstüne, faytoncunun kamçıyı atların terli bedenlerinde şaklatmasına için burkulur, bavulun ağırlaşır, ağırlaşır... uyanırsın.
Rüzgarın savurduğu tozlu bulutlar arasında yürüyen evsizlerin kabullenilmişliği insanın canını acıtacak keskinlikte. Bulutlar yamalı, eskimiş bir örtüyü tamamlar gibi gri gökyüzünde, kah üşümekte, kah astımlı öksürüğünde boğulmakta İstanbul, bu mevsimde...
eylül
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)