Bu Blogda Ara
31 Mart 2013 Pazar
Kimi Kime Şikayet Etmeli
İnsan sessiz sakin, gönlünce tadınca yaşamak ister. Çalışıp kendine bir düzen kurmaktır gayesi ve bedelini ödeyerek bir takım kurumlardan hizmet alır .
Bir süredir dönüp duran bir reklam var tv kanallarında; internet ağlarıyla tüm ülkeyi "donatan" birilerini damardan bir şarkı ile bangır bangır anlatan. Bizim evde yedi yıldır, hatırı sayılır bir meblağı karşılığında, rezil, insanı hasta eden bir internet bağlantısı var. Satın aldığımız paketin yanına bile yaklaşmayan hız bir yana, sinir harbi bir yana, biz hakkımızı aramaktan usandık onlar yemekten geri kalmadı. Hadi ağır da olsa bir bağlantımız var diyemiyoruz ki...kesilip duruyor bir de, altyapı yok, hizmet yok, alınan haraç var düpedüz. Kimi kime şikayet edelim? Eve teknik ekip gönderiyorlar, (sorun olmayan yere) ve bunun karşılığında faturaya servis bedeli ekleniyor, haber dahi verilmeden. Sorun çözülüyor mu: hayır, aynen devam çünkü zaten baştan itirafı almışız: altyapı yok. Peki hizmet niye var?...
Kıyaslamadan bir anımızı paylaşmanın yeri geldi şimdi:
Beş altı yıl öncesi sınır komşumuz bir ülkeye hem yakınlarımızı ziyaret hem tatil amaçlı bir aylık seyahatteyiz. Dizüstü bilgisayarlarımızı kullanmak için internet bağlantısı gerekli. Kaldığımız yer taşrada büyükçe bir köy. Bir telefon edildi ve aynı gün herşey tamamdı, bize kalan şaşkınlık içerisinde internet hızının tadına varmak. Ödenen mebla ise insanı isyan ettirecek kadar cüzi, bedava denebilir. Üstelik o evde sabit telefon bile yokken.
Şimdi biz ne yapalım? Burası bizim memleketimiz, vergimizi ödediğimiz, kanunlarına riayet ettiğimiz, sevip canımızı verdiğimiz vatanımız. Ve: aaah Nasreddin Hocam, ah,
" ye kürküm ye" aynen devam da parayı veren düdüğü çalmıyor her zaman... O gerçek daha bir trajik...
Devletin sağlık kurumu ile alakalı bir başka reklam: sabah işine gelen hekim ve arka plandaki sesler ve tadaa ilk hasta... Anladınız siz onu.
Randevu sistemine takılanınızın oldu mu? Ben öncekilerden bahsetmeyeyim son iki üç haftalık olanı anlatayım. Yok, sadece sonucu söyleyeyim; randevu alamadım.
Belirtmem gerekir ki bu konuda yeterince bilgi sahibiyim ve önceki yıllarda başka kişilere faydam dokunmuştur( kendimi övmüş gibi oldum galiba, ıgh). Bunları yazmamın sebebi randevuyu alamamış olmamın benden kaynaklanmadığının altını çizmek..
Herneyse, diş polikliniğine gitmem gerek, olmadı. Yeri gelmişken, hakkım olduğu halde, bugüne kadar devlet sağlık kuruluşuna sadece iki veya üç kez gitmişliğim olmuştur. Şimdi niye direttim ki? Bu hakka sahibim.
Sonuçta ne mi oldu? Her zamanki gibi özel bir polikliniğe gidip sorunumu Nasrettin Hoca yoluyla çözdüm: " parayı veren, düdüğü çalar". Peki durum böyle ise neden almadığım hizmetin bedelini devlete ödüyorum?..
Basit: çünkü buna mecbur ediliyorum.
Şimdi kimi kime şikayet etmeliyim?
eylül
28 Mart 2013 Perşembe
Tatlı Kaçamaklar
Sevincin, hüznün, kalp kırıklığı, aşk çarpmaları vakitlerinde elzemdir çikolata. İçeriğinde çikolata olan tarifleri hazırlamaya bayılırım ve marketin çikolata reyonunda kaldığım süreden iyisi mi hiç bahsetmeyeyim.
Bugün denediğim tarif yapılışı çok kolay, çikolataya doymuş, unu oldukça azaltılmış çikolatalı kek(brownie).
Malzemesi:
180 gr bitter çikolata
70-80 gr tereyağı
4 yumurta
100 gr toz şeker
1 vanilya
2 tepeleme yemek kaşığı un
1-2 tutam kabartma tozu
Çikolata küçük parçalara kırılır ve tereyağı ile birlikte benmari usulü eritilip ılıklaşması için kenara alınır.
Yumurta ve şeker krema halini alana kadar çırpılır. Çikolata karışımı azar azar eklenerek hafifçe karıştırmaya devam edilir. Un ve vanilya ilave edilir. Hamur akıcı bir kıvam alır.
Tarifin orijinalinde dikdörtgen fırın tepsisi kullanılmış, ben ise kağıt kalıpları denemek istedim ve her birine ikişer yemek kaşığı döktüm. 160 derecede ısıtılmış fırında 20 dakika pişen keklerin üstünde ince ve sert kabuk, kabuğun altı ise kremamsı bir kıvamda olmalı. Bu yüzden fırındaki süre uzun olmamalı. Soğuması için beklettiğim keklerin kabuklarını süslemede kullanmak amacıyla ayırıp avuçlarımın arasında ezdim. Çikolata eklenmiş çırpılmış süt kreması veya hazır çikolatalı krem şanti ile kaplanan keklere ufalanmış kabuklar serpiştirilir.
Gerçekleşmesi mümkün hayaller
Aralıklarla ıhlamur, akasya ağaçları dikilmiş sokakları , arabalar tarafından işgal edilmemiş kaldırımları, içaçıcı boyanmış binaları, başıboş kedi ve köpeklerin dağıtmadığı derli toplu çöp konteynerleri, tertemiz, neşeli çocuk cıvıltılı bahçe ve parkları, sahil şeridi işgal edilmemiş bir şehirde yaşamak isterim.
Sabahın kör saatleri, gecenin bir yarısı gürültü yapan komşuların, gün boyu başıboş bırakılmış, bahçeye dadanan çocukların, bitmeyen inşaat ve tadilatların, korna gürültüsü, kapı kapı gezen dilencilerin olmadığı bir mahallede yaşamak isterim.
Banka, resmi kurum kuyruklarında, işte, evde, otobüste, metrobüste, markette, pazarda, restoranda, cafede saygının, güler yüzlülüğün, nezaketin unutulmadığı bir ülkede yaşamak isterim.
