Bu Blogda Ara
25 Nisan 2013 Perşembe
Çilek Mevsimi
"Eğer çilek sevdiğiniz bir meyve ise neşeli ve samimi, kolay arkadaşlık kuran, zarif ve güzel her şeyden hoşlanan, kolay kızmayan ancak sebepsiz kıskançlık duyan bir kişiliğe sahipsiniz".. psikologların ifadesidir.
Çilek öyle sıradan bir meyve değil, doğa ona kendisine has, tamamlanmamış bir anlam yüklemiş. Güçlü duyguların kelimelerde ifade bulması mümkün olmadığında onları giydirecek bir sembol aranır(İngmar Bergman- Yaban Çilekleri-Wild Strawberries, The Beatles- Strawberry Fields) ve çilek budur...
Bu narin meyve hakkında uzun, bilimsel yazılar fazlasıyla mevcut, kopyala/yapıştır tuşlarını kullanmak da istemiyorum(aslında, aklımdan uyduracak da değilim ya), sadece mevsiminde birazcık da olsa ondan bahsetmek istedim, yakışır... çileklere.
Çilekler bitmeyen kutlama, güneş, yaz, orman, bahçe, tat ve koku, şiir ve şarkı, şimdi mevsimi.
23 Nisan 2013 Salı
Ortaya Karışık
Yoğurmadan Ekmek
Bu ekmeğin tarifini yayınlamıştım, bu kez derin, emaye bir kapta pişirmeyi denedim.
Pizza Rustica(tariflerinden yola çıkarak...)
Klasik mayalı hamurdan, içi kıymalı olarak pişirdim.
Çikolata Kremalı Ekler
Ekler pişirmek aşamalı, oyalayıcı bir iş; bu meşguliyetten haz alırım. Blogda ayrıntılı tarifini burada vermiştim, tek fark dolgu kreması.
Süzme Yoğurtlu, Cevizli, Kornişon Turşulu Salata
Gereken Malzeme:
bir kase süzme yoğurt,
5-6 turşu kornişon
bir avuç kavrulmuş, iri kıyılmış ceviziçi
2 diş sarımsak
1 yemek kaşığı sızma zeytinyağı
az tuz
Kornişonlar küçük küplere kesilir, sazrımsak ezilir ve tüm malzemeler yoğurda eklenerek karıştırılır.
Bu ekmeğin tarifini yayınlamıştım, bu kez derin, emaye bir kapta pişirmeyi denedim.
Pizza Rustica(tariflerinden yola çıkarak...)
Klasik mayalı hamurdan, içi kıymalı olarak pişirdim.
Çikolata Kremalı Ekler
Ekler pişirmek aşamalı, oyalayıcı bir iş; bu meşguliyetten haz alırım. Blogda ayrıntılı tarifini burada vermiştim, tek fark dolgu kreması.
Süzme Yoğurtlu, Cevizli, Kornişon Turşulu Salata
Gereken Malzeme:
bir kase süzme yoğurt,
5-6 turşu kornişon
bir avuç kavrulmuş, iri kıyılmış ceviziçi
2 diş sarımsak
1 yemek kaşığı sızma zeytinyağı
az tuz
Kornişonlar küçük küplere kesilir, sazrımsak ezilir ve tüm malzemeler yoğurda eklenerek karıştırılır.
22 Nisan 2013 Pazartesi
Ne dilersen gerçek olur
"Ne dilersen gerçek olur"
Öyle demişti büyükbabam. O zamanlar bunu kendimce anladığımı sanmıştım; gözlerimi sımsıkı yumar, başparmağımı avucumun içine alıp elimi yumruk yapardım, sonra dileğimi içimden tekrar edip gerçekleşmesini beklerdim.
Çocukluk yılların günleri upuzun. Her sabah erkenden uyanır kalkardım; bizim evin düzeni öyleydi ve bu yüzden gün bitmek bilmezdi. Şimdiki çocuklar bu kadar çok zamana sahip değiller. Ailelerin haftasonlarında depreşen AVM merakı, bilgisayar, tablet oyalanmaları, birbirini takip eden dersane, kurs, eğitim etiketli etkinlikler yüzünden. Günümüzde koşa koşa yaşanır gibi çocukluk. Oysa dolu dolu yaşarken kaçırılanların farkına varamaz insan. Kendiyle baş başa kalabilse, bir ihtimal,
etrafındaki hayatın, bulunduğu yerin ve birçok şeyin gerçekten farkına varabilir. Çocukluk çağında bu daha da önemli. Hayat, fen bilgisi, botanik ve zooloji derslerinden önce doğayı kendince keşf edebilir. Notalar ve porteden bihaberken kuşların cıvıltısı, arıların vızıltısı, kedilerin miyavlaması, köpeklerin havlaması onu müzikle tanıştıran ilk koro olabilir. Evde sıkılmak kabahatleri çağırsa da sonuçlara katlanmak onu terbiye edebilir. Velhasıl, teknolojiye rağmen ara sıra ayak sürümek iyidir. Yol bitmeden...
