Bu Blogda Ara

27 Şubat 2013 Çarşamba

Tutku

Bazen yazıya başlamak sadece zor,  bazen ise derine dalmak gibi: vurgun yedirir.  Acayip bir şeydir yazmak; harflerin dizilişine  yetişemeyen parmaklarına  tatlı bir  uyuşma dadanır, göz çukurlarına gölgeli bir yorgunluk yerleşir. Zaman geçtikçe  öyle bir elzem olur ki,  hasta yatağında  bile ilaçtan önce kağıt  kalem  aranır ellerin. Tutkun olur. 

Öyle bir şey ki... İçinde müzik yükselir, farkında olmadan mırıldanıverirsin hiç duymadığın bir şarkı nakaratını, sessizce...   Dudakların lal,  gönlünde sarmaşık duygular,   bir sazın telinden haykırır yüreğin.  Bir bakmışsın,  uçuk kaçık notalar demlenmiş içinde,  rengarenk hayal  dünyana daldırırsın  fırçanı...  tuval,  gerçeğin  olur.  İçindeki müziğin ritmiyle salınır ruhun, o muhteşem hissine sarılıp dans edersin, tutkuyla.  Bulutlar ne  kadar karanlık olsa da sana dair tılsımlı bir ışık düşer üstüne, sıcacık, sevecen.  Bambaşka bir boyutun sınırlarını geçmiş gibi; küçük bir korkunun  adrenalini içini titretir, nutkun tutulur...  tekrar  yaşamak istersin...

Bazen sözler öyle yetersiz ki... çaresiz kalırsın, ellerin iki yorgun kanat gibi düşer.  Kelimeler; onlar senin algın, sana dair idrak kırıntıları.  İsyanların, sana  dair, kalbindeki renkler, şarkıların gibi...  ve küçücüksün, bir noktadan daha küçük, özgürlüğün: evren büyüklüğünde...

eylül

24 Şubat 2013 Pazar

İlk ve Son

Bugüne kadar siyaset hakkında yazılarım olmadı. Bu konudaki görüşlerimi paylaşmadım fakat ne fikirsizim ne de duyarsızım. Memleket meseleleri elbette yakından takip edilmeli ve bu belli bir görüşün tarafı olarak değil yurttaş olarak yapılmalı. Menfaat siyasetine değil vicdan siyasetine alkış tutulmalı.
 Başım eğik , utancım yıllardır süren iktidar çekişmelerinden. Birbirinize kin ve nefret kusmanızdan, her birinizin öncekinin izlerini inatla silmesinden, paranın kulu kölesi olmanızdan, gücünüzü keyfinizce kullanmanızdan, ucube fikirlerinizi halka dayatmanızdan usandım. Hadi medya yanlı, hadi her gelenin niyeti iyi desek bile, hadi yapılalanlar/ yapılmayanlar meydanda olsa bile, her şey bir yana, görmek için bu vatanın halini insana bakmak yeter... Görüyorum ve aynı zamanda zengin de değilim, sermayedar değilim ve de buna rağmen fikirsiz de değilim(talihsiz bir söylevin  aksine..)

Hiç mi vefa duymazsınız bu topraklar için akan kanlara?.. Gözünüzü kin, intikam alma hırsı mı bürüdü?.. Eziyetiniz birbirinizeyken ayrımcılığınız hangi dine mensup?.. Hükümetlerin hangisi sadece hizmet için geldi? Oysa Hizmet için seçilmediniz mi?.. Yo, siyasi görüşlerinizi dayatmak için seçildiniz...mi?.. Dün dinsizler iktidarı bugün müslümanlar iktidarı diye halkı aptal yerine koydunuz. Hangimiz en Müslüman? Yazıklar olsun. Yazıklar olsun bu memleketi bölüp param parça etmek isteyenlere. Yazıklar olsun Türklüğünden utananlara, Atasından geçip el etek öpenlere, emekçinin alın terinden kopardığı ile sefa sürenlere yazıklar olsun.

 Bir tek sorum var, bir Allah'ın kulu cevap verse: Mustafa Kemal Atatürk neyi yanlış yaptı? Hangi haktan yoksun bıraktı? Neleri dayattı ? Hangi zulmü etti?.. Neyin siyasetini yaptı? Halkına sahip çıkmadı mı? Bu toprakları birarada tutmadı mı?.. Tüm dünyaya Türk'ün mertliğini, cesaretini , büyüklüğünü göstermedi mi?..