Politikanın bölmek için değil, hep bir öncekinden daha iyi, daha eşitlikçi, daha çok ve sahici hizmet için yapıldığı, insanın dinine, imanına dokunulmayıp boynuna yular yapılıp asılmadığı, dürüst, vatanperver, vefakar, mutlu ve gülümseyen insanların ülkesinde yaşamak isterim.
İnsanın acınası hale düşmediği, düşürülmediği, açlığın olmadığı, paranın gücünün hükmedip yönettiği savaşların olmadığı bir dünyada yaşamak isterim.
Tüm bunlar gerçekleşmesi mümkün olan, makul dilekler ve tek bir engel var: değişmeyen düşünceler...
İyi veya kötü, nasıl olurlarsa olsunlar, İnsan'ın kimliği düşünceleridir. Hangilerine sahipse onları yaşar ve yaşatır. Değişim ancak düşünceler değişirse başlar, o vakit hayaller gerçek olur... Uzak değil, imkansız da değil bunu başarmak, eğer isterse(!) İnsan.
eylül
Sabahın kör saatleri, gecenin bir yarısı gürültü yapan komşuların, gün boyu başıboş bırakılmış, bahçeye dadanan çocukların, bitmeyen inşaat ve tadilatların, korna gürültüsü, kapı kapı gezen dilencilerin olmadığı bir mahallede yaşamak isterim.
Banka, resmi kurum kuyruklarında, işte, evde, otobüste, metrobüste, markette, pazarda, restoranda, cafede saygının, güler yüzlülüğün, nezaketin unutulmadığı bir ülkede yaşamak isterim.
Politikanın bölmek için değil, hep bir öncekinden daha iyi, daha eşitlikçi, daha çok ve sahici hizmet için yapıldığı, insanın dinine, imanına dokunulmayıp boynuna yular yapılıp asılmadığı, dürüst, vatanperver, vefakar, mutlu ve gülümseyen insanların ülkesinde yaşamak isterim.
İnsanın acınası hale düşmediği, düşürülmediği, açlığın olmadığı, paranın gücünün hükmedip yönettiği savaşların olmadığı bir dünyada yaşamak isterim.
Tüm bunlar gerçekleşmesi mümkün olan, makul dilekler ve tek bir engel var: değişmeyen düşünceler...
İyi veya kötü, nasıl olurlarsa olsunlar, İnsan'ın kimliği düşünceleridir. Hangilerine sahipse onları yaşar ve yaşatır. Değişim ancak düşünceler değişirse başlar, o vakit hayaller gerçek olur... Uzak değil, imkansız da değil bunu başarmak, eğer isterse(!) İnsan.
eylül
24 Mart 2013 Pazar
Kahvaltıda Simit
Çok çeşitli kahvaltı sofrası, benim gözümde, takmış takıştırmış kadına benzer ve tabi ki bu benim görüşüm. Bu bolluk varlıktan olsa bile görgüsüzlüktür derim. O nasıl mide, nasıl bir iştah kardeşim? Günün en önemli öğününde besleyici ve sağlıklı yiyecekler tüketmek için sınırları zorlamaya hiç gerek yok. Gözden önce bünyeyi beslemek gerek.
keyfinize.
İçli poğaça türleri mideyi ağırlaştırır diye düşünüyorum, bu yüzden açma, simit, sandviç ekmeği gibi mayalı hamur çeşitlerine daha sıcak bakıyorum. Bir de eğer tarif başarılıysa, tuttuysa kıvamı ve lezzeti tarif defterimde yerini alır. Hamur iyi yoğurulmalı, kabarmalı ve uygun ısıda pişirilmeli. Elle yoğurmayı tercih ediyorum bu yüzden ekmek makinesi kullanmıyorum. Israftan hoşlanmam, bu yüzden arta kalan ekmek, kek, muffin'lerin bile ikinci şansı var. Ekmekten sıcak sandviç, çorba kıtırı, ekmek böreği; kek ve muffinler spangle içinde veya soslayarak ya da meyveli meyvesiz şarlotlarda yerini bulurlar. Aslında her kadının kendine göre bir mutfak harekatı planı vardır.
Simit bugünkü mutfak tecrübem oldu. Kolay ve leziz, sık sık denenecek bir tarif. Hamurunda kullanılan sadece iki kaşık sıvı yağ ile içi tel tel, yumuşacık ve kıtır bir kabuğu var. Malzemeler:
400-500 gr beyaz un(unun birazını kenara ayırmakta fayda var, gerektikçe ilave etmek daha iyi)
1 paket çabuk maya1 yemek kaşığı şeker(veya bal)
1 tatlı kaşığı tuz
2 yemek kaşığı zeytinyağı
2 yumurta(bir sarıyı üstüne sürmek için ayırın)
1 su bardağı ılık su(süt)
Ele yapışmayan, elastik hamur yoğurulur. Kıvamını aldığında tezgaha sert şekilde vurup akabinde nazikçe yuvarlanır ve bu hareket bir müddet tekrarlanır(yumuşak ve tel tel olmalarının püf noktası). Hamurun üstüne elinize aldığınız az sıvı yağı sürülür, üstü kapatılır ve iki kat kabarana kadar bekletilir. Kabarmış olan hamurdan on eşit beze yuvarlanır ve her beze ikiye ayırılır. Avuç arasında inceltilen hamurlar birbirine sarılıp simit şekli verilir. 20 dakika daha tepside bekletilen simitlerin üstüne yumurta sarısı sürülür ve susam, çörekotu, haşhaş tohumu serpiştirilir. 180 - 190 derecede üstleri kızarana kadar fırınlanırlar(aşırı kızarıp kurumamalılar).
Vatan Türkiye
İnsan doğduğu yeri memleketi bilir. Şehir, köy, kasaba neresi olursa olsun taşını, toprağını, kokusunu, kışını, yazını, gökyüzünü ezberler. Kader işte; kimimiz doğduğu yerde son nefesini verirken kimimiz hasret biriktirir sılaya.
Vatan... Uğuruna dökülen kanlarla ifade bulur yüceliği...
Altı yedi yaşındaydım. Annem çalışıyor ve benim kısacık ömrüm yuvalarda geçmekte. Okul öncesi bitmiş, ilkokula başlamak üzere olduğum o yaz, birkaç hafta köyde, dedemlerde kaldım. Somurtkan bir çocuk değildim fakat şehirden başka hiç bilmediğim, tanımadığım bir ortamda bulunmanın sıkıntısını üstümden atamamıştım bir türlü. Aklım, gözüm ve kulağımın bahçe kapısında olduğunu hatırlıyorum, uykuya dalarken bile annemin beni buradan alıp götürmesi için dua ettiğimi de. Doğduğum büyük şehri memleketim bellemişim ya... Yıllar sonra şaştım durdum bu halime, bulunduğum yerin nasıl bir cennet olduğunu büyüdükçe anlamıştım.
Şimdi gülüyorum o anılara, hem de katıla katıla.