Herneyse, "gençlik başıma duman" diyerek şaşkın birkaç yıl daha geçer. Benim için dileklerimin gerçekleşmesi için başparmağımı avucumun içine toplayıp elimi yumruk yapmam yetmediğini iyi anladığım zamanlardı. Bu arada, o alışkanlık hala var bende, ara sıra, küçücük dualarla birlikte, depreşir. Kimi Fenerbahçe maçlarında, kimi güneşli bir gün, hüzünlü bir filme mutlu son, deniz kokusunu getirecek rüzgar adına.
Gençlik, lodosun yaptığı gibi, uzun süreli bir sersemlik bırakır. İsyankar ruhun kendini duvardan duvara vurmasıdır gençlik. O dönemden yaralanmadan geçmek zor, lakin yaralar zamanla iyileşir. Sonra, dileklerin gerçekleşme zamanı gelir. Ne kadar zor olduğunu itiraf edip vazgeçersin belki veya uğruna ne pahasına olursa olsun bedel öder, ödetirsin. Küçük, masum bahanelere sığınırsın belki, kaderine lanet edip küsersin veya karanlığın kestirmesinden geçip kalpleri kıra kıra "büyürsün"...
İşte böyle Hayat elegeçirir tüm benliğini; ünvan(sızlık), ev(sizlik), araba, mal, mülk, prestijden ibaret olur. Hayat kör eder gönlünü, kalbine kibrin zırhını giydirir, farkına bile varmazsın kendine ettiğin ihanetin... Hayat lal eder gönlünü, olamadıkların, alamadıklarında kaybolursun...
Büyükbabamın dileklerini ve gerçekleşip gerçekleşmediklerini sormayı akıl edememişim. Kısacık, derin cümleleri, uzun suskunluğu onu özel kılanlardı. Hatıralarımda ateşin korunda kahve pişiren, sigaralarını kendi saran, bembeyaz pala bıyıklı, uzun boylu hayali kaldı.
Hayat bu değil mi; kimimiz gelir, kimimiz gider, gelen de giden de kendi kaderini yaşar, ne azı ne de fazlası. Hiç kimse bir diğerinden daha özel değil, hiç kimse bir diğerinden daha şanslı değil. İlahi terazinin kefeleri hep dengede, hayatın çığırtkanlığına, çirkefliğine, uçurumlarına rağmen. Ve, ne dilersen gerçek olur, eğer istersen.
Bir de ne istediğine dikkat etmeli...
Ben mi? Dileğimi diledim, yüreğimle, ruhumla. Yanıbaşımda.
eylül
Öyle demişti büyükbabam. O zamanlar bunu kendimce anladığımı sanmıştım; gözlerimi sımsıkı yumar, başparmağımı avucumun içine alıp elimi yumruk yapardım, sonra dileğimi içimden tekrar edip gerçekleşmesini beklerdim.
Çocukluk yılların günleri upuzun. Her sabah erkenden uyanır kalkardım; bizim evin düzeni öyleydi ve bu yüzden gün bitmek bilmezdi. Şimdiki çocuklar bu kadar çok zamana sahip değiller. Ailelerin haftasonlarında depreşen AVM merakı, bilgisayar, tablet oyalanmaları, birbirini takip eden dersane, kurs, eğitim etiketli etkinlikler yüzünden. Günümüzde koşa koşa yaşanır gibi çocukluk. Oysa dolu dolu yaşarken kaçırılanların farkına varamaz insan. Kendiyle baş başa kalabilse, bir ihtimal,
etrafındaki hayatın, bulunduğu yerin ve birçok şeyin gerçekten farkına varabilir. Çocukluk çağında bu daha da önemli. Hayat, fen bilgisi, botanik ve zooloji derslerinden önce doğayı kendince keşf edebilir. Notalar ve porteden bihaberken kuşların cıvıltısı, arıların vızıltısı, kedilerin miyavlaması, köpeklerin havlaması onu müzikle tanıştıran ilk koro olabilir. Evde sıkılmak kabahatleri çağırsa da sonuçlara katlanmak onu terbiye edebilir. Velhasıl, teknolojiye rağmen ara sıra ayak sürümek iyidir. Yol bitmeden...
Herneyse, "gençlik başıma duman" diyerek şaşkın birkaç yıl daha geçer. Benim için dileklerimin gerçekleşmesi için başparmağımı avucumun içine toplayıp elimi yumruk yapmam yetmediğini iyi anladığım zamanlardı. Bu arada, o alışkanlık hala var bende, ara sıra, küçücük dualarla birlikte, depreşir. Kimi Fenerbahçe maçlarında, kimi güneşli bir gün, hüzünlü bir filme mutlu son, deniz kokusunu getirecek rüzgar adına.
Gençlik, lodosun yaptığı gibi, uzun süreli bir sersemlik bırakır. İsyankar ruhun kendini duvardan duvara vurmasıdır gençlik. O dönemden yaralanmadan geçmek zor, lakin yaralar zamanla iyileşir. Sonra, dileklerin gerçekleşme zamanı gelir. Ne kadar zor olduğunu itiraf edip vazgeçersin belki veya uğruna ne pahasına olursa olsun bedel öder, ödetirsin. Küçük, masum bahanelere sığınırsın belki, kaderine lanet edip küsersin veya karanlığın kestirmesinden geçip kalpleri kıra kıra "büyürsün"...