 Siyaset çirkin bir yalan dolan çukuru, içinde olanlar bunu çok iyi bilir. Siyasetçinin dürüstlük anlayışı dansöz misali kıvrılır bükülür, bunu da iyi bilirler lakin asla kabul etmezler. Öyle bir güçtür ki iktidar ne din ne ırk bırakır adam olmayanda... Asıl mesele Adam gibi adam olmak!..

Politika konusunda ilk ve son defa yazıyorum, esefle...

 eylül

23 Şubat 2013 Cumartesi

Şubatın melankolisi

Şöyle kararlı bir kar yağsa; sakin lakin birkaç gün sürecek kararlılıkta.  Kar taneleri ve kış kokusu penceremden içeriye girse, bembeyaz bir örtü serilse  çatıların üstüne... Çok güzel olurdu.  Eh, ben istedim diye yağmayacak elbet, yine de hayali bile güzel.

Kış aylarının  insanın içini sıkan bir tarafı var; bazı günler hiçbir şey yapasım gelmez, bir kitabın sayfaları arasında uyuklamak isteği dışında.  Sanki  gündüzün ışığı kaçmış, havada uyuşukluğun ağırlığı var gibi.  Durup dururken bastıran nedensiz bir mutsuzluk tarafından elegeçirilirim.  Bir de  en hüzünlü şarkıları bulup dinlerim, çivi çiviyi söker dercesine...  Mevsimler bu kadar mı tesir eder insana?..

Bazen kendimden, yazdıklarımdan, düşündüklerimden sıkılırım.  Boşa kürek çekmek gibi gelir yaşamak. Farkındayım, anlık haller bunlar ve bunu bilmek  bile çok güzel.  Fırın ile içli dışlı olurum o vakitler, zaman öyle hızlı geçer ki şaşırıp kaldığım olur.  İyileştirici etkisi var meşguliyetin, hele ki haz alınırsa ondan.

Uzun dost sohbetleri aynı etkiyi yapar, elbette dost ise eşlik eden.  Ne iş, ne para, ne dert ne tasa konuşulur, derin konular açılır, genişler yüreği insanın. O tatlı muhabbetin sonu gelmesin ister... Paylaşmak için yaratılmış insan, şüphesiz.

Yalnızlık güzel, içini doldurabildiğinde.  Bazen sessizce, bazen küçücük bir dokunuşla, bir gülümseme ile, birkaç güzel söz ile paylaşılır yalnızlık.
Dumanı tüten bir fincan kahve de güzel...

eylül

Mütevazi meşguliyetlerimden:


Buradan aldığım tarif ile Tambuğday Unlu Ekmeklerim:


 
Açmalar:
 
 
ve Çok Çikolatalı Çark Pasta
 

 
 

Türk'üm

Gündemdekilere, yorumsuz...

22 Şubat 2013 Cuma

Olmak mı, yaşamak mı?..

Sayısını tutmadığın sorular gelip geçer mi aklından?  Zihninde dönüp dolaşan kelimeler, kurulmamış cümleler, seslendirilmemiş nidalar mı var? İçindeki  monologun sessiz temsilinden kaçmak neden?  Oysa herşey yolunda;  işin, ailen, dostların, hayatın tam da istediğin gibi. Peki, ya adını koyamadığın,
sebebini aramaktan korktuğun, itiraf etmediğin, rahatsız edici sıkıntı neden? Nedir sende eksik kalan?..  Nedir sana olan?..

Derin bir uykunun içindesin.  Yürüyorsun. Okyanusun dibinde yürüyorsun. Kum tepeciklerini bir çırpıda aşıyorsun, kanatlanmış gibisin veya yer çekimsiz  bir fanusun ortasındasın...  anlamıyorsun.  Hava kabarcıkları uçuşuyor  üstünde, yakalayıp kendine saklamak istiyorsun, hiç birleştirmediğin heceler  hapsolmuş içlerinde.

İstiridye kabukları açılıp kapanıyor, yosunlar sarılıyor ayaklarına, mercan kesiği bedenin kanıyor, kanıyor, uyanıyorsun...  Karanlığın içinde uyanıyorsun. Bir canavarın yapışkan salyasına bulanmış, insan kırıntıları arasında sonunu bekliyorsun...  İşte şimdi, kaçacak bir yerin  olmadığında anlayabiliyorsun: Hayat seni yutmuş, sindirmekte... Yapayalnızlığını şimdi fark ediyorsun. Beklediğin, bir tek mucize...