Köye ilk gidişimi hatırlıyorum. Kompartmanın camına yapışıp ağaçların birbirini kovalayışını seyrettim, şaşkın şaşkın, oysa hareket eden vagonlardı. Kolumu dışarıya uzatıp rüzgarı avcumda tutmaya uğraşırken anneme "Ekmekler ağaçlarda mı büyüyor?" diye sormuştum. O güne kadar ne buğday ne mısır tarlası, hatta tarla görmemiştim. Kırları nerden bilebilirdim? Haftasonları gezintiye çıkılan şehir parkı bildiğim en yeşil ve en güzel yerdi. Ayakkabılarım bile çamurla kirlenmemişti.
Balıkları şehir halinin akvaryumlarında görmüştüm, sebze ve meyveleri de oradan alırdık.
Herneyse, köydeydim. Kocaman iki katlı çiftlik evi ve bana ucsuz bucaksız gibi gelen bahçe; saklanacak ne çok yer var diye hayret etmiştim. Kimse karışmazdı bana, keşif için bolca vaktim olmuştu. Sokağın tozuna da bulandım, gölün çamuruna da...
Hayal meyal hatırlıyorum. Dedemin kızkardeşi, büyük halam, bir sokak ötede oturmaktaydı. Şimdi düşündüm de, gözlerim kapalı yolu bulabilirim, zihnime kazınmış gibi. Oturduğumuz taraçayı iyi hatırlıyorum. Ben mi sordum ona yoksa o mu anlattı, bilmiyorum. TÜRK olmaktan bahsetti, Kırım'dan gemilerle yola çıkan atalarımızı anlattı. Söylediklerini anlamıyordum, benim için heyecanlı bir masaldan ibaretti dinlediklerim. Vatan'dan, Türkiye'den bahsetti, gözleri gururla parlamıştı.
Yıllar geçti o günden bu yana ve bu küçük anı birçok kez aklıma düştü...
Bugünlerde zor mu, tuhaf mı desem, unutulası zamanlar yaşanıyor. Anlamaktan vazgeçtiğim, tüm duyularımı kaybetmeyi dilediğim olaylar ve olanların zamanı. Tarih nasıl yazar diye umursamadığım; hiddetli, şiddetli, yalanlı, dolanlı, saklı gizli kin, nefret tükürüklü söylevlerin, sloganların zaman dilimini inkarındayım.
Sormak isterim:
Dünyanın birçok ülkesinde yaşayan soydaşlarımız sadece Türk oldukları için toplumdan dışlandı, dili, dini, geleneği yasaklandı, sınırlı eğitim hakkı verildi.
Bugüne kadar, Türkiye Cumhuriyetinde, kime böyle bir zulüm edildi?..
eylül
19 Mart 2013 Salı
Mısır Unlu Ekmek
Mısır ekmeğinin kendine has dokusu ve lezzeti var. Uzun süreden beri aklımdaydı, ancak bugün denedim. Elimdeki tariflere şöyle bir baktım; birbirine benzer miktarlarda, hemen hemen aynı malzemeler. Hangisini denesem diye bir türlü karar veremedim.
Aldığım mısır unu oldukça ince öğütülmüş, yine de sert ve tok bir ekmek olmasını istemediğimden beyaz un ile karıştırmak daha uygun geldi. Sonra iki ekmek yaptım; birini mısır unu ve tam buğday unu karışımından, diğeri mısır unu ve beyaz undan. Her ikisi de tuttu.
Fotoğraflar beyaz unlu ekmeğe dair, diğerinden fotoğraflanacak tek bir dilim kalmadı.
Seçmem gerekseydi hangisini seçerdim diye düşündüm. Zor seçim. Aralarındaki tek fark tam buğday unun esmer ve kepekli oluşu ve dokusundaki tokluk. Diğeri biraz daha yumuşak ve limon sarısı bir rengi var.
Malzemeler:
1,1/4 su bardağı beyaz un
3/4 su bardağı mısır unu
0,5 paket çabuk maya
2 yemek kaşığı zeytinyağı
1 tatlı kaşığı tuz
1-2 tutam şeker veya 1 çay kaşığı bal
1 su bardağı ılık su
Üstüne:
susam, çörekotu, haşhaş tohumu
Tüm kuru malzemeler karıştırılır. Karışımın ortasına yağ ve su eklenir ve kaşık yardımı ile kek koyusu bir kıvam elde edilir. Mısır unu çok fazla karıştırılmayı kaldırmaz, sertleşir.
Kek kalıbına pişirme kağıdı üstüne dökülen hamur 30 dakika kabartılır.
190 derecede üstü kızarana kadar fırınlanır(30-35 dakika)
Özgürlük
Ne kadar ve nasıl özgür olduğunuzu hiç düşündünüz mü?..
Özgürlük göreceli bir kavram, yani mutlak değil. Özgürlük sahiplenildiği kadar çok, kıymeti bilindiği kadar değerli.
Adınıza karar verenleri seçme özgürlüğüne sahip olduğunuzu biliyor musunuz?
Hayatınız için kararlar alma özgürlüğünüz olduğunu, biliyor musunuz?
Davranış özgürlüğünüzü belirleyen nelerdir, düşündünüz mü?
"Hayır" ve "evet" diyecek kadar özgür olduğunuzun farkında mısınız?..
Sorgulama hakkınızı kullanıyor musunuz?
Saygı beklerken saygı gösteriyor musunuz?
Sınırlanızın aşılmasından hoşnut değilsiniz, ya siz başkalarının sınırlarını zorluyor musunuz?
"Yerini bilmek" tabirinden ne anlıyorsunuz?..
Irk, din, cins, milliyet ayırımı yapmak nasıl bir zihniyetin yer göstericiliği?!
eylül
18 Mart 2013 Pazartesi
Türk olmak
Türk Dil Kurumu
Türk Dil Kurumu'na göre:
***
TÜRK : özel, isim
1. özel, isim Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halk ve bu halktan olan kimse
"Ne mutlu Türk'üm diyene!" - Atatürk
2. özel isim, Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan, Türkçenin değişik lehçelerini konuşan soy ve bu soydan olan kimse
"Ben bir Türk'üm, dinim, cinsim uludur." - M. E. Yurdakul
****
Başka söze gerek var mı??......
Not:
İnsanlar var sessizce gelip göçer bu fani dünyadan, tek teselli hoş bir seda bırakmak...
İnsanlar var, ardına bakıp yıkım bırakan...
Not:
İnsanlar var sessizce gelip göçer bu fani dünyadan, tek teselli hoş bir seda bırakmak...
İnsanlar var, ardına bakıp yıkım bırakan...
17 Mart 2013 Pazar
Aslı'nın Günlüğü
Hayat bir panayır
Her zamanki gibi içinden tekrarladığı çocuksu duasıyla kapı eşiğini atladı. Başını eğip, hızlı adımlarla yürüdü. Sokağın iki yanındaki binalar üstüne yıkılacakmışçasına tehditkar ve korkunç göründüler ona, yine. Kalbindeki çarpıntı ellerinin titremesine, alnında beliren küçücük ter damlacıklarına yansıdığında nefesi iyice daralmış gökyüzüne baktı. Gözlerine düşen solgun mavi ışık saklı kalmış bir yakarışı açık etti, bir anlık.
Hayatın her telinin tınısından usanmış, bezginliğin son basamağında, kendini bırakacağı uçurumun ucunda olduğunu düşündü. Tatsız, tuzsuz, dayatılmış gerçeklerden, mide bulandıran yalan dolanlardan, anlamını yitirmiş doğrulardan, acınası yanlışlardan uzağa kaçmanın mümkün olmadığını düşündü. O uçurumda bile...
Çılgın panayırın tam ortasında olmak: yaşamak buymuş demek. Dur durak bilmeyen zamanın günleri rutine bağlaması, takvimlerin tekrarlanması ve adı konmayan, sonu gelmeyen, bulaşıcı isyan. İsyan ki; yapmacık davranışlardan, ikiyüzlülükten, içi boş yaşanmışlıklardan ibaret. Zihninde kocaman kamp ateşleri yakılmış, koro halinde aynı nakarat takrarlanmakta: kaçış yok...
Sokağın bir diğer ucuna kadar uygun adım eşlik etti düşünceler. Fırtına öncesi kırlangıç uçuşu gibi alçaktan geçip kanat çırptılar yine. Ne havadaki bahar kıpırtısı, ne de kışın giderayak kondurduğu ilik donduran busesi; Aslı hiç birinin farkına varmadı. Kocaman, duman koyusu bir bulut inip yerleşmiş gibi içine, ağır bir is kokusu göğüsünün orta yerine kıvrılmıştı.
Birden leylakları anımsadı, gülümsedi. Minik yapraklı çiçeklerini, yumuşacık kokusunu, salkım salkım dökülüşüne dokunmayı özlediğini fark etti. Yol kenarındaki akasya ağaçları dallarında sabırsız tomurcukları aradı gözleri. Evden beri onu takip eden sokak köpeğine gülümsedi, korkmadan.
Katran izi gibi sıvanan hayata rağmen gülümsedi, olabildiğince geniş ve güneşli...
eylül
Her zamanki gibi içinden tekrarladığı çocuksu duasıyla kapı eşiğini atladı. Başını eğip, hızlı adımlarla yürüdü. Sokağın iki yanındaki binalar üstüne yıkılacakmışçasına tehditkar ve korkunç göründüler ona, yine. Kalbindeki çarpıntı ellerinin titremesine, alnında beliren küçücük ter damlacıklarına yansıdığında nefesi iyice daralmış gökyüzüne baktı. Gözlerine düşen solgun mavi ışık saklı kalmış bir yakarışı açık etti, bir anlık.
Hayatın her telinin tınısından usanmış, bezginliğin son basamağında, kendini bırakacağı uçurumun ucunda olduğunu düşündü. Tatsız, tuzsuz, dayatılmış gerçeklerden, mide bulandıran yalan dolanlardan, anlamını yitirmiş doğrulardan, acınası yanlışlardan uzağa kaçmanın mümkün olmadığını düşündü. O uçurumda bile...
Çılgın panayırın tam ortasında olmak: yaşamak buymuş demek. Dur durak bilmeyen zamanın günleri rutine bağlaması, takvimlerin tekrarlanması ve adı konmayan, sonu gelmeyen, bulaşıcı isyan. İsyan ki; yapmacık davranışlardan, ikiyüzlülükten, içi boş yaşanmışlıklardan ibaret. Zihninde kocaman kamp ateşleri yakılmış, koro halinde aynı nakarat takrarlanmakta: kaçış yok...
Sokağın bir diğer ucuna kadar uygun adım eşlik etti düşünceler. Fırtına öncesi kırlangıç uçuşu gibi alçaktan geçip kanat çırptılar yine. Ne havadaki bahar kıpırtısı, ne de kışın giderayak kondurduğu ilik donduran busesi; Aslı hiç birinin farkına varmadı. Kocaman, duman koyusu bir bulut inip yerleşmiş gibi içine, ağır bir is kokusu göğüsünün orta yerine kıvrılmıştı.
Birden leylakları anımsadı, gülümsedi. Minik yapraklı çiçeklerini, yumuşacık kokusunu, salkım salkım dökülüşüne dokunmayı özlediğini fark etti. Yol kenarındaki akasya ağaçları dallarında sabırsız tomurcukları aradı gözleri. Evden beri onu takip eden sokak köpeğine gülümsedi, korkmadan.
Katran izi gibi sıvanan hayata rağmen gülümsedi, olabildiğince geniş ve güneşli...
eylül
11 Mart 2013 Pazartesi
Kakaolu kek ve Rulo köfte
Kek pişirmek kolay, hangi evde pişmez ki? Sıradan diyebilirim, fakat yine de dikkat gerektirir. Bence bir de telaş etmemek gerekir ve püf noktaları önemli. Deneye deneye öğrenilir onlar, başka türlü umursanmazlar, gereksizmiş gibi görünürler. Ya da ustalar ser verip sır vermediklerinden öyle olmak zorunda belki, kimbilir... Bilgiyi paylaşmak bazen ukalalık olarak algılanır ve eğer olaya farklı bakış açısından bakılırsa aslında öyle olmadığı farkına varılabilir. Bir de meslek sırrıymışçasına eksik verilen tarifleri yayınlamanın ne anlamı olabilir ki? Öyle durumlarda kaynak güvenirliliğini kaybeder. Nitekim elime geçen yemek tarifleri kitaplarında bile seçici oldum. Tatlılar, kekler, pastalar konusunda olduğu gibi.
Çok karışık tariflere ısınamadım bir türlü . Büyük miktarda hayvansal ve bitkisel yağların, şeker ve gıda boyası kullanılan tarifleri denemeyi aklımdan bile geçirmiyorum. Muffinlerde, pastalarda kullanılan ve ne kadar leziz görünse de krem peynir tereyağ karışımı veya creme patisserie gibi dolgu ve süslemelere karşı hafif bir antipatim var. Oysa görsellik muhteşem. Geçenlerde bir pasta tarifinde taban kekleri için 300 gr ve dolgu kremasına 250 gr tereyağı kullanıldığını okuduğumda kaşık kaşık yağ yediğimi canlandırdım zihnimde(ııgh). Keza kurabiyeler de öyle. Bücürlerin enerji kaynakları kurabiyeler içerdikleri yağ yüzünden öyle ağızda dağılan kıvamı alır ya.
Yeni bir tarif arandığım vakit uzun uzun incelerim veya bildiğim tariflerde ufak tefek değişiklikler yaparım, ki genellikle ikincisi olur. Bu durumda ben gelenekselci mi olurum?:-) Yok, değilim. Sadece seçiciyim.