İşte böyle Hayat elegeçirir tüm benliğini; ünvan(sızlık), ev(sizlik), araba, mal, mülk, prestijden ibaret olur. Hayat kör eder gönlünü, kalbine kibrin zırhını giydirir, farkına bile varmazsın kendine ettiğin ihanetin... Hayat lal eder gönlünü, olamadıkların, alamadıklarında kaybolursun...
Büyükbabamın dileklerini ve gerçekleşip gerçekleşmediklerini sormayı akıl edememişim. Kısacık, derin cümleleri, uzun suskunluğu onu özel kılanlardı. Hatıralarımda ateşin korunda kahve pişiren, sigaralarını kendi saran, bembeyaz pala bıyıklı, uzun boylu hayali kaldı.
Hayat bu değil mi; kimimiz gelir, kimimiz gider, gelen de giden de kendi kaderini yaşar, ne azı ne de fazlası. Hiç kimse bir diğerinden daha özel değil, hiç kimse bir diğerinden daha şanslı değil. İlahi terazinin kefeleri hep dengede, hayatın çığırtkanlığına, çirkefliğine, uçurumlarına rağmen. Ve, ne dilersen gerçek olur, eğer istersen.
Bir de ne istediğine dikkat etmeli...
Ben mi? Dileğimi diledim, yüreğimle, ruhumla. Yanıbaşımda.
eylül
16 Nisan 2013 Salı
Sihirli Tart
Bu tarif birkaç hafta önce dikkatimi çekmişti ve nihayet bugün denedim. Sihrine benim bir katkım yok, kendi kendine oluyor: iki farklı taban düşünün, biri puding diğeri ise kek kıvamında. Orijinal tarifte kekin üstü sade bırakılmıştı, ben az çikolata rendesi serpiştirdim. Denemeye değer.
Gerekli malzemeler:
4 yumurta-aklar ve sarılar ayrılmış
150 gr şeker
125 gr margarin-eritilmiş
65 gr un + 50 gr kakao ile elenmiş
2-3 damla sirke
0,5 litre süt
Yumurta sarıları şeker ile birlikte kremamsı bir hal alana kadar çırpılır.
Sonra margarin iyice yedirilir.
Kakao ile birlikte elenen un ilave edilip karıştırılır.
Süt ile birlikte oldukça sıvı bir karışım elde edilir.
Yumurta akları 2-3 damla sirke ile birlikte kar halinde çırpılır.
Spatula yardımı ile diğer karışıma, fazla hava aldırmadan, azar azar eklenip karıştırılır.
160 dereceye ısıtılmış fırında 1 saat pişirilir ve fırından aldıktan sonra 3 saat oda sıcaklığında dinlendirilir.
15 Nisan 2013 Pazartesi
Lahana Musakka
Lahananın farklı bir tadı var ve değişik hazırlama biçimleri. İnce kıyıldıktan sonra tuz ilavesiyle ovulup bekletidiğinde, servis öncesi karabiber, zeytinyağı ve tadınca sirke eklendiğinde nefis bir salata elde edilir. Bir başka salata çeşidi ise bekletilmiş kıyılmış lahananın konserve mısır ile karıştırılıp sarımsaklı süzme yoğurt ile tatlandırılması.
Tuzlu salamurada ise turşu halini alır. Lahana çorbası da çok lezzetli, elbette kıvamlı çorbaları sevenler için. Kavurmasına bol karabiber ile hafif acılık verildiğinde etlerin yanında süper garnitür olur. Yemeği yapılır lahananın, çocukluğumdan kalan bir tat, anneannem yapardı: lahana bir tatlı kaşığı füme kırmızı toz biber, 2-3 kaşık domates rendesi veya püresi, tuz ilavesiyle az yağda pişmeye bırakılır. Lahana suyunu salar ve su buharlaşana kadar ateşte kalır. Kavrulmaya başladığında üstünü
geçmeyecek kadar su eklenir, bir avuç pirinç serpiştirilir ve tencerenin kapağı kapatılıp pirincin suyu çekmesi beklenir. Ateşten almadan önce yemeğe birkaç kaşık süt kaymağı, o da yoksa yağlı süt eklenir, hem renk hem de tat vermesi amacıyla. Nefis bir borani türü. Bir de dillere destan sarması olur lahananın. Standart iç ile(kıyma ve pirinç) sarılanı da var, annem usulü olanı(dilim et, dilim domates) da var(o tarifi akıl edip almadığıma yanarım...)
Et ile birlikte uyum içinde bir sebzedir lahana. İster parça et, ister tavuk, hindi eti, hatta sucuk, macar salamı, ev yapımı sosis ve hatta da köfte ile harmanlandığında muhteşem bir ana yemek olur. Özellikle fırınlanması daha da tat kazandırır. Pirinçli musakkası da lezzet konusunda fırında etli lahanayla yarışır.
Lahana alışverişlerim biraz vakit alır çünkü aradığımı bulmak isterim(bazen ise bulduğumla yetinmek zorunda kalırım). Beyaz lahana ince yapraklı, kütür kütür gevrek ve gerçekten beyaz olmalı. Plastik görünümlü, sert damarlı, açık yeşil olanları hem kuru hem de sert olurlar. Ne yapalım, öylesiyle de idare ederiz...
Bu kez yeni bir tarif denemek istedim; kıymalı, pirinçli lahana musakka. Kıymalı yemekleri sevmem, sadece börekte, mantıda, bolonez soslu makarnada ve musakkada kullanmayı tercih ederim. Bugün fotoğraflar konusunda hem amatör hem de geç kaldım, ileride telafi ederim inşallah. Tarife gelince:
Gerekli Malzeme:
1 ufak lahana(800 gr-1 kg): irice kıyıldı
1 kuru soğan: doğranmış
1 yemek kaşığı biber salçası, 0,5 yemek kaşığı domates salçası
2-3 yemek kaşığı zeytinyağı: lahana için
2-3 yemek kaşığı zeytinyağı: kıymalı iç için
350 gr kıyma
100 gr yıkanmış, bekletilmiş pirinç
tuz, karabiber
üstüne:
2 yemek kaşığı zeytinyağı
3 yemek kaşığı un
1,5-2 su bardağı süt
2 yumurta, kaşar peyniri rendesi
tuz
Kıyılıp tuz ile ovulan lahana kavrulmaya bırakılır. Biber, domates salçası ve daha sonra da karabiber eklenir. Eğer kuruysa kavrulup yumuşaması için az sıcak su ilave edilebilir. Diğer yandan soğan ve kıyma içi hazırlanır. Yağda önce soğan kavrulur ve sonra kıyma eklenir. Baharatlar karıştırılır, bekletilmiş pirinç üstüne serpiştirilir ve göz kararı sıcak su ilavesiyle kısık ateşte pişmeye bırakılır. Pirinçler uzadığında ateşten alınır.
Bütün bu süreçlerin sonunda lahananın yarısı fırın kabına dökülür ve üzerine kıymalı iç yayılır, kalan lahana ile üstü kapatılır. Az ölçüde sıcak su ilavesiyle 200-220 derecede fırınlanır. Suyunu çektiğinde hazırlanan sos dökülür, kızarınca fırından alınır.
Sos: Un yağda kokusu çıkana kadar kavrulur ve sürekli karıştırarak süt eklenir. Koyu kıvam aldığında ateşten alınır ve ılıklaşana kadar ara sıra karıştırılır. Yumurta, tuz ve kaşar rendesi eklenir.
Not: beşamel sostan farkı bütün yumurta katılması. İsteyen birkaç kaşık yoğurt ve birkaç yumurtayla aynı sonucu alabilir.
13 Nisan 2013 Cumartesi
Bahar
Mart bitti ve takvim nisanın neredeyse ortasını gösteriyor, bahar geldi. Kış, isli puslu kokusu ve havasıyla, gizemli döngüsünde saklandı, onu özledim gibi... Pencere kenarına ilişip boş sokağı seyretmek, yün battaniyeye sarılıp sıcacık kahveden yudumlamak ve baharı düşlemek güzeldi... Kar tanelerinin bu şehri kısacık ziyaretlerini, onları yakalamak için açtığım avucumda eriyişlerini seyretmeyi ve kar kokusunu özledim, bir anlık da olsa.
Her mevsim, ruhumu farklı renklere boyayan bir ressam gibi, rengarenk salınıyorum evrenimde: yavaşça, coşkuyla, melankoli ve hüzünle ve sonsuz Aşk ile...
Zamana yetişemediğimi fark ediyorum, nefes nefese yaşıyorum hayatı, içine girmeden, bulaştırmadan yaşanmışlığını, yüreğim ellerimde. Var olmayan, sihirli bir ülkenin kapıları açılıyor; tomurcukların sesini dinliyorum, büyülenmiş gibiyim. Lalezarların ortasındayım, nilüfer çiçeği misali yaprak yaprak açıyor ruhum, bahar içimde...
Düşünmüyorum, görmüyorum, duymuyorum.
eylül
Her mevsim, ruhumu farklı renklere boyayan bir ressam gibi, rengarenk salınıyorum evrenimde: yavaşça, coşkuyla, melankoli ve hüzünle ve sonsuz Aşk ile...
Zamana yetişemediğimi fark ediyorum, nefes nefese yaşıyorum hayatı, içine girmeden, bulaştırmadan yaşanmışlığını, yüreğim ellerimde. Var olmayan, sihirli bir ülkenin kapıları açılıyor; tomurcukların sesini dinliyorum, büyülenmiş gibiyim. Lalezarların ortasındayım, nilüfer çiçeği misali yaprak yaprak açıyor ruhum, bahar içimde...
Düşünmüyorum, görmüyorum, duymuyorum.
eylül
12 Nisan 2013 Cuma
Tam Zamanı
Hangimiz bir şeyleri ertelemedi ki?.. "Belki daha sonra...", "şimdi sırası değil" gibi frenlemelerle ötelenen neler var neler; en basitinden hayallere kadar. Bazen korku ve kaygılar yüzünden, baskı ve kendini ifade edememekten ve bazen de başkalarının fikirlerine hastalık derecesinde bağımlı kalmaktan. Eh, bir de tembellik, miskinlikten olanlar da var.
Neredeyse geleneksel bir hal almış diyesim geldi; misal: öğrencinin ödevini ertelemesi, ödemeler, aile ziyaretleri, yapılacaklar listesi, sağlık konusu v.s.
Düzenli bir hayatın getirisi maksimum kalite, yüksek motivasyon, minimum sorun. Maceraya atılmaya gerek yok, zaten içindeyiz onun: yaşayarak.
Her yeni güne hafif ve huzurlu uyanmak insanın elinde. Çıkmazları yaratan da bizler değil miyiz?.. Ah, şu insan psikolojisi, tüm şifreleri çözüldüğünde ne dert kalır ne de tasa! :)
Hayatımıza şekil veren biziz, elbette ki yan etkiler unutulmadı. Yine de son sözü söylemek biz, insanlara kalır. Hayatımızı ertelemek için vakit yok, yapılacak şey ise bulunduğumuz yerin, olanaklarımızın ve kendimizin farkında olmak. Bir tepsi baklavayı alamıyorsak, bir dilimin tadına bakabiliyorsak bayramı beklemeye ne gerek?
Bir de şevk kıranlar var; en tatlı hayalin ortasına dalıp toz duman edenler.
Bu durumda ertelenenler son bulur ya... Kimin umurunda?..
Onlarla başa çıkmaya kalkmayın, yapılacak şey çok basit: hayalleri herkesle paylaşmamak gerek:).
Hayatımızı bir çöplüğe dönüştürmemek için ona sahip çıkmamız yeterli.
Sosyal olmak kalabalık arkadaş gruplarıyla vakit geçirmek anlamında değil, toplumla uyum içinde yaşamak. İnsanın çok dostu olmaz, zaten dost olmak/bulmak bir marifet. Ne kadar kalabalıksa çevresi insan o misli uzaklaşır özünden, ister istemez.
İnsan, her dem kendini kanıtlama peşinde, mesele bunu kimin için yaptığı...
Kimi, mutlu bir hayat tablosu çizer, sessiz çığlıklarını ağır, kalın örtülerin altına iteleyerek. Kimi, hatır yüzünden biriktirdiklerini alakasızca kusarken , etrafına tel örgüleri çekildiğinin farkında değil. Kimi, sonunu unutup İkarus kanatlarıyla yüksekte uçar...
Peki, bunların hepsini hayatınızın içine aldığınızı düşünün... Yok, bunlar zaten umurunuzda değil ki, maksat sosyalleşmek... Aman da aman, ne kadar da duyarlıyız. Tamam, herkesin kişiliği kendine, özel hayatı da, anlamadım şimdi aradaki bağı?!..
Araç, gereç dünyasında kuzu kuzu meliyoruz. Parası pulu bol olanın, dini imanı sorulmaz... Anlayana.
Herşey bir kenarda, biz galiba insanlığımızı erteliyoruz, Ol'manın tam zamanı...
eylül
Neredeyse geleneksel bir hal almış diyesim geldi; misal: öğrencinin ödevini ertelemesi, ödemeler, aile ziyaretleri, yapılacaklar listesi, sağlık konusu v.s.
Düzenli bir hayatın getirisi maksimum kalite, yüksek motivasyon, minimum sorun. Maceraya atılmaya gerek yok, zaten içindeyiz onun: yaşayarak.
Her yeni güne hafif ve huzurlu uyanmak insanın elinde. Çıkmazları yaratan da bizler değil miyiz?.. Ah, şu insan psikolojisi, tüm şifreleri çözüldüğünde ne dert kalır ne de tasa! :)
Hayatımıza şekil veren biziz, elbette ki yan etkiler unutulmadı. Yine de son sözü söylemek biz, insanlara kalır. Hayatımızı ertelemek için vakit yok, yapılacak şey ise bulunduğumuz yerin, olanaklarımızın ve kendimizin farkında olmak. Bir tepsi baklavayı alamıyorsak, bir dilimin tadına bakabiliyorsak bayramı beklemeye ne gerek?
Bir de şevk kıranlar var; en tatlı hayalin ortasına dalıp toz duman edenler.
Bu durumda ertelenenler son bulur ya... Kimin umurunda?..
Onlarla başa çıkmaya kalkmayın, yapılacak şey çok basit: hayalleri herkesle paylaşmamak gerek:).
Hayatımızı bir çöplüğe dönüştürmemek için ona sahip çıkmamız yeterli.
Sosyal olmak kalabalık arkadaş gruplarıyla vakit geçirmek anlamında değil, toplumla uyum içinde yaşamak. İnsanın çok dostu olmaz, zaten dost olmak/bulmak bir marifet. Ne kadar kalabalıksa çevresi insan o misli uzaklaşır özünden, ister istemez.
İnsan, her dem kendini kanıtlama peşinde, mesele bunu kimin için yaptığı...
Kimi, mutlu bir hayat tablosu çizer, sessiz çığlıklarını ağır, kalın örtülerin altına iteleyerek. Kimi, hatır yüzünden biriktirdiklerini alakasızca kusarken , etrafına tel örgüleri çekildiğinin farkında değil. Kimi, sonunu unutup İkarus kanatlarıyla yüksekte uçar...
Peki, bunların hepsini hayatınızın içine aldığınızı düşünün... Yok, bunlar zaten umurunuzda değil ki, maksat sosyalleşmek... Aman da aman, ne kadar da duyarlıyız. Tamam, herkesin kişiliği kendine, özel hayatı da, anlamadım şimdi aradaki bağı?!..
Araç, gereç dünyasında kuzu kuzu meliyoruz. Parası pulu bol olanın, dini imanı sorulmaz... Anlayana.
Herşey bir kenarda, biz galiba insanlığımızı erteliyoruz, Ol'manın tam zamanı...
eylül
11 Nisan 2013 Perşembe
Hayat Dersi
Evden uzakta olmanın hem iyi hem kötü yanları var. Yatılı okulun disiplini baba evini aratır lakin insana kattıkları göz ardı edilmemeli. Özellikle hayata karşı dik durmayı öğretir insana, zor yoldan da olsa. Üstelik ergenliğin isyankar döneminde böyle bir "zoraki" tekbaşınalığın paha biçilmez değerde olduğu(istisnalar olsa bile) inkar edilemez. Üniversite yıllarına yumuşak bir geçiş olur yatılı okul, ne de olsa "pişmiş" sayılırsın, evden gelen harçlığın ardını düşünmene de gerek yok, ayaklarının üstünde nasılsa durmayı öğrenmişsin, oh, var keyfine özgürlüğün... diyeceğim, fakat pek de öyle sanıldığı gibi değil, kısaca bu konuda genelleme yapmak doğru değil.
Yatılı okumanın bir nimetine rastlamadığımı hatırlıyorum, bilakis oldukça zordu. Ev-okul arası bir trafikten başka bir etkinliğim de olmadı, istemediğimden değil, kaynaklarım yüzünden. Yok, üzülmedim, komplekslere de düşmedim, nerede ve neden olduğumun farkındaydım.
Bir kez okulu kırdığımı hatırlıyorum, kırmak sayılırsa. Sınıftaki tüm kızlarla birlikte fizik dersine girmedik, sebebi neydi, anımsayamadım. Sonuç mu? Erkek öğrenciler bir sonraki dersten muaf edildiler, yani öğretmenimiz durumu böylece eşitlemiş oldu. Oldukça ağır ders programım olduğundan iki-üç haftada bir ancak haftasonu için baba evine gidebiliyordum. O zamanların en güzel tarafı o haftasonlarıydı diyebilirim. Ne kadar kirli çamaşır varsa valize doldurup götürürdüm, bir sorumluluk düşerdi sırtımdan. Yarı tok gezdiğim günlerin acısını çıkarırcasına sofraya otururdum ve eğer iyi bir film varsa, sinemaya giderdim. Dönüşte valizimde yıkanıp ütülenmiş
giysilerim, birkaç ev yapımı konserve ve lezzetli çörekler, cebimde harçlık olurdu, her defasında. Ne tasasız yıllarmış... Her güzel şey gibi son buldular.
Hayatı öğrenmek mümkün mü, bilmiyorum. Bunu başaran var mı? Olduğunu sanmıyorum. Bildiğim bir şey varsa, hayat hiç ummadığınız bir an insana çalım atabildiği gerçeğidir... Yani, çok da güvenmemeli kendine, ne olacağı bilinmez. Hayattan öğrendiklerime gelince; dersleri acı verici ve acıyı dindirmenin tek ilacı insanın yüreğinde olduğu...
eylül
Yatılı okumanın bir nimetine rastlamadığımı hatırlıyorum, bilakis oldukça zordu. Ev-okul arası bir trafikten başka bir etkinliğim de olmadı, istemediğimden değil, kaynaklarım yüzünden. Yok, üzülmedim, komplekslere de düşmedim, nerede ve neden olduğumun farkındaydım.
Bir kez okulu kırdığımı hatırlıyorum, kırmak sayılırsa. Sınıftaki tüm kızlarla birlikte fizik dersine girmedik, sebebi neydi, anımsayamadım. Sonuç mu? Erkek öğrenciler bir sonraki dersten muaf edildiler, yani öğretmenimiz durumu böylece eşitlemiş oldu. Oldukça ağır ders programım olduğundan iki-üç haftada bir ancak haftasonu için baba evine gidebiliyordum. O zamanların en güzel tarafı o haftasonlarıydı diyebilirim. Ne kadar kirli çamaşır varsa valize doldurup götürürdüm, bir sorumluluk düşerdi sırtımdan. Yarı tok gezdiğim günlerin acısını çıkarırcasına sofraya otururdum ve eğer iyi bir film varsa, sinemaya giderdim. Dönüşte valizimde yıkanıp ütülenmiş
giysilerim, birkaç ev yapımı konserve ve lezzetli çörekler, cebimde harçlık olurdu, her defasında. Ne tasasız yıllarmış... Her güzel şey gibi son buldular.
Hayatı öğrenmek mümkün mü, bilmiyorum. Bunu başaran var mı? Olduğunu sanmıyorum. Bildiğim bir şey varsa, hayat hiç ummadığınız bir an insana çalım atabildiği gerçeğidir... Yani, çok da güvenmemeli kendine, ne olacağı bilinmez. Hayattan öğrendiklerime gelince; dersleri acı verici ve acıyı dindirmenin tek ilacı insanın yüreğinde olduğu...
eylül
3 Nisan 2013 Çarşamba
Dünya düzeni
Petshoplarda kedi, köpek, tavşan satışı yasaklanmış, sevindim, insanlık adına olumlu bir adım. Bu arada aklıma düşen hayvansever tanımı ve karşılığına takıldım. Hayvansever ve sevmeyen... Ben bu tabirleri kabul edilir bulmadım, yanlış anlaşılmasın: bayılırım dört ayaklı dostlarımıza. Canilik, hayvanlara eziyetle sınırlı değil, ya insanın insana eziyetini hangi sıfat açıklar?
Gazeteler, görsel medya; hiçbirinin yüzüne bakasım gelmiyor, duyarsız, apolitik diye mi tanımlanmam gerekir? Görüp göreceğim ne var; bir türlü geçilemeyen yaşanmışlıklar, ayan beyan çirkinlik ve kötülüklerden başka. Midem altüst meydanlarda, halkın(güya) meclisinde oynanan önyargı ve kin oyunlarının biriken kusmuklarından.
Esef duyuyorum, insanlığımızın halinden...
Neyin duyarlılığı, neyin mücadelesi , ki yüzyıllar geçmiş, savaşlar savaşılmış...boşuna. Kazanılanlar nerede, varılan neresi? Teknoloji asrında insan zihniyetinde değişen ne oldu? Değişmeyen terani; paranın, malın mülkün gücü, fakirin ekmeği...
Değişen bir şey yok, tarih kitaplarında yazılanların tümü tekrar etmekte, şekiller ve isimler, araçlar ve gereçler farkıyla.
Herşey boş be kardeşim; kuşatılmışken, bölünmüşken, sınıflandırılmışken, uyutulmuşken, teslim olmuşken hırslara, kaygılara, umut tacirlerinin yalanlarına...çırpınmak boşuna. Bu dünya düzeninin...
Kapsadığın kadar büyük, alabildiğin kadar varlıklı, verebildiğin kadar varsın. Yine de;
Satın alabildiğin kadar özgür de olsan, unutma ki sadece erdeminle hürsün...
Hürsün; vicdanınla, yüreğinle, aklınla ve ışığınla. Tertemiz duygunla, el değmemiş inancınla, Ruhundaki Aşkla hürsün...
eylül
Gazeteler, görsel medya; hiçbirinin yüzüne bakasım gelmiyor, duyarsız, apolitik diye mi tanımlanmam gerekir? Görüp göreceğim ne var; bir türlü geçilemeyen yaşanmışlıklar, ayan beyan çirkinlik ve kötülüklerden başka. Midem altüst meydanlarda, halkın(güya) meclisinde oynanan önyargı ve kin oyunlarının biriken kusmuklarından.
Esef duyuyorum, insanlığımızın halinden...
Neyin duyarlılığı, neyin mücadelesi , ki yüzyıllar geçmiş, savaşlar savaşılmış...boşuna. Kazanılanlar nerede, varılan neresi? Teknoloji asrında insan zihniyetinde değişen ne oldu? Değişmeyen terani; paranın, malın mülkün gücü, fakirin ekmeği...
Değişen bir şey yok, tarih kitaplarında yazılanların tümü tekrar etmekte, şekiller ve isimler, araçlar ve gereçler farkıyla.
Herşey boş be kardeşim; kuşatılmışken, bölünmüşken, sınıflandırılmışken, uyutulmuşken, teslim olmuşken hırslara, kaygılara, umut tacirlerinin yalanlarına...çırpınmak boşuna. Bu dünya düzeninin...
Kapsadığın kadar büyük, alabildiğin kadar varlıklı, verebildiğin kadar varsın. Yine de;
Satın alabildiğin kadar özgür de olsan, unutma ki sadece erdeminle hürsün...
Hürsün; vicdanınla, yüreğinle, aklınla ve ışığınla. Tertemiz duygunla, el değmemiş inancınla, Ruhundaki Aşkla hürsün...
eylül
2 Nisan 2013 Salı
Sanat Küçük Kalplere Dokunuyor
Bu serginin diğerlerinden farkı ne derseniz, salt bir resim sergisi olmanın ötesinde bir kurumsal sosyal sorumluluk projesi niteliği taşıdığını söyleyebiliriz. Sergideki eserlerin satışından elde edilecek gelirin tamamı, gelişmekte olan ülkelerde doğuştan ya da sonradan kalp hastası olan çocukların tedavi edilmesi için kullanılacak. Tedavileri, bu işe gönül vermiş bir avuç tıp insanının kurduğu Herkes İçin Kalp Derneği (www.cptg.ch) gerçekleştirecek. Dernek, modern tıbbın sunduğu olanaklardan yararlanamayan bu çocukların İsviçre’de ya da kendi ülkelerinde ücretsiz tedavi olmalarını sağlıyor.
Ne yazık ki, gelişmekte olan ülkelerde her yıl yaklaşık 2 milyon çocuk kalp bozukluklarıyla doğuyor ve bu çocukların yarısı maddi kaynak veya sağlık sektöründeki insan kaynağı yetersizliği nedeniyle ilk iki yıl içinde yaşamını yitiriyor. Bu ülkelerde açık kalp ameliyatı olmayı bekleyen çocukların sayısı ise 8 milyonu buluyor.
Sergi, Alvimedica’nın sponsorluğunda gerçekleştirilecek. Alvimedica Yönetim Kurulu Üyesi Leyla Alaton, hayır amaçlı bu tür etkinliklere özel önem veriyor ve Herkes İçin Kalp Derneği’ni yürekten destekliyor.
Niklan’ın mutluluk, umut ve sevgi mesajları içeren eserlerinden oluşan “Sanat Küçük Kalplere Dokunuyor” temalı sergisini mutlaka görün. Gidemem diyorsanız, sergiyi Türkiye’nin ilk online sanat televizyonu www.ekavart.tv’de de izleyebilirsiniz. Resimler, yüreğinizi ısıtacak…
Hem dernek hem de sergi hakkında şuradan bilgi alabilirsiniz: http://alvimedica.com/hearts-for-all/tr/
Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.
1 Nisan 2013 Pazartesi
Ispanak ve Fırın Kavurma
Ispanak severim, belki bu yüzden onu temizleyip yıkamak, haşlayıp şoklamak hiç zor gelmiyor. Pişirirken kendine has lezzetini baskılayacak başka bir sebze veya baharat kullanmamayı tercih ederim. Börekte olsun, çorbada olsun, borani veya pirinçli yemeğinde ne salça ne havuç ne de farklı bir baharatı damak tadım kaldırmıyor. Börek veya pidede sadece bolca beyaz peynir eklerim. Aslında ıspanaklı pide pişirmek geçmişti aklımdan, sonra hamurlu yiyeceklerin ağırlığı çekilmez diye vazgeçtim.
Havalar ısındıkça menü de hafiflemeli bence. Sonuçta pirinçli ıspanak yemeğinde karar kılındı. Bu yemeği hep aynı şekilde pişiririm, sadece ıspanak miktarına göre ölçüler değişir. Bir de bu kez yoğurdu içine karıştırmadım. Genellikle sarımsakları havanda dövüp yemeği ateşten aldıktan hemen sonra içine karıştırırım, bu şekilde sarımsak daha bir belli olur, üstelik ıspanağın sıcaklığından pişer ve pişen sarımsak ağızda koku bırakmaz. Yoğurdu yemek biraz ılıklaştığında eklerim, rizotto benzeri bir ıspanak yemeği ortaya çıkar, ekmeksiz, doya doya yenir.
Bir blogda ıspanak eklenmiş köfte tarifi görmüştüm, tarifi hoşuma gitti, lakin onu denemeyi şimdilik erteledim.
Pirinçli ıspanak yemeği
1 küçük baş doğranmış kuru soğan, 3-4 diş ince kıyılmış sarımsak
2 yemek kaşığı sızma zeytinyağı
300 gr haşlanıp doğranmış ıspanak yaprakları
yaklaşık yarım bardak yıkanmış pirinç
tuz, karabiber
Küçük doğranmış soğan yağın içine atılıp hafif ateşte bir müddet karıştırılarak kavrulur. Sarımsaklar daha çabuk yandıkları için soğanlar yumuşadıktan sonra kavrulmaya bırakılırlar. İnce doğranmış ıspanak yaprakları ilave edilir. Kısa bir süre ara sıra karıştırılarak pişirilen ıspanak karabiber ve tuz ile tatlandırılır. Üstünü örtecek hatta bir-iki parmak geçecek kadar sıcak su dökülür ve pirinç serpiştirilir. Yemek, suyunu çekip pirinçler uzadığında tencerenin kapağı kapatılıp bekletilir.
Yanında süzme yoğurt ile soğuk servis edilir.
Kavurmaya gelince; kararsız kaldım, birkaç tarif arasında gelip gittim, sonra onları bir kenara itip o an aklıma geleni uyguladım, fena da olmadı. Kolay ve doyurucu. Eğer üstüne sos değil de patates püresi yapsaydım güveç olurdu, ben patatesi içine ilave ettim. Denemekten korkmamak lazım, hep bir şeyler öğrenir insan.
Fırın kavurma
350-400 gr kıyma
2 orta boy patates(ince rendelenmiş)
2 yemek kaşığı un
1 yumurta
kıyma yağsız ise 1 yemek kaşığı sıvı yağ
1/2 tatlı kaşığı füme kırmızı biber, 2 fiske kekik
(istenirse acı pul biber)
tuz, karabiber
Sos:
2 yumurta, 3 yemek kaşığı yoğurt, tuz, karabiber
Tüm malzemeler kıymaya iyice karıştırılır ve yağlanmış fırın kabına boca edilir. Et 200 derecede ısıtılmış fırında renk değiştirip kavrulana kadar pişirilir. Yaklaşık 40
dakika sonra et pişmiş ise üstüne sosu dökülüp tutması için tekrar fırınlanır.
Her zamanki ekmek hamuruyla ekmek yaptım, itiraf edeyim ki onları baget ekmek diye planlamıştım fakat yanlara yayılınca böyle oldular.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)