Serçe misali kafesinin duvarlarında kendini çarpıyor kalbin.  Karanlık, dipsiz uçurum derinliğinde. Şimdi   uzanıp dokunmak istediklerine  sadece sensizliği  verdiğini  anlarsın. Yine de henüz geç olmadığını fısıldar terk ettiğin yüreğin. Korkularının, hırslarının, kibrinin arasında unuttuğun umudun sana halat uzatıp  asılıyor. Kulaç atmalısın.  Kulaç atmalısın, seni bekleyen dinginliğe, hislerine, kendine...

eylül

21 Şubat 2013 Perşembe

Olgunluk Okulu

Hüzün

Hüzünlü olmaktan hoşlanmadım hiç.  Ağır bir örtünün altında nefessiz kalmak gibi.  Göğüsünün ortasına barikat kurulmuş gibi. Berbat bir hal. Ağlanacak  ne varsa hücumda, ağlayamazsın, göz çukurların sızlar.  Hüznü hiç sevmedim. Kaybolmuş bir çocuk olurum öyle zamanlarda. 

Hüznü görür görmez tanırım, hemen koşmak gelir içimden, uzaklara... Gidemem. Çakılı kalırım, büyülenmiş gibi sessiz acılardan. Zamansız, savunmasız, maskesiz gelir ve gittiğinde kocaman bir yalanı geride bırakır hüzün. 

Hüzün hiç iyi gelmez bana. Masumiyetine bükülür ruhum. Sarılmak gelir içimden, gözyaşlarını bıraksın diye omzumu sunmak.  Nefes yolunu bulup gönlün  penceresi açıldığında,  son demini  bırakıp gitsen de...  ne yalan söyleyeyim, seni bazen özlediğim olur, hüzün...

Ciddi

Güzel olduğumu hiç düşünmedim.  Aslında bu konunun üstünde durmadım, hiç.  Kimseye böyle bakmadım, kalp gözümle gördüklerime inandım.  İnsana dair görünmeyenle ısındım, çok üşüdüm, aydınlandım, karanlığa gömüldüm, güçlü oldum, çaresiz kaldım.

Güzel olmadığımı düşündüğümden ciddi oldum, belki.  Aslında çok gülümserim, ama içimden.  Gülümsememi  hapsetmedim, yanlış anlaşılmasın,  beceremedim işte,  göstermesini.  Giyinemedim onu, lakin sımsıkı kucakladım, sıcacık tuttum, gözüm gibi baktım, sakındım karanlık  olan herşeyden.
Tek yapamadığım yüzümde bırakmak. Belki onu orada unuturum diye korktum, yalancı olur diye...

eylül



19 Şubat 2013 Salı

Çocuk Hayaller

Çocuk hayallerim komik ve... çocukçaydı, olması gerektiği gibi.  Şehre gelen sirke katıldığımı ve  dünyayı  üzerinde gösteri afişleri olan bir karavanla  dolaştığımı  hayal ederdim.  Sonra hayalimi bir çırpıda silen o soru düşerdi aklıma: ben o sirkte ne yapacaktım?..  Palyaçolara, akrobatlara, hayvan
terbiyecilerine  özel bir ilgi duymadım ki; ben tüm bunların hepsini içinde barındıran o renkli dünyayı çok sevdiğimi biliyordum sadece.  Yine de bu  hayalim tekrar tekrar zihnimde canlanırdı, o sinsi soruya rağmen.  Şimdi bu hayalimi gülümseyerek hatırlıyorum ve hala o soruyu cevaplayamasam da 
sirkleri çok seviyorum.

İlkokul yıllarında hayallerimi kitap kahramanları kurdurdu.  Cesur bir asker, fedakar hemşire  olmayı hayal ettim. Okulun atletizm seçmelerini kazanıp  olimpiyatlara katılan koşucu olmayı hayal ettim.  Aslında, düşünüyorum da, bu hayallerimin küçücük kısmını gerçekleştirdim sayılır. Ciddi bir ilkyardım  eğitimi aldım(sanırım dördüncü sınıfta), izci kampına katıldım ve  okulun hendbol takımına kabul edilmiştim ve hepsi bu kadar...  Ortaokulda ve lisede  düzenlenen turnuvalarda, finale ilk varamasam da, koştum. Spor ile ilgili hayalim  kalp romatizması şüphesi söz konusu olana kadar sürdü. 
Bir hayalim de bedava yemek dağıtacağım gezici bir mutfak kurmaktı. Sebzeli  çorbalar, bol etli yahniler ve çok çikolatalı pastalar pişirecektim. Hala  hayalim... 
Ortaokulda yazmak ile haşır neşirken hayalim Yazar olmaktı(öyle böyle değil: büyük harf ile...).  Bir de hayali hikayeler kurgulamak değil, ışık misali  aydınlık yazılar yazmayı hayal ettim.  Hayalim...
Lise başlarında sonsuz, koşulsuz sevgiyi, Aşk'ı düşledim.  İnsanlık için dilediğim hala gerçekleşmedi ve muhtemelen hayal olarak kalacak. Kendim için  olana kavuştum. Tıpkı hayalimi döktüğüm kısacık, dilek ve kehanet misali şiirimdeki gibi oldu... Hayalim şimdi Gerçeğim. 

Şimdi ise, görüyorum da, hayallerini kaybeden çocuklar var; teknoloji ürünü oyunlar, oyuncaklar karşılığında. Belki de ben yanılıyorum, inşallah da öyledir...

eylül

9 Şubat 2013 Cumartesi

Aşk Hali


Bir parça çikolatanın dilde erimesi  Aşk tadında.  Kısık ateşte likit hale gelmesi tutkuların Aşk denizine akması gibi; baştan çıkarıcı, davetkar...
Yapabilseydim, küçük bir çikolata atölyesi kurardım.  Tatlı yorgunluğumu Aşk'ın kollarına teslim edip, her gün sıkılmadan çikolata ile uğraşırdım.  Narin  çiçek yapraklarının çikolataya bulanıp parmaklarımdan akması, tezgah ile ocak arasındaki telaşlı koşuşturma, egzotik meyvelerin yapışkan inatçılığı,  üstüme sinen kokusu: masalsı bir rüyanın içinde olmak gibi...

Atölyem yok, lakin küçük mutfağımızda çikolatanın sihrine kapıldım; ipeksi, tutkulu, masalsı bir gerçek. Ellerimden  fotoğraf makinesine bulaşan çikolata,  iddiasız bonbonlarım ve yüreğimi sımsıcak tutan Aşk: bugünün özeti...

Ganaj dolgulu fındıklı, cevizli ballı, hindistancevizli çikolata bonbonları için kullandığım malzemeler:
Ganaj dolgulu fındıklı çikolata:
200 ml süt kreması , 650-700 gr bitter çikolata, (tüm çeşitler için gerekli krema ve çikolata ölçüsü)
15 adet fındık içi



hindistan cevizli çikolata içi:
60 gr hindistan cevizi rendesi, 12 gr tereyağ, 21 gr şeker, 20 ml krema,bir tutam portakal kabuğu (ince)rendesi


cevizli iç:
75 gr çekilmiş ceviziçi, 1 dolu tatlı kaşığı bal


ve
artakalan malzemeden yuvarladığım birkaç trüffel için 1 yemek kaşığı kakaolu pasta süsü.


8 Şubat 2013 Cuma

Es Hali

Bazı günler isimsiz ve görünmez; zaman tütsü dumanı gibi incecik süzülür vaktinin içinden.  Elin kolun kalkmazken, aklındaki yapılacakların marş adımları kulağını çınlatır, bir eksik yorgunluk yapışır bedenine,  tarifsiz.  Haftanın hangi günü, takvimin hangi tarihi işaret ettiği önemsiz olduğu öyle zamanlarda  kilitlenip kalırsın, bellirsiz  bir süre. Bitmesini beklersin.
Görmezden gelirsin:  huzursuzluğunu, sabrının tükenişini, ele geçirildiğin sebepsiz, ağlak  hüznü. Kalb'in bir kelebeğin kanatları gibi çırpınışını duymazdan  gelirsin, her sabah komodinin üzerine sıraladığın vitamin haplarını neden aldığını  sorarsın kendine. İçinde sevinç baloncukları patlarken bile düştüğün  sessizlik aynı kaldığında, sana ne olduğunu sorarsın, öylesine... Geçmesini beklersin. 
Gözlerini kapatıp uykuyu beklerken, aklın küçük bir melodinin  peşinden gider, bir şarkı nakaratı sayıklarsın içinden, tekrar tekrar.  Susmasını beklersin.
Nedensiz es halinden çıkmayı beklersin.

eylül