Bu Blogda Ara

30 Aralık 2014 Salı

Üç Aptal


Önyargısız, gülümseyerek, yaşamın evrensel gerçekleriyle yüzleşerek izlenecek bir film.





28 Aralık 2014 Pazar

Portakallı küçük kekler


Portakal kokusu peşine takıldım. Bu kez başka bir tarif:









Gereken malzeme: 

2 yumurta,
150 gr şeker,
100 gr tereyağı
100 ml portakal suyu
180 gr un
Kabartma tozu, 
Istenirse vanilya

Üstüne:
3-4 yemek kaşığı Pudra şekeri
1 yemek kaşığı portakal suyu
Portakal kabuğu rendesi
Yumurtalar şeker ile çırpılır, eritilmiş  ılık tereyağı ilave edilir. Portakal suyu eklenir, karıştırılır ve ardından kabartma tozu ile birlikte elenmiş un.
Kek karışımı kağıt kalıplara pay edilir ve 200 derece ısıtılmış fırında 20 dk pişmeye bırakılır. 

Glazür:
Pudra şekeri portakal suyu ile karıştırılır, keklerin üstüne sürülür ve portakal kabuğu rendesi serpiştirilir. 


Ve 2015'i ev yapımı çikolata ile karşılamak için, ta daaa:


Mutlu Yıllar!


27 Aralık 2014 Cumartesi

Yılbaşı, Noel değil


Kendimi bildim bileli aynı terane; Yılbaşı kutlanmaz.  Kendimi bildim bileli kimse buna kulak asmaz.  Uyak gülümsetti beni lakin öfkeli hüznümü silemedi. Yeter diye haykırasım var, en yükseğinden, en yeterinden.
Bana ne, Noel'den, bana ne, bir başka dinin vecibelerinden, sorarım sana görünmez yargıcım?!.. 365 gün bitti, takvime resmedilmiş oniki ay yitti, dört mevsim gelmek için yeniden dönüp gitti, bir yıl ömrüm eksildi, sana ne!.. 
Yılbaşı, umutların yeniden yazılması, kim bilir belki değişir hayatın gidişi diye kutlanır.

Tatili beklerdim, kar yağsın diye dua edip. Babamın yaptığı kızağıma binip uçmak için hazırlardım kendimi.  Misafirlere kurulan sofranın altında saklanıp mucizeleri  sıralardım zihnimde: her şey değişsin isterdim, hayat bile...
Okulum, sınıfım, evim, dünya bambaşka olsun isterdim. Eksik bir şeyler varmış demek...
Yılbaşını beklerdim, hediyeler de olsun diye.  

Yepyeni bir yılın gelişi kutlanır, hayat yolu yorgunluğu bir nebze hafifler umuduyla. 
Donatılır sofralar, heyecan sarar, unutulur her cefa, Yeni yılın gelişi kutlanır. 
Bir kez olsun unutulur borçlar, uç uca eklenen dertler.  Umutlara yol alınır, 
Yepyeni yıl gelmeden, eskinin gidişi kutlanır...


eylül


23 Aralık 2014 Salı

Denge

Kimilerin düşüncesi hayatın ciddiye alınması gerektiği, kimileri için ise bir şakadan ibaret olduğu. Öyle veya böyle, aynı gezegenin atmosferinde nefes alıp veriyoruz, hepimiz.  Farklı iklimlerde, benzer kaderlerimizi sona sarıyoruz...
Her konuda, her bir şey çok konuşulmuş, çok yazılmış.  Sonsuz gökyüzünde, ışıldayan sayısız yıldızlar misali; kimimiz parlayacak, kimimiz sönecek. Sonuçta, muhtemelen, hayat daha çok konuşulup, yazılacak.
Yaşam ne şaka ne de aklıbaşında olmak. Belki bir düş, yanılsama. Şüphesiz ki, bir mucize.  Nefes alan her canlı için öyle, lakin İnsan olmak, mucizeden de öte.
Yaşamak, nefes almak. Farkına varmak, Ol'mak ve Nefes'in hakkını vermek.   Yaşamak, zamanla çözülen bir bilmece.  Karanlıkta, tünelin ucundaki ışığa doğru yürünen bir yol.  Ve biraz da hayal kurmak karışır işe.  İlla ki, çocukluğu, masumiyeti yitirmediysek...


Bir intikam planı değil yaşamak, bumerang etkisi keşf edilmiş çünkü. Aman!..
Bir de unutmamalı ki, Kibir dağlarının tepesinden düşmek var, her zaman.
Mütevazilik kime göre, nasıl bir çaresizlik olmuş? Maddiyat eşit değil midir maneviyatın
yoksu(n)lluğuna; hemen bozulmak olmaz, dengeler değişken, an be an... Sakın ola; üç kuruş muhtaçlığı durmasın boğazında, mucize özgür iradeni unutuverirsin, maazallah. 


Kimileri konuşur, kimileri dinler. Kimileri susar, kimileri duyar... Hayat bu; dengelerle var.

Sen(ben) varsın. Birileri sebep olmuş buna. Bir anlık çarpışmış ruhları, mucize gerçek olmuş.  Geriye
dönüş yok, yol var sadece, yürünecek. Kimse sormadı sana, bana, hiç birimize. Benlik yoktu ki sorulacak, adı üstünde: mucize... 
"Geldik, gördük, gittik" olmasın hikayemiz dedik. Geldik, gördük, fark yarattık, olsun diye umduk, gitmeyi unutup yaşadık. Unuttuk. Mucizeyi, nefesi, yüreğimizi, özgür irademizi unuttuk.
Sığındık; korkularımıza, kaçışlarımıza, yalanlarımıza. Unuttuk gelişimizin çıplaklığını, sonumuzu unuttuk...
Yaradılışı unuttuk...  İnsan olmanın hakkını verdik.

eylül


21 Aralık 2014 Pazar

Kurabiye, Elmalı Ştrudel, Ekmek


Kurabiye


Un
190 gr tereyağı
2 yumurta
1 su bardağı pudra şekeri
kabartma tozu (veya  amonyak sodası)
vanilya

Tarif defterimi karıştırırken gözüme ilişti, hemen yapmak istedim. Aslında adım adım çekilmeliydi yapılışının fotoğrafları.  Belki bir sonraki sefer.
Bu tür tatlı yiyecekleri pek pişirmem fakat birden yapmak için dayanılmaz stek duydum.  Zahmetli değil, hatta eğlenceli, sadece biraz vakit alıyor.
Yapılışına gelince:
Önce yumurtalar şeker ile karıştırılır. Pudra şekeri kullanmamın sebebi daha kolay erimesi. 
Ardından yağ, kabartma tozu karıştırıp elediğim un ve vanilya(ben limon kabuğu rendesi) ekledim.
Hamur yoğurulur; unun miktarını "el" kararı kullandığım için  yazmadım. Ne vıcık vıcık ne de aşırı sert kıvam olmamalı.
Kurabiye şekillendirici uç yardımı ile  pişirme kağıdı üstünde 175 dereceye ısıtılmış fırında pişmeye bıraktım.


Ekmek




Ekmek denemelerine devam ediyorum.  Tarif aynı, pişirmede değişiklik yaptım. Ekmek kalıbını ızgara teline yerleştirip altına  fırın tepsisini koyuyorum.
Kabarıp pişmeye hazır olduğunda fırın tepsisine bir miktar kaynar su döküyorum, ekmeği koyduğum kalıbı da ızgaranın üstüne bırakıyorum. Turboyu açmadan
190-200 derede üstü ve altı kızarana kadar pişiyor. Sonra kalıbından çıkarıp  tel üzerinde soğumaya bırakıyorum.
Tarifi hatırlatmak adına;
3 su bardağı un(elenmiş)
1 su bardağı ılık su(süt)
1 çabuk maya
1 silme tatlı kaşığı tuz
1 silme yemek kaşığı şeker
2-3 yemek kaşığı zeytinyağı
Un, tuz, şeker ve maya karıştırılır(undan biraz ayırın, yoğurmak için). Ilık su ve zeytinyağı eklenerek elastik hamur elde edilir. Yoğurma kabı hafif yağlanır ve hamur onun içinde bir, bir buçuk
saat kabarmaya bırakılır. Süre sonunda istenen şekil verilerek kalıba yerleştirilir ve üzerine un serpiştirilir. Çiçek ekmek yapmak için hamurdan bezeler koparılıp yuvarlanır ve aralıklarla tepsi
veya kalıba konulur. Kabardıkça bitişecekler. Ya da baton kek kalıbında pişirilir(öyle kalıpta bu ölçü ile iki ekmek çıkar) Üstü nemli bez ile örtülüp yine kabarmaya bırakılır(30-40 dk)
Pişirme faslı yukarıda yazdığım gibi.

Böreklik yufka ile Elmalı Ştrudel



Yufka,
tereyağı
birkaç elma, şeker, tarçın
Üstüne:
yumurta
pudra şekeri

Elmaların kabuğu soyulur, rendelenip suyu sıkılır.  Birkaç kaşık şeker, tarçın ve arzuya göre ceviz içi elmalara karıştırılır.
Her yufka ayrı ayrı hazırlanır. Bu yüzden önce gazete yaprağı açılır, üzerine yufka yerleştirilip önce erimiş tereyağı, sonra
elma harcı gezdirilir. Gazetenin yardımı ile gevşek rulo yapılır. Geri kalan yufkalar aynı şekilde sarılıp fırın tepsisine yerleştirilir.
Yufkaların üstüne çırpılmış yumurta, tereyağı fırça yardımı ile sürülür. 
Fırından alıp üzerine bol pudra şekeri serpiştirilir.



19 Aralık 2014 Cuma

Şükrettim

Aralık sabahı.  Kış güneşi dokundu yüzüme. Bir an,  eridiğimi hayal ettim, tüte tüte. Her zerremin boşluğa  karışmasını düşledim.  Sessizliğe İncesaz ezgisi karıştı, salındı ruhum.  Hislerden sırılsıklam oldu yüreğim.
Uyandı bedenim, kollarımı kanat misali açtım, nefes nefese kalana kadar döndüm, döndüm.  Müzik doldu gözlerim,  sevinçli-hüzünlü bir yağmurun mısraları damladı içime.  Ağaç kökleri gibi toprağa tutundu  ayaklarım, filizlendi dallarım, uzandılar gökyüzüne, Güneş'e. Gövdem kabuklandı, üzerinde karıncalar dolaştı, dallarımda yuva kurdu saka kuşu, yapraklarımda tırtıllar kelebek uyandı. Sadece düşledim, ben gerçeğim. Ruhu özgürüm...



Gündüzün bir yarısı karanlık. Bulutların içi fırtına. Deniz  günışığını yutacak gibi dalgalanır. Korkuyorum  bilinmezden. Gecenin bir vaktinde endişe kabuslarıyla uyanırım.  Rüzgarın sesinden  bile  ödüm kopar. 
Korkularımın kafesine sığınıyorum. 
İşsiz, aşsız, adsız, sansız kaldığım düşer aklıma, ürperiyorum.  Kimse olmaktan, üşümekten, acı çekmekten,  yaşlanmaktan, ölmekten korkuyorum. 
İçimdeki iyiyi çıkamayacak kadar derine gömüyorum, kötülüğü sahiplendiğimi bilmeden.  Vicdanımdan korkuyorum, adaleti fısıldadığı için.  Vicdanımı susturduğum gün, adil olmayı  hırslarımın rehberliğine teslim ediyorum, korkulara tutsak. Bu ben değilim. Hayat.

Şükrediyorum. Günışığındayım...
Yaşam denen panayırda gördüklerime, duyduklarıma şaşırdım. İnanmadım.  Sessizce seyre daldım her köşesinde, görünmez oldum.  Bir fanusun içindeymişçesine güvende, ortasında oysa her şeyin, kendimle kaldığım için şükrettim. Sadece sonsuz Aşk ile...

eylül



15 Aralık 2014 Pazartesi

Düşünceler, Halil Cibran, Ali Atay, Hayat


Bazen bir kitabın sayfalarında seslendiremediğin düşüncelerinle karşılaşırsın; pencere kenarında,  koltuğa gömülüp, bir otobüs yolculuğunda okuduğun.  Bazen bir tiyatro sahnesinde, bir filmde, bir şarkıda, dost sohbetinde  sıradan bir cümle düşer aklına, tanıdık gelir, ürperirsin.
Bazen, düşündüklerinden- düşünmediklerinden, bildiklerinden- bilmediklerinden usanır, kendini kapatırsın...


eylül

*********************

Yedi kez aşağıladım ruhumu:
Birincisi, yükseklere ulaşmak için, onun
itaat ettiğini gördüğümde.
İkincisi, sakatlar karşısında topallıyormuş gibi
yaptığımı fark ettiğimde.
Üçüncüsü, kolaylık ve güçlük arasında seçim yapıp
kolaylığı seçtiğinde.
Dördüncüsü, bir hata yapıp başkalarının da hata
yaptığı düşüncesiyle avunduğunda.
Beşincisi, sabrını kendi gücüne mal ederek zayıflıktan
dolayı hiçbir şey yapmadığında.
Altıncısı, kendi maskelerinden birinin söz konusu
olduğunu anlamadan bir yüzün çirkinliğini hor
gördüğünde.
Ve nihayet yedincisi, bir ilahi okuyup bundan bir erdem
sahibi olduğunu sandığında.


Halil Cibran

**********************


Bir konuşmacı "bize özgürlükten sözet" dedi.
Ve o cevap verdi:

“Şehir kapılarında ve sıcak yuvanızda yere kapanıp, özgürlüğünüz için dua ettiğinizi gördüm; tıpkı, kölelerin kendilerini kılıçtan geçiren bir zorbanın önünde eğilmeleri ve onu övmeleri gibi…
Sık sık, tapınağın korusunda ve kalenin gölgesinde, aranızda en özgür geçinenlerin, özgürlüklerini bir boyunduruk ve bir kelepçe gibi taşıdıklarını gördüm.
Ve kalbim kanadı; çünkü ancak özgürlük arayışında hissettiğiniz derin arzu size gem vurduğunda ve özgürlükten bir amaç ve bir bütünleniş olarak bahsetmeyi terk ettiğinizde, gerçekten özgür olabilirsiniz.
Siz, günleriniz endişesiz ve geceleriniz bir istek ve üzüntüden uzak olduğunda özgür olacaksınız. Yazık ki, bu tür duygular yaşantınızı kuşak gibi sarmakta… Yine de, örtüsüz ve bağsız, bunları aşabilirsiniz.
Ve siz, günlerinizin ve gecelerinizin ötesine, anlayışınızın şafağında öğle aydınlığını çepeçevre bağladığınız zincirleri kırmadan nasıl yükselebilirsiniz?
Gerçekte, özgürlük dediğiniz, halkaları güneşte parlayıp gözünüzü kamaştırsa da, bu zincirlerin en kuvvetlisidir. Ve özgür olmanız için terk etmeniz gereken, kendi benliğinizin parçalarından başka ne olabilir?
Eğer geçersiz kılmak istediğiniz adaletsiz bir kanun varsa, bunu alnınıza kendi ellerinizle, bizzat siz yazdınız. Bu kanunu, hukuk kitaplarınızı yakarak veya denizin bütün suyunu bile kullansanız, yargıçlarınızın alınlarını yıkayarak yok edemezsiniz.
Ve devirmek istediğiniz bir despot varsa, önce onun sizin içinizde kurduğu tahtı devirmeye bakın.
Çünkü bir zorbanın, özgür ve başı dik insanlara hükmedebilmesi için, onların özgürlüklerinde bir zulüm ve gururlarında bir utanç bulması gerekmez mi?
Ve eğer, üzerinizden atmak istediğiniz bir endişeyse, onu kendinizin seçtiğini, kimsenin size yüklemediğini unutmayın.
Ve kurtulmak istediğiniz bir korkunuz varsa, o korkunun merkezi sizin kalbinizdir, yoksa korkulanın avuçları içinde değil.
Her şey, varlığınızın içinde yarı kucaklanmış olarak dolaşır durur; istenen ve korkulan, nefret edilen ve baş tacı olan, takip ettiğiniz ve kaçmak istediğiniz…
Bunlar içinizde, ışıklar ve gölgeler gibi, birbirine yapışmış çiftler halinde hareket ederler. Ve gölge soluklaşıp kaybolduğunda, can çekişen ışık, bir başka ışığa gölge olur.
Ve sizin özgürlüğünüz, prangasından kurtulduğunda, daha büyük bir özgürlüğe pranga olur.”
Halil Cibran
-Ermiş-





13 Aralık 2014 Cumartesi

Ey, Milletim...




Yıkın Heykellerimi

Ey milletim 
Ben Mustafa Kemal'im 
Çağın gerisinde kaldıysa düşüncelerim 
Hala en hakiki mürşit değilse ilim 
Kurusun damağım dilim 
Özür dilerim 

Unutun tüm dediklerimi 
Yıkın diktiğiniz heykellerimi 

Özgürlük hala 
En yüce değer 
Değilse eğer 
Prangalı kalsın diyorsanız köleler 

Unutun tüm dediklerimi 
Yıkın diktiğiniz heykellerimi 

Yoksa çağdaş medeniyetin bir anlamı 
Ortaçağa taşımak istiyorsanız zamanı 
Baş tacı edebiliyorsanız 
Sanatın içine tüküren adamı 

Unutun tüm dediklerimi 
Yıkın diktiğiniz heykellerimi 

Yetmediyse acısı şiddetin savaşın 
Anlamı kalmadıysa 
Yurtta sulh dünyada barışın 
Eğer varsa ödülü silahlanmayla yarışın 

Unutun tüm dediklerimi 
Yıkın diktiğiniz heykellerimi 

Özlediyseniz fesi peçeyi 
Aydınlığa yeğliyorsanız kara geceyi 
Hala medet umuyorsanız 
Şıhtan şeyhten dervişten 
Şifa buluyorsanız 
Muskadan üfürükçüden 

Unutun tüm dediklerimi 
Yıkın diktiğiniz heykellerimi 

Eşit olmasın diyorsanız kadınla erkek 
Karaçarşafa girsin diyorsanız 
Yobazin gazabından ürkerek 
Diyorsanız ki okumasın 
Kadınımız kızımız 
Budur bizim alın yazımız 

Unutun tüm dediklerimi 
Yıkın diktiğiniz heykellerimi 

Fazla geldiyse size 
Hürriyet cumhuriyet 
Özlemini çekiyorsanız 
Saltanatın sultanın 
Hala önemini anlayamadıysanız 
Millet olmanın 
Kul olun 
Ümmet kalın 
Fetvasını bekleyin şeyhülislamın 
Unutun tüm dediklerimi 
Yıkın diktiğiniz heykellerimi 
RAHAT BIRAKIN BENİ

Süleyman Apaydın

11 Aralık 2014 Perşembe

Bir gün, her yer aydınlanınca

Hayalimin kanatlarında uçtum.


Küçük bir tohumdum, filizlendim. Üstümdeki kabuğu çatlattım önce, sonra ışığın sesine kulak verdim, peşinden gittim. Yürüdüm, koştum, durdum, soluklandım ve yine devam ettim. Yoruldum, ışığa uzandım. Yetişemedim. Kabuğuma dönmek istedim. İmkansızdı. 


Yürüyecek yolum vardı. İki yanı duvarlarla çevrili yol. Başımı kaldırıp peşinden koştuğum ışığı
aradığımda, kör edildiğimi anladım. Işığı düşledim. Hayal ile uyku arasından kabuslar çekip çıkardığında tutsak edildiğimi anladım. Acılar acıttı.  Yüreğim paramparça edilmişken her biri Aşk'ın peşine düştü. Uyandım.

Ateşin içine atladım, alev alev yandım. Öyle bir yanmaktı ki, ışık oldum. Aydınlandım.
Beni lime lime eden Hayat'a isyan ettim. Kurşunlandım, asıldım, taşlandım. Hayat oldum. Penceremde hapsoldum. Yutkundum özgürlüğümü, yutkundum hayallerimi, isyanımı ben kendim bastırdım.  Belki bu yüzden, bir gün  aydınlatır diye, ışığı  sakladım...  Kaynağında, Ruhumda sakladım.


Sustum.
Beni görmeyenlere, duymayanlara,  egosunu susturmayanlara sustum.  Sustum, görünmez oldum, göz
yumdum, lal oldum. Kulağımdan yüreğime varan notalar gözyaşımla yıkandı, yine sustum. Ölümü özledim, çağırdım, bekledim. Aramadım kendimi- orada burada, şunda bunda diye- fazlasıyla gerçektim.  Kaderime ağlamadım, benim olmadı hiç.  Acıtan varlığımla Aşk'a sığındım. İçim dışım Aşk çünkü...  Hayallerimin peşinden gittim.

eylül



2 Aralık 2014 Salı

Aşk var

Anlar olur; 
Hiç tanımadığınız birine bakıp gözlerinden yüreğine varırsınız. Gitmediğiniz bir yeryüzü köşesinin fotoğraflarında kendinizi bulursunuz. Hiç duymadığınız bir ezgiyi  mırıldanırsınız. Bir sokak çok tanıdık gelir. Bir evin kapısı sizi davet eder, bir rengin içinde uyanırsınız. Küçük bir dokunuş sizi gözyaşları içinde bırakır. Gülümseyen bir yüz  umudunuzu geri getirir. 
İçinizde çağlayanlar çoşar o anlarda,  havai fişekler patlar,  kalbiniz o anların avucunda atar.  O anlarda, herşey mümkün olur. Çünkü...  
........ Aşk var. 

eylül


30 Kasım 2014 Pazar

Seçilmiş (The Giver)

Ben, robot değilim. Yazılımlar yüklenebilir makine değilim.  Köle ise, hiç değilim. Ben,  Akıl, Yürek,  Ruh  ile,  özene bezene, ışık ve umutla yaratılanım. Yaradan kulu, İnsan'ım.


Hürüm. Zindan, prangalar ve anahtarları,  aklımda sadece.  Kendim hapsolur,  özgür olurum. Yürüyorum, kendimce, aklın yolunda; lal, kör, topal...   Mucizeler yüreğimde,  kefaretimi  vicdanım öder. 


Saygı duymam altına, paraya, pula, tüccara, şöhrete, üne, sanatçıya,  siyasete, siyasetçiye.
Eğilmem kürke, mücevhere, saraylara.  Ruhuma seslenen Sanatı alkışlarım, el etek öpmem.
Oyumu insan onuruma, var olma hakkıma saygı duyana veririm, satmam.  Yaradan kuluyum ben.


İnsan'ım. Rengim, dilim, ırkım antropoloji sadece.  Aklım, Yüreğim, Ruhum ile varım. Üstün değiliz
birbirimizden...


eylül



11 Kasım 2014 Salı

Fırında sarıkanat ve patates salatası





Sarıkanat temizlenir, tuz karabiber ve zeytinyağı ile terbiyelenir.  Fırın tepsisine, pişirme kağıdı
üstünde, bir defne yaprağı  ilavesiyle önce üstü kapalı(alüminyum folyo ile) 30-40 dk sonra üstü açık pişirilir.

Patatesler haşlanıp küp küp doğranır. Marul yaprakları ince kıyılıp patatese karıştırılır. Sızma zeytinyağı ve limon, tuz, karabiber ile sos yapılıp karıştırılır.


Çok, çok eski bir yalan



Itiraf etmeliyim ki bu yazıma nerden başlayacağımı bilemedim. Aklımda cirit atan düşüncelerle göz göze gelememenin sıkıntısı var zihnimde.  Oldukça gıcık bir durum; konu belli, fikirde sorun yok lakin kelimeler fazlasıyla kalabalık. 
Sonra yine  kabullendim: bazı fikirler sadece yaşanır, mecburen.

Oldum olalı bildiklerimi paylaşırım. Zor olanı kolaylaştıracak bildiğim ne varsa, kendime saklamam.  Püf noktaları, izlenecek yol, etaplar, herşeyi ama herşeyi bilgiye gerek duyan ve duyduğunu dillendirmeyenle paylaştım.  
Şaşkınlık içerisinde kaldığım zamanlar oldu. Kaderiyle barışmış, kader diye çaresizliği ile kucaklaşmış, ezilmişliği kader edinmiş insan hikayelerini şaşkınlıkla karşılamak ilk tepkim olmuştur.  Belki bu acıtan  şaşkınlık yüzünden  eksiklikleri tamamlamayı görevim bildim.  Bilgi evrenseldir çünkü ve bu gerçek sadece laftan ibaret kalmamalı.

Bilginin gücü inkar edilemez ve... belli şartlarda tehlikeli.  Bilgi, yaşamı kolaylaştırma donanımı, koruyucu bir zırh.  Kimin ellerinde olduğu ve o kimliği oluşturan içeriğe göre anlam-taraf- kulvar değiştiren, inanılmaz bir Güç. 
Bu gücün farkında olup rahatsızlık duyan ise   Yönetenler.  Bilginin araladığı pencerelerden gelen aydınlığın onların karanlık emellerini açık etmesinden korkarlar.  Bu yüzden avam'a yasaklanması, ki olmaz, eksik verilmesi gerektiği fikri ortaya atılmış. 
Itaat eden, başına gelen herşeyi kader diye kabullenen, aslında değiştirebileceği geleceğini başkalarının şekillendirmesine farkında olmadan izin veren kitlelere ihtiyaç duymuş Yönetenler.  Asırlarca ve hala... 

Iktidar olanların ilk yaptığı eğitim sistemine el atmak. Bilgi kirliliği peydah olur. Saçmalıklar komