Bu Blogda Ara

28 Temmuz 2013 Pazar

Patatesli, Kıymalı Pide ve Halil Cibran şiirleri

Patatesli, kıymalı pide

Malzemeler: 1 çabuk maya(yarım paket bile yeterli olur), 250 ml ılık su, 1 tatlı kaşığı şeker, 1,5 tatlı kaşığı tuz, 2-3 yemek kaşığı zeytinyağı, un(400-500gr)
*Elastik, sert olmayan hamur hazırlanır ve iki katı olana kadar bekletilir.

İç malzeme:  3-4 orta boy yarı haşlanmış patates, 200 gr kıyma, 1 kuru soğan, tuz, karabiber, kekik, birkaç kaşık zeytinyağı
*Soğan ince kyılır, zeytinyağında kavrulur, kıyma eklenir. Baharatlar ve rendelenmiş patatesler ilave edilip  bir müddet daha pişmeye bırakılır.

Kabarmış olan hamur ikiye ayırılır, bezenin bir tanesi diğerinden biraz daha küçük olmalı.  Pidenin tabanını oluşturacak olan daha büyük hamur topağı fazla yoğurmadan fırın tepsisinden biraz
büyük açılır(kenarlar için). Tepsiye alınıp üzeri patatesli kıymalı iç ile kaplanır.  Diğer beze aynı şekilde açılıp üstüne alınır ve taşan alt hamur kenarları kapatılır.
Pidenin üstü zeytinyağı ile hafifçe yağlanır ve çatal ile delikler açılır. 200 derecede ısıtılmış fırında 20 dk(üstü kızarana kadar) fırınlanır.

 
 
VERMEK - Halil CİBRAN
 
 
Elinizdeki mallardan verdiğinizde çok az verirsiniz .
Ancak canınızdan verdiğinizde gerçekten vermiş olursunuz .
Oysa canınız gibi sakladığınız mallarınız gelecekte muhtaç olurum korkusuyla bekçiliğini yaptığınız nesnelerden başka nedir ki ?
Yarının ne getireceği belli mi ?
Kutsal kente doğru yol alan hacıların peşine düşmüş aşırı temkinli bir köpek , kızgın kumların altına bir kemik gömse, ne çıkar ?
Olur da bir şeylere muhtaç duruma düşerim korkusu, gerçekte muhtaç durumda oluşun ta kendisi değil midir ?
Su kaynaklarınız doluyken, susuz kalırsam diye korkulara kapılmak en giderilmeyecek susuzluk değil de nedir ?
Kimileri, pek çok mal mülk sahibi oldukları halde ancak pek azını kıyıp da verebilirler .
Üstelik bunları da salt gösteriş olsun diye verirler . Oysa bu içten pazarlıklı veriş ,verdiklerinde bereket komaz .
Kimileri de ellerinde pek az olmasına karşın çıkarır olanı biteni verirler .
Bu gibiler hayata bağlanmış, ona inanç duyan kimselerdir ve onların ambarları hiç boş kalmaz .
Kimileri sevecenlikle verir ve edindikleri tüm armağan da bu olur .
Kimileri de verirken ıstırap çeker , çünkü onların yıkandıkları kutsanmış sulara ıstırap karışmıştır .
Kimileri verirken ne ıstırap çeker , ne bundan kendine bir mutluluk payı çıkarmak peşinde koşar, ne de vermenin erdemli bir davranış olduğunu düşünür .
Bunlar da, o uzak vadilerde açan küçük menekşeler,kokularını yeryüzüne nasıl sunuyorlarsa, öyle verenlerdir .
Tanrı, işte bu gibi kimselerin elleri aracılığıyla konuşur ve onların gözlerinin ardından yeryüzüne bakarak gülümser .
İstendiği zaman vermek iyidir, ancak ihtiyaç içinde olanın durumunu kavrayıp o istemeden vermek daha iyidir .
Eli açık bir kimse için, verebileceği bir şeyleri alacak eli bulmak, vermekten çok daha yüce bir mutluluktur .
Hem, kişinin sonsuza dek elinde tutabileceği bir nesne var mı ki ?
Bugün elde olanlar, bir gün gelecek, mutlaka başka ellere verilecektir .
Öyleyse şimdiden verebilmek varken, vermek mevsiminin varislere kalmasını beklemek niye ?
"Vermek isterim ama verdiklerim yerini bulmalı,değmeli." der durursunuz .
Oysa meyve bahçenizdeki ağaçlar ve çayırlara saldığınız davarlar böyle söylemiyorlar .
Onlar yaşamak için veriyorlar , çünkü vermezlerse ölür ,yiterler .
Günleri ve geceleri yaşamaya değer görülmüş bir kimse vereceklerinizi alabilmeye de değer durumdadır elbette .
Hayatın okyanusundan içebilmeye değer görülmüş bir kimse, sizlerin küçük derelerinizden de içebilecek değerdedir .
Almanın cesaret ve güvencesinde, hatta bağışlayıcılığında yatan çölden daha büyük kuraklık olabilir mi ?
Hem sen kimsin ki insanlar senin önüne çıkıp da, değer olup olmadıklarını görebilesin diye göğüslerini açsınlar ve soydukları gururlarını senin ayakların altına sersinler ?
Sen ilkin kendinin bir Verici-El olabilmeye değer olup olmadığını anlamaya bak .
Çünkü gerçekte cana bir şeyler veren Hayat`tır...sense kendini gerçek verici sanıyorsun .
Oysa ,bir tanıktan öte bir şey değilsin .
Ve ey siz alıcılar - ki hepiniz öylesiniz - kendinizi hiç bir zaman minnet yükü altına sokmayın .
Sokmayın ki, ne kendinize ne de vericiye bir boyundurluk takılmasın .
Verilenler hem size hem vericiye kanat olsun, birlikte yükselin .
Çünkü aklınızı minnetin ağır yüküyle doldurursanız,özgür bağırlı yeryüzünü ana , Tanrı`yı da baba olarak kabullenmiş olan vericinin elaçıklığından kuşku duymuş olursunuz .
 
Halil Cibran

Özünde Aşk var...

Rutin sıkıcıdır, her gün aynı şeyler.  Baygın bir uyuşukluk yapışır insanın üstüne. Ara sıra kazan kaldıran bir uyuşukluk, ara sıra pes ettiren.  Elini eteğini her işten çekesin gelir, Zaman'ın
görünmez toz yağmuru altında  kıpırdamadan, öylece durmak.  Yaptığın herşey anlamsız gelir bazen; kasvetli bir hüzün çöker üstüne, ağlayamazsın bile.   Ne adım atmak istersin, ne kalmak,
arafta hapsolmak gibi.  Mevsim kış olur. Sonra bir bakarsın: hepsi  kısacık bir tek an...

Kar tipisinin içinde kaybolan yolu, bir ipucu, işaret lehvası arar gözlerin.   Bir kıvılcım çakar içinde, sıcacık bir his dallanıp budaklanır,  uçuruma düşer gibi  o rutine tekrar atlarsın.
...

Özünde sevinç, umut, Aşk var... 

eylül

21 Temmuz 2013 Pazar

Tek Sayfa

Ses
İçime asırlık bir ruh yerleşmiş sanki, vakitli vakitsiz beni  asasıyla dürtüp duran.  Kafamın içinde çok bilmiş, pervasız sesi yankılanır. Bugüne kadar ne sorularına ne de cevaplarına  yetişebildim;
bir başladı mı, durmadan, vır vır  konuşur bazen  ise günlerce suskun kalır. Uykuya dalmak üzereyken başucuma oturur, buruş  buruş elleri saçımda gezinirken gözkapaklarım ağırlaşır, ben
düşerim  rüyaların yoluna, o  peşime. Sonra, fısıltısı  yavaş yavaş karışır gecenin sessizliğine, uyandığımda yanıbaşımda yine... 

Hayat

İncecik bir kağıt parçası, kocaman defterin bir tek yaprağı: insan hayatı.   Arkalı önlü yazılırsın, sildikçe delik deşik olur varlığın. Kor isyanlara buruşturup attığında, yok olabilirsin, var olmamış 
gibi... Yaşamını ruhuna hece hece karalarsın, renklere bulanır kaderin ya da siyah beyaz kalır belki, kimbilir.  Umut etmeyi keşfettiğinde kelebek kanatlarında yükselir yüreğin, öyle birden kısacık
ömrünü fark  edersin. 
Yerin en dibine inersin belki, hırsların rutubetli mahzenlerinde çürüyenlerle yüzleşir küçük arzuların. Yol, kemik ve kan basamakları ile hayatın  karanlığına  götürür seni.  Gölgelerin zehirli
tütsüsünden nefesin daralır, yakarışların yumruk olur boğazında. Yalan dolanın yükselişi  seni cehennemi  ızdırabı ile  kavurur,  o an ruhuna sarılıp, gözlerini sımsıkı kapatıp  kaçmak istersin... 
Sonsuz bir uykuda kalmak istersin...
Bir gün farkına varırsın: sen istedin diye olmazların, içinde eriyen  zamanın, satırların sayfanı doldurduğunu...  Ve o asırlık  ihtiyarın fısıltısını duyarsın: "yolculuk burada biter"...

Sadece

Göğün en ıssız katına çıkmak için, müziğe bırakıyorum tüm ağırlığımı, bir saliselik kaçabilsem razıyım.  Usandıran keşmekeşi var bu hayatın,  huzur veren bir tek Aşk... 

eylül

18 Temmuz 2013 Perşembe

Dev Avcısı Jack(Jack the Giant Slayer)

Benim için kitaplarla tanışmak Grim Kardeşlerin masallarından  Alattin'in lambasına, anonim halk masallarından  Dede Korkut hikayelerine, Homeros'un İlyada'sı, Manas destanından Köroğluna
bulaşan heyecanlı  bir yolculuk oldu. Sonrası daha da renklendi lakin masallar, imkansız maceralar hep özel kaldılar.  Keşke  her çocuk hayatın gerçekleriyle yüzleşmeden önce o sihirli dünyanın
kapılarından girip ömür dolusu  hayaller biriktirse. Biraz hayalperestlikten, umudunu yitirmeyen, kocaman yürekli ve çocuk ruhlu, zengin gönüllü, aydınlık insanlardan zarar gelmez... 

"Sihirli fasulye", "Jack'in fasulye sırığı", adı ne olursa olsun velhasıl  bir fasulye sırığı var.  Bu masaldan yola çıkarak Yönetmen Bryan Singer tarafından çekilen son film: Dev Avcısı Jack
(Jack the  Giant Slayer).  Kurgu zenginleştirilmiş: fasulye sırığı  ve devlerin yanında, prenses ve cesur  delikanlı var.  Sahneler güzel, sıkmayan, ailece izlenecek mutlu sonu olan bir "masal".

Devler ve insanlar arasında yaşanan bir savaş ve kahraman kurtarıcı Erik efsanesi ile büyüyen prenses İsabelle ve çiftçi Jack  kaderleriyle yüzleşirler.  Elbette bir de  karanlık, açgözlü Roderick.
Roderick'in kendisi kadar karanlık sırları var. Devlerin mağlup edildikleri asırlar öncesi savaş bir daha tekrarlanmasın diye bir devin taş kalbinden bir taç yapılmış ve sihirli fasulyelerle birlikte
kurtarıcı  kahraman Erik'in ölümü  ile mezara gömülürler.  Roderick taç ve fasulye tanelerini gizlice çıkarır, amacı devleri bu taç ile dize getirip(ki öyle bir etkisi var) tüm dünyanın hükümdarı
olmak. Plan bir yere kadar gerçekten işler. Heyecan, macera, tehlikeler; sıkılmadan izlenecek bir film.

Filmin bir yerinde farklı bir bakış açısı ile aklıma düşenlere baktım. Önce hoşuma gitti, üstelik ilk kez olmayan bir durumdu. Absürd bir hikayenin gerçek ile kesişmesi söz konusuydu. Sonra... 
Savaşlar kanlı, kirli hesaplı, acımasız ve yıkıcı, lakin özgürlük, vatan, onur için savaşa gidilir.  Bu filmde devin taş kalbinden dövülen taç anlatılırken geçen birkaç cümle benim için ürpertici oldu. 
Tacın öyle bir etkisi var ki, Roderick onu taktığında devler ona sorgusuz sualsiz itaat edip kralları kabul ettiler.  Belki alakasız, belki saçma görünebilir fakat nasıl olursa olsun bu benim düşüncem:
aklıma-nasılsa- düşen seçimler ve iktidarlar oldu.  Demokratik biçimde seçim propagandaları ile etkilenir sandığa gideriz ve oyumuz bir iktidarın tacı olur...  Paranoyak mıyım ne?..

Ata Demirer'in "Eyvah, eyvah" filminde dediği güzel: "masallar, masallar..."

eylül


17 Temmuz 2013 Çarşamba

Hani Facebook'ta iş yoktu?


Yenibiris.com’un yeni uygulamasını duydunuz mu? Facebook profiliniz üzerinden bir tıkla bağlanacağınız insankaynaklari.com, profesyonel iş ağı oluşturarak size en uygun işi, en kısa sürede sunmakla görevli!

Facebook, sizin de dahil olduğunuz, 32 milyon kişinin üye olduğu geniş bir sosyal ağ! Bu sosyal ağda arkadaşlarınız, arkadaş olmak istedikleriniz, çalışmak için hayalini kurduğunuz şirketler de var! Peki çalışmak istediğiniz şirketlere tek tıkla ulaşmak istemez misiniz?



Biliyorsunuz iş bulmak isteyenler için en önemlisi, çalışmak istedikleri şirketlerdeki kişilerle nasıl bağlantı kuracaklarıdır… İnsankaynaklari.com sayesinde Facebook profilinizden istediğiniz bilgilerle oluşturduğunuz profilinizle çalışmak istediğiniz şirketlere “şimdi başvur”u tıklayarak iş başvurusu yapabilirsiniz. Diyelim ki çalışmak istediğiniz şirkette bir arkadaşınız çalışıyor. Onun aracılığıyla ulaşmak istediğiniz kişiye “Tanıştırılma talebi” yollayabilir, birinci ve ikinci dereceden bağlantınızın yardımıyla işi siz alabilirsiniz! Bağlantılarınızdan referans ve rozet talep ederek profilinizi sahip olduğunuz özelliklerle donatabilirsiniz. Tamamen ücretsiz bir uygulama olan insankaynaklari.com hem işveren hem de iş arayanlar için yepyeni fırsatlar sunuyor! Siz de insankaynaklari.com’a gelin, size en uygun işi kolaylıkla bulun. İnsankaynaklari.com ile iş bulmak artık daha kolay!

www.insankaynaklari.com

Bir bumads advertorial içeriğidir.

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Ana Yurt




"jahanda, her kimning bardur wetini
wetenge pidadur jeni hem teni
tökülgeş bagringda kindikim keni
anam sen ana yurt söymen seni..."

11 Temmuz 2013 Perşembe

Burası Türkiye

Türk'üm; annem, babam, atalarım öz be öz türk soyundan, Türkiye vatanım. Yurtdışında doğup büyüdüm, aslım bazen ayaklarıma dolanmadı değil, azınlığım ya. Olsun,  her itilip kakılışımda, türk kanım  onurlu bir teselli oldu içimde, hatta öyle büyürdü ki yüreğim  kafesinden çıkarıp ay yıldızlı al bayrak misali sallayasım geldi.  Başımı  eğmedim, utanç duymadım ırkımdan, özenti duymadım, fikirlerin peşinde özümü kaybetmedim. 

Okuma yazmayı erken sökmüştüm, elime ne geçse hecelemeye çalışırdım. Annem, babam iş'teyken benim yalnızlığım çocuk oyunlarında, nehrin kıyısında, kitaplar  arasında bölündü.  Yaşı geçkin insanların çoğu çocukluklarını yaşayamadıklarından bahsederler. Oysa mutlaka vardır güzel anıları, çocukluk işte...  Çocuk mucizevi bir  varlık, insan olmaya gelmiş bir melek.  Görmeden ne kötülüğü, ne hırsı ne de nefreti bilir. Herneyse.  Kitaplar dedim ya, önce masallar, sonra Ten Ten'in resimli
maceraları, sonra öyküler, serüven romanları ve dünya klasikleri.  Zaman geçti, geçti, geçti... ve durdu şimdi. Burada, Türkiye'de, Vatan'ımda.

Blog yazılarımın arasında anneannem ve büyükbabamdan, onların yanına gönülsüz gittiğim, çocuk aklımın kabullenmediği tatillerden bahsettim.  Ramazan ayları benim  görevim  caminin iftar ışıklarını görüp haber vermekti. Top falan patlamıyordu,  minareye gözlerimi kırpmadan bakardım ve yeşil ampuller yandığında koşardım içeriye.  Kocaman bir sofra kurulurdu,  dua edilirken yarım yamalak katılırdım, her seferinde unuttuğum yerleri geveleyerek. Ard arda gelir giderdi tabaklar, tepsiler. Yemeğin  sonunda şükür duası okunurdu, anneannem ellerini kaldırıp yüzüne sürer "Yarabbi şükür" derdi, o an  sanki tüm nefesini bırakırdı. Ramazan Bayramının ilk günü iki gül  kurusu kadife kese verirdi büyükbabam, birinde şeker diğerinde ise dolu bozukluk vardı.

Müslümanım. Aksak, eksik, günahkar lakin müslümanım.  Hala duaların çoğunu ezbere bilmem. Annem hepsini bilirdi, hiç unutmadı. Mevlitler eksik olmazdı baba  evinde. Sofralar kurulur kaldırılırdı ve o sofralara gayrimüslimler de otururdu. Dualar okunurdu, başlarını örtüp sessizce dinlerlerdi. Annem modern, çalışan bir kadındı.  Ana sınıfındayken , hatırlıyorum, petit kareli, belde dar ceketli döpiyesine hayrandım. Bir de geniş kemerli, büzgülü, kocaman cepli etekleri vardı. "Grease" müzikalinden  fırlamış gibiydi... 
Bayram sofraları kurardı, yılbaşında ve doğum günlerinde.  Şarap yapardı babam ve mutlaka tatmak isteyen çoktu. Okula başladığım yıllarda bademciklerden çok çektim, boğazım şişer, konuşamazdım. Dedem şarap kaynatıp içine karabiber taneleri atardı ve ilaç niyetine içirirdi bana. Babam, bayramlarda mevlit şekeri yaptırıp camide yasin okuturdu. Okumuş, yabancı memleketlerde çalışmış, görmüş, geçirmiş adam. 
Kitabımızı, dinimizi ilk önce ailemden dinledim, benimsedim, yüreğime yazdım.  Allah korkusunu vicdan temizliğine katıp sevdim. Çalışmadan yenen lokmanın haram  olduğu, Allah katında herkesin bir olduğu dinimize hayran kaldım.  Eksik, günahkar bir kulum ben. Kimseyi dinine, işine, gücüne, ırkına göre yargılamam. Kimseyi hor görmem, aşağılamam...

Çocukluk, gençlik, olgunluk.  Derler ki insan okuduklarından etkilenir. Derler ki kendisi olmaz, bir başka insanın(yazarların) fikirlerini benimser, taşır, savunur.   Olmayacak bir durum değil. Kişiye göre...  Eğer insan kendi öz yargısına sahip değilse, eğer insan kendi benliğinin farkında değilse, olabilir.   Kitaptan da, filmden de, laftan da etkilenir. Ağaç gibi, ot gibi  esen  rüzgara göre eğilir, bükülür. İnsan olmanın ayrıcalığından uzak, hayvan güdüleriyle kuytuya, suya, yiyeceğe yakın, sığınır...
Kelimeleri, cümleleri her daim Aşk'tan yana sıraladım. İlk şiirlerimde, kısa denemelerimde, küçük buhranlarımda, isyankar gençliğimde, suskun yetişkinliğimde.  Benim  seçimim Aşk oldu...
Düşünüyorum da, okuduğum her kitap farklı kişilikleri tanımamın cevap anahtarı olmuş.  Yaşadıkları hayatlar, bulundukları yerler, davranışları hiç mi hiç çekmemiş  ilgimi.  Bu yüzden, kitap kahramanlarını sıfatlarla hatırlıyorum, hayal meyal: "cesur-komik-saygın-dolandırıcı-gururlu-kibirli-hayta-zavallı-nekes..." gibi.
Ben kim olduğumun farkındayım ve bundan huzurluyum. İnancımın yüksekliği, derinliği, kısaca boyutunun  farkındayım. İnsanlığımın farkındayım...  Seçimlerimin de. Kul'a kulluk olamayacağının fikrindeyim. Fikirlerin farklı olmasının doğal olduğunun da. Fakat; dinlemeden, anlamadan, yürek gözü ile bakmadan bir insanı tanımak  mümkün olmadığına kaniyim.  Farklıyız birbirimizden ve uzağız, olabildiğince. Uzaklığımız huzursuzluğumuzdan, aymazlığımızdan, güç merakımızdan, kazanma  hırsımızdan, kibir ve cahilliğimizden.  Oysa özümüzde aynıyız...

Türk'üm. Atam Türk...  Vatanımdan uzak geçen çocukluğum, gençliğimde sık duyduğum bir cümleydi: "Burası Türkiye değil!.."   Burası Türkiye'ydi. Ne oldu peki?..   Batı ile Doğu arasına bir yerlerde mi şimdi?.. Taraf oldu her taraf, kardeşliği, soyu sopu unutturan... Burası Türkiye...


eylül

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Gülümsemek güzel



Mutfaktan: Limonlu Kremalı Rulo



Limonlu Krema: 2 dolu yemek kaşığı nişasta 1 bardak suda eritilip 1 bardak şeker, 1 limonun kabuğu ve suyu ile birlikte ocağa alınır.  Krema koyulaşana kadar devamlı  karıştırılır, soğumaya bırakılır.

Pandispanya: 5 yumurta 9 yemek kaşığı şeker ile mikserde çırpılır. Aynı miktar un(9 yemek kaşığı) 1 kabartma tozu ile birlikte elekten geçirildikten sonra yumurtalı  karışıma yedirilir.  Fırın tepsisine çikolata damlaları ve kek hamuru dökülür, 180-190 dereceye ısıtılmış fırına verilir.  8-10 dk sonunda fırından alıp pişirme kağıdı yardımı ile rulo yapılıp bir kenarda bekletilir.
Rulo dikkatlice açılıp krema kaşık kaşık iç yüzeyinin tamamına dağıtılır sonra tekrar sarılır. Üstüne ister glazür, ister kremadan fırça ile sürülür veya sadece  tarçınlı/vanilyalı şeker serpiştirilebilir.
Kolay ve seçenekli bir tatlı.


 

Not: rulo pastada çikolatalı, vanilyalı, pastacı kreması, meyve püresi veya kuşburnu reçeli kullanılabilir.