Bu tarifte yumurta yok, kakao ve şekerin tadını dengeleyen tuz ve kıvamı güzelleştiren sirke var. Değişik, lezzetli ve pratik bir kek tarifi. İster muffin ister böyle bir kek kalıbında veya dikdörtgen borcamda pişirilebilir, keyfe göre. Üstüne çikolata erittim, benmari usulü, eğer bulup alsaydım beyaz çikolata ile çizgiler yapacaktım, olmadı. İnşallah bir dahaki sefere.
Bir sonraki tarif bilinen dalyan köfte havasında. Farkı şu ki dalyan köftede olduğu gibi uçlarını birleştirmedim, düpedüz rulo yaptım ve kırmızı etten değil. Kuru soğan koymayı unutmadım, tarif böyle. Budur:
Yumurtasız, Kakaolu Kek
1,5 su bardağı un
1 su bardağı şeker
1 su bardağı sıcak su
1/4 su bardağı kakao
3 yemek kaşığı sıvı yağı
60 gr tereyağı
1 yemek kaşığı sirke
0,5 yemek kaşığı nescafe
1 tatlı kaşığı kabartma tozu
1 çay kaşığı tuz
ve aroma için vanilya veya limon(portakal) kabuğu rendesi
Su, şeker, kakao, nescafe, tuz, sirke, sıvı yağ ve eritilmiş tereyağ karıştırılır. Kabartma tozu ile birlikte elenmiş un azar azar eklenerek pürüzsüz bir kıvam elde edilir. Kek hamuru akıcı kıvamda olsa da ölçüler tamdır. 170 derecede 40-45 dk( 25'nci dakikadan sonra kürdan ile kontrol edilebilir) pişmeye bırakılır.
Rulo köfte
500 gr hindi-tavuk kıyması
1 yumurta + 1 yumurta sarısı
35-40 gr rendelenmiş kaşar peyniri
1-2 diş sarımsak
1 dilim ekmek(veya galeta unu)
karabiber, tuz
iç: haşlanıp doğranmış 1 havuç, 2 yumurta, tuz, karabiber
üstüne: 1 çırpılmış yumurta akı, galeta unu
Hazırlanan köfte harcı hafifçe yağ sürülmüş pişirme kağıdı üstünde dikdörtgen açılır. Havuç, yumurta karışımı baharatlanarak kıymanın üstüne yayılır ve kağıt yardımı ile rulo sarılır. Yine kağıt yardımı ile pişirme kabına yerleştirilir. Çırpılmış yumurta akı üstüne sıvanır ve galeta unu serpiştirilir.
180 derecede kızarana kadar(1 saat) fırınlanır.
Çok karışık tariflere ısınamadım bir türlü . Büyük miktarda hayvansal ve bitkisel yağların, şeker ve gıda boyası kullanılan tarifleri denemeyi aklımdan bile geçirmiyorum. Muffinlerde, pastalarda kullanılan ve ne kadar leziz görünse de krem peynir tereyağ karışımı veya creme patisserie gibi dolgu ve süslemelere karşı hafif bir antipatim var. Oysa görsellik muhteşem. Geçenlerde bir pasta tarifinde taban kekleri için 300 gr ve dolgu kremasına 250 gr tereyağı kullanıldığını okuduğumda kaşık kaşık yağ yediğimi canlandırdım zihnimde(ııgh). Keza kurabiyeler de öyle. Bücürlerin enerji kaynakları kurabiyeler içerdikleri yağ yüzünden öyle ağızda dağılan kıvamı alır ya.
Yeni bir tarif arandığım vakit uzun uzun incelerim veya bildiğim tariflerde ufak tefek değişiklikler yaparım, ki genellikle ikincisi olur. Bu durumda ben gelenekselci mi olurum?:-) Yok, değilim. Sadece seçiciyim.
Bu tarifte yumurta yok, kakao ve şekerin tadını dengeleyen tuz ve kıvamı güzelleştiren sirke var. Değişik, lezzetli ve pratik bir kek tarifi. İster muffin ister böyle bir kek kalıbında veya dikdörtgen borcamda pişirilebilir, keyfe göre. Üstüne çikolata erittim, benmari usulü, eğer bulup alsaydım beyaz çikolata ile çizgiler yapacaktım, olmadı. İnşallah bir dahaki sefere.
Bir sonraki tarif bilinen dalyan köfte havasında. Farkı şu ki dalyan köftede olduğu gibi uçlarını birleştirmedim, düpedüz rulo yaptım ve kırmızı etten değil. Kuru soğan koymayı unutmadım, tarif böyle. Budur:
Yumurtasız, Kakaolu Kek
1,5 su bardağı un
1 su bardağı şeker
1 su bardağı sıcak su
1/4 su bardağı kakao
3 yemek kaşığı sıvı yağı
60 gr tereyağı
1 yemek kaşığı sirke
0,5 yemek kaşığı nescafe
1 tatlı kaşığı kabartma tozu
1 çay kaşığı tuz
ve aroma için vanilya veya limon(portakal) kabuğu rendesi
Su, şeker, kakao, nescafe, tuz, sirke, sıvı yağ ve eritilmiş tereyağ karıştırılır. Kabartma tozu ile birlikte elenmiş un azar azar eklenerek pürüzsüz bir kıvam elde edilir. Kek hamuru akıcı kıvamda olsa da ölçüler tamdır. 170 derecede 40-45 dk( 25'nci dakikadan sonra kürdan ile kontrol edilebilir) pişmeye bırakılır.
Rulo köfte
500 gr hindi-tavuk kıyması
1 yumurta + 1 yumurta sarısı
35-40 gr rendelenmiş kaşar peyniri
1-2 diş sarımsak
1 dilim ekmek(veya galeta unu)
karabiber, tuz
iç: haşlanıp doğranmış 1 havuç, 2 yumurta, tuz, karabiber
üstüne: 1 çırpılmış yumurta akı, galeta unu
Hazırlanan köfte harcı hafifçe yağ sürülmüş pişirme kağıdı üstünde dikdörtgen açılır. Havuç, yumurta karışımı baharatlanarak kıymanın üstüne yayılır ve kağıt yardımı ile rulo sarılır. Yine kağıt yardımı ile pişirme kabına yerleştirilir. Çırpılmış yumurta akı üstüne sıvanır ve galeta unu serpiştirilir.
180 derecede kızarana kadar(1 saat) fırınlanır.
9 Mart 2013 Cumartesi
8 Mart
Bugün bir önceki kısacık yazımı neden yazdığımı düşündüm. Aslında nedenini bilmediğimden değil, bana harfleri bulduran düşüncelerle göz göze gelmek istedim. Zamanı sardım geriye:
Önce; hiç de yazasım gelmemişti, boşunadır tekerrürler diye. Ezberlenmiş tarihlerde tekrar eden söylevler boş. Eğer değişmeyi, değiştirmeyi başaramadıysak kendimizi, yaşanmış olana razı olmuşsak, isyan etmek boş. Bencilliğimizden sahip olduğumuz ışık ile karanlıkta kalanları
aydınlatmadıysak, insanlığımız yarım, nefesimiz boş. Cahil bırakıp, hor gördüysek, kibir duvarları yükseldiyse aramızda, düşülen halleri sorgulamak boş. Değirmen çarkından bile aynı su damlası düşmezken, zamanın içinde dönüp duruyoruz, hep aynı sebeplerden... Tertemiz duygularla kuşanmadıkça, dövünüp hayıflanmamız boş...
Sonra; her cümlenin içine sayfalar sığdırmak istedim, anlayana...
Şimdi, düşünüyorum da sayfalar değil, ciltler anlatamaz insanın insana yaptıklarını. Özene bezene yaratılmış bu üstün canlıyı tanımak, anlamak mümkün değil. Ne zaman "yok artık, bu kadarı da olmaz" dedirtse daha da fazlası gelir, nutkun tutulur. İster istemez tekrar edersin: Kıyamet insan ile gelir...
İlkokulda toplama çıkarma öğretilir, örneklerle. Elmalar, toplar, kalemler, silgiler alınır verilir. Abaküs boncukları bir bir ayrılır, sayılır. Yıllar geçer o küçücük hesaplar büyür, yön değiştirir: masum matematik araç olur, yaşamak için değil hükmetmek veya yenilmek için. Öyle bir mizacımız var biz insanların.
Hiçbir vakit, hiç kimse için bulunduğu makama göre davranıp fikir yürütmedim, kim olursa olsun, nihayetinde bir insandır diye. Davranış, tavır, hayata karşı duruşudur insanı anlatan. Kişiliğinde neleri barındırıyorsa onları sunabilir sadece. Neyi biriktirdiyse onunla cevap verir. Yüreğinin büyüklüğü kadar merhametli, fesatı fitnesi ile acınası olur...
Velhasıl, kadın veya erkek: insanız.
eylül
Önce; hiç de yazasım gelmemişti, boşunadır tekerrürler diye. Ezberlenmiş tarihlerde tekrar eden söylevler boş. Eğer değişmeyi, değiştirmeyi başaramadıysak kendimizi, yaşanmış olana razı olmuşsak, isyan etmek boş. Bencilliğimizden sahip olduğumuz ışık ile karanlıkta kalanları
aydınlatmadıysak, insanlığımız yarım, nefesimiz boş. Cahil bırakıp, hor gördüysek, kibir duvarları yükseldiyse aramızda, düşülen halleri sorgulamak boş. Değirmen çarkından bile aynı su damlası düşmezken, zamanın içinde dönüp duruyoruz, hep aynı sebeplerden... Tertemiz duygularla kuşanmadıkça, dövünüp hayıflanmamız boş...
Sonra; her cümlenin içine sayfalar sığdırmak istedim, anlayana...
Şimdi, düşünüyorum da sayfalar değil, ciltler anlatamaz insanın insana yaptıklarını. Özene bezene yaratılmış bu üstün canlıyı tanımak, anlamak mümkün değil. Ne zaman "yok artık, bu kadarı da olmaz" dedirtse daha da fazlası gelir, nutkun tutulur. İster istemez tekrar edersin: Kıyamet insan ile gelir...
İlkokulda toplama çıkarma öğretilir, örneklerle. Elmalar, toplar, kalemler, silgiler alınır verilir. Abaküs boncukları bir bir ayrılır, sayılır. Yıllar geçer o küçücük hesaplar büyür, yön değiştirir: masum matematik araç olur, yaşamak için değil hükmetmek veya yenilmek için. Öyle bir mizacımız var biz insanların.
Hiçbir vakit, hiç kimse için bulunduğu makama göre davranıp fikir yürütmedim, kim olursa olsun, nihayetinde bir insandır diye. Davranış, tavır, hayata karşı duruşudur insanı anlatan. Kişiliğinde neleri barındırıyorsa onları sunabilir sadece. Neyi biriktirdiyse onunla cevap verir. Yüreğinin büyüklüğü kadar merhametli, fesatı fitnesi ile acınası olur...
Velhasıl, kadın veya erkek: insanız.
eylül
7 Mart 2013 Perşembe
Bir Kadınlar Günü daha gelip geçecek
Adına şiirler, şarkılar yazılmış kadının günü var; hatırlanmak ve kutlanmak için. Sanki unutulmuş, gözardı edilmiş olduğu itirafı veya bir günlük ifade serbestisine göz yummak için var.
Ne kadınlar ne de erkekler adınadır yazdıklarım, insanız hepimiz...
İnsan'ız, olabildiğimiz , ol'duğumuz kadar; öğretilenlerle, öğrendiklerimizle... olduğu kadar. İnsan'ız; aklımızı yüreğimizle birlikte kullandığımız kadar, vicdanımızı cüzdanımızda unutmadığımız kadar... Kadın ve Erkek: İnsan'ız.
Kadındır... Annelerimiz. Sevdadır, Aşktır. Bir bütünün yarısıdır...
İnsanı doğuran, büyüten ve yaşamayı ilk öğreten...
eylül
5 Mart 2013 Salı
NIVEA yürekleri ağza getiren bir şakayla yeni Stress Protect deodorantı tanıttı
Havaalanında yaşanabilecek en büyük terslik veya en korkutucu deneyim ne olabilir dersiniz? Uçağınızı kaçırmak mı, bavulunuzu kaybetmek mi yoksa hava koşullarından dolayı günlerce havaalanında kalmak mı?
NIVEA, yolcular üzerinde uyguladığı Stres Testi’yle, onlara soğuk terler döktürmüş ve yeni Stress Protect deodorant için eğlenceli bir viral reklam hazırlamış. Videoyu izleyenler, en stresli deneyimlerini #StresTesti etiketiyle Twitter’da paylaşmaya başlamış bile.
Şubat ayında dünya çapında 5 milyondan fazla izlenme ile en çok paylaşılan viral videolardan olan Stres Testi, NIVEA’nın yeni ürünü Stress Protect deodorantı tanıtıyor. Videoda, farklı insanlar havaalanında uçaklarının kalkmasını beklerken, bir anda tehlikeli bir kaçak olarak arandıklarını öğreniyorlar ve ne yapacaklarını şaşırıyorlar.
Günlük hayatımızda karşılaşabileceğimiz heyecan, korku, stres gibi duygu değişimlerinin neden olduğu terleme ile yeni NIVEA Stress Protect deodorantın ne kadar iyi başa çıktığını, esprili bir dil ile anlatan videoyu izleyince, soğuk terlere karşı önlem almanın önemini kesinlikle hissedeceksiniz.
Bir bumads advertorial içeriğidir.
NIVEA, yolcular üzerinde uyguladığı Stres Testi’yle, onlara soğuk terler döktürmüş ve yeni Stress Protect deodorant için eğlenceli bir viral reklam hazırlamış. Videoyu izleyenler, en stresli deneyimlerini #StresTesti etiketiyle Twitter’da paylaşmaya başlamış bile.
Şubat ayında dünya çapında 5 milyondan fazla izlenme ile en çok paylaşılan viral videolardan olan Stres Testi, NIVEA’nın yeni ürünü Stress Protect deodorantı tanıtıyor. Videoda, farklı insanlar havaalanında uçaklarının kalkmasını beklerken, bir anda tehlikeli bir kaçak olarak arandıklarını öğreniyorlar ve ne yapacaklarını şaşırıyorlar.
Günlük hayatımızda karşılaşabileceğimiz heyecan, korku, stres gibi duygu değişimlerinin neden olduğu terleme ile yeni NIVEA Stress Protect deodorantın ne kadar iyi başa çıktığını, esprili bir dil ile anlatan videoyu izleyince, soğuk terlere karşı önlem almanın önemini kesinlikle hissedeceksiniz.
Bir bumads advertorial içeriğidir.
3 Mart 2013 Pazar
İster sandviç ekmeği, ister sadece ekmek
Bizim eve uzun zamandır dışarıdan ekmek alınmıyor. Bu yüzden çeşit çeşit ekmek tarifleri deniyorum; teknolojiyi kullanmadan(ekmek makinesi), eski usul. Hoşuma da gidiyor.
Bugün pişirdiğim sandviç tipi ekmeklerin tarifi aslında yıllardır bildiğim ve yaptığım ev usulü pizza hamurunu andırdığı için dikkatimi çekmişti. Tabi ki ölçüler farklı. Doğruyu söylemem gerekirse aslında bugün için fokaça düşünmüştüm(zeytinyağlı italyan pidesi), fikir değiştirdim:-)
Ee, nasılsa günler bitmedi.
Ekmek, pide hatta poğaça hamurları birbirine benzer. Fokaça dediğin düpedüz ekmek, elbette fırın tepsisindeki duruşu ve ona katılanlar(çeşitlere misal: sarımsak, zeytin, kurutulmuş domates, biberiye, soğan gibi ) + zeytinyağı olmasa. Ekmek hamuruna genelde yumurta katılmaz, lakin yumurtalı, yağ, yoğurt ilavesi ile zengin tatlar elde etmek adına birçok tarif de var.
Bu işten haz alan, hamur ile içli dışlı olmayı seven, denemekten de yılmayan:-) herkes kolayca ekmek yoğurup pişirebilir. Yok, illa ki diyet yaparım diyen varsa bir lokma ile yetinir, sevdikleri için kolları sıvayabilir.
Malzemeler:
600-700 gr un(yaklaşık)
1 paket çabuk maya
1 yemek kaşığı tuz
2-3 yemek kaşığı şeker
3 yemek kaşığı sıvı yağı
2 yemek kaşığı yoğurt + 1,5 su bardağı(300 ml) ılık su ile ayran yapılmış
1 yumurta
üstüne susam, çörekotu veya haşhaş tohumu
Yumuşak ve hafif yapışkan hamur yoğurulup bir saat kabarmaya bırakılır.
Küçük bir kaba az sıvı yağı dökülür. Kabarmış olan hamur yağın yardımı ile bir kez hafifçe toparlanır. Eşit büyüklükteki bezeler yuvarlanır ve fırın tepsisine yerleştirilir.
Susam serpiştirilip 190 derecedeki fırında kızarana kadar pişirilir(normal fırında 30-35 dakika).
Simya
Bazen tıkanır kalırsın şu hayatta, kilitlenmiş gibi, hep aynı değirmenin içinde döner durursun. Kıpırdayamazsın, bir adım öteye gidemezsin, bunu ne kadar çok istediğin hiç önemli değil. Sabah uyanır, akşam uyursun. Ya da bütün gece uyku girmez gözüne, gündüz ise depresif uyuklamalarına bedenini bırakırsın. Herşey sıradan görünür sana, basit ve değersiz.
Öte yandan, belki herşey senin istediğin gibidir. Belki mutlu olmak için sadece gerçekten görebilmen gerekir, oysa sen bütün bunların farkında değilsin... Kendinden bir karış bile öteye gidebilsen, hadi birazcık da silkinsen, belki başarırsın. Ne kadar çok sen var bu gezegende, görebilirsin. Ne kadar çok hikaye var, ne kadar çok sır var, ne kadar çok ışık ve karanlık...
Hani bazen sorarsın ya kendine: yok mu bana hayatı anlatacak birileri? Hani birikmiş sorularına cevaplar ararsın-internette, kitaplarda, şarkılarda, filmlerde... Bir defter olmalı dersin kendine, tüm düğümleri çözecek reçeteler yazılıdır orada. Birisi olmalı, bir şey olmalı sana rehberlik edecek, diye
kıvranır durursun. Bir de çözmüşsündür yaşamayı, öğrenmişsin, biliyorsun. Bu sebeple ya bu sıradanlık, bu basitlik...
Şimdi, içindeki eksiklikle, tat alamadığın günlerinde boğulurken bir çözüm onun için de olmalı diye aranır durursun. Ne uzaklara gitmek olur ilacın, ne de yüreğini duymazdan gelmek. Kilit altında, kırpılmış hayallerinle ufalanır durursun bu eski değirmende. Boyun büküp, sensizliğinle hayata katılırsın...
İçin kanamalı bir hastanın bitkinliği ile, acılar içindeyken, yüzünü dışa dönersin. Unutursun, benliğini alacakaranlıkta bıraktığını unutursun, yok olur umutların. Un ufak oluverir masumiyetin, cam kırıkları saplanır ruhuna, kapanırsın. Birden öylece kalakalırsın, ışıksız bıraktığın bir deniz çalkalanır içinde...
Masum düşlerin kalır geriye, onlara dokunamaz Hayat'ın eli. Uyandığında hatırlayamazsan onları, hissedersin. Bir şeyler var, dersin, aklımın bir yerinde takılıp kalmış, dlimin ucuna gelmeden kaybolmuş bir şeyler var. Ateşin yakınında oturup alevlerin dansını izlerken birden hatırlarsın o bir şeyleri...
Satın alınmamış sevgilerin sana dokunduğunda, senin olmayan şevkatlerle sarsıldığında, sebepsiz gülümsediğinde hatırlarsın düşlerindeki unuttuğun Sen'i... Hatırlarsın yüreğinin sıcaklığını, hislerinin acıtan hazzını, boğazında düğümlenen duyguları, ruhun ile göz göze gelip hatırlarsın burada bulunmanın sebebini.
Ne başarılı, ne zengin, ne güçlü, ne tek, ne benzersiz, ne rakipsiz, ne muhteşem, ne katil, ne kurban, ne tutsak, ne de hükümdar olmak için gelmediğini, birden anlarsın. Anlarsın ve altında ezildiğin Hayat tuzla buz olur karşında. Reçeteler, kitaplar, yol gösterenler, öğretenler anlam değiştirir. Yaşamayı öğrendiğini idrak edersin, asla Hayat'ı değil!..
İşte kırılma noktasını buldun, başardın, haykırırsın, duymasa da hiç kimse seni. Hayatı çözmeden, kendini kaybetmeden, her nefeste kendinden yeni bir parça daha bulup her nefeste başka bir Sen ile tanışırsın. Sihirli bir karışım içermişçesine yudumlarsın her an'ını, her renge, her sese tek tek dokunarak.
Bir bakmışsın, dinlediğin şarkının tınısında bir "hayat" değil, bir duygudur başını döndüren. Ve bunların olması için denediğin her yolun sana ait olmadığını anladığında, işte o vakit farkına varmışsındır, kendinin... Tüm bilmecelerin sen ile çözüldüğünü anlarsın...
eylül
Öte yandan, belki herşey senin istediğin gibidir. Belki mutlu olmak için sadece gerçekten görebilmen gerekir, oysa sen bütün bunların farkında değilsin... Kendinden bir karış bile öteye gidebilsen, hadi birazcık da silkinsen, belki başarırsın. Ne kadar çok sen var bu gezegende, görebilirsin. Ne kadar çok hikaye var, ne kadar çok sır var, ne kadar çok ışık ve karanlık...
Hani bazen sorarsın ya kendine: yok mu bana hayatı anlatacak birileri? Hani birikmiş sorularına cevaplar ararsın-internette, kitaplarda, şarkılarda, filmlerde... Bir defter olmalı dersin kendine, tüm düğümleri çözecek reçeteler yazılıdır orada. Birisi olmalı, bir şey olmalı sana rehberlik edecek, diye
kıvranır durursun. Bir de çözmüşsündür yaşamayı, öğrenmişsin, biliyorsun. Bu sebeple ya bu sıradanlık, bu basitlik...
Şimdi, içindeki eksiklikle, tat alamadığın günlerinde boğulurken bir çözüm onun için de olmalı diye aranır durursun. Ne uzaklara gitmek olur ilacın, ne de yüreğini duymazdan gelmek. Kilit altında, kırpılmış hayallerinle ufalanır durursun bu eski değirmende. Boyun büküp, sensizliğinle hayata katılırsın...
İçin kanamalı bir hastanın bitkinliği ile, acılar içindeyken, yüzünü dışa dönersin. Unutursun, benliğini alacakaranlıkta bıraktığını unutursun, yok olur umutların. Un ufak oluverir masumiyetin, cam kırıkları saplanır ruhuna, kapanırsın. Birden öylece kalakalırsın, ışıksız bıraktığın bir deniz çalkalanır içinde...
Masum düşlerin kalır geriye, onlara dokunamaz Hayat'ın eli. Uyandığında hatırlayamazsan onları, hissedersin. Bir şeyler var, dersin, aklımın bir yerinde takılıp kalmış, dlimin ucuna gelmeden kaybolmuş bir şeyler var. Ateşin yakınında oturup alevlerin dansını izlerken birden hatırlarsın o bir şeyleri...
Satın alınmamış sevgilerin sana dokunduğunda, senin olmayan şevkatlerle sarsıldığında, sebepsiz gülümsediğinde hatırlarsın düşlerindeki unuttuğun Sen'i... Hatırlarsın yüreğinin sıcaklığını, hislerinin acıtan hazzını, boğazında düğümlenen duyguları, ruhun ile göz göze gelip hatırlarsın burada bulunmanın sebebini.
Ne başarılı, ne zengin, ne güçlü, ne tek, ne benzersiz, ne rakipsiz, ne muhteşem, ne katil, ne kurban, ne tutsak, ne de hükümdar olmak için gelmediğini, birden anlarsın. Anlarsın ve altında ezildiğin Hayat tuzla buz olur karşında. Reçeteler, kitaplar, yol gösterenler, öğretenler anlam değiştirir. Yaşamayı öğrendiğini idrak edersin, asla Hayat'ı değil!..
İşte kırılma noktasını buldun, başardın, haykırırsın, duymasa da hiç kimse seni. Hayatı çözmeden, kendini kaybetmeden, her nefeste kendinden yeni bir parça daha bulup her nefeste başka bir Sen ile tanışırsın. Sihirli bir karışım içermişçesine yudumlarsın her an'ını, her renge, her sese tek tek dokunarak.
Bir bakmışsın, dinlediğin şarkının tınısında bir "hayat" değil, bir duygudur başını döndüren. Ve bunların olması için denediğin her yolun sana ait olmadığını anladığında, işte o vakit farkına varmışsındır, kendinin... Tüm bilmecelerin sen ile çözüldüğünü anlarsın...
eylül
2 Mart 2013 Cumartesi
Limonlu, kakaolu İki renkli kek
İnternette dolaştığım vakitlerden birinde bu şirin mi şirin bloga rastlamıştım ve o günden bu yana sık sık uğrarım. Yazarın neşeli gönderileri, fotoğraflardaki özenli çalışma ve deneyip yaylınladığı tariflerin damaklara uygunluğu ilgimi çekmekle kalmadı, bloguna resmen abone oldum:-)
Bugün oradan aldığım kek tarifini muffin olarak uyguladım ve sonuç:
Orijinal tarifte kek dikdörtgen kek kalıbında (iki karışım sıralanıp dökülür) pişirilir. Ben kağıt kalıplarda pişirmeyi tercih ettim. 180 derecede fırınlanır.
Üstü pudra şekerei veya çikolatalı iki renkli glazür ile süslenebilir.
Bugün oradan aldığım kek tarifini muffin olarak uyguladım ve sonuç:
Tarife gelince:
Malzeme:
4 yumurta
200 gr toz şeker
150 gr elenmiş un
3 yemek kaşığı sıvı yağı
3 yemek kaşığı limonlu veya sade soda
1 limon kabuğu rendesi
2 tatlı kaşığı kakao
Yumurtalar şeker ile iyice çırpılır.
Yağ ve soda karıştırılır. Elenen un kaşık kaşık yedirilir ve son olarak limon kabuğu rendesi karıştırılır.
Kek hamuru ikiye bölünür ve diğer yarısına kakao karıştırılır.
Orijinal tarifte kek dikdörtgen kek kalıbında (iki karışım sıralanıp dökülür) pişirilir. Ben kağıt kalıplarda pişirmeyi tercih ettim. 180 derecede fırınlanır.
Üstü pudra şekerei veya çikolatalı iki renkli glazür ile süslenebilir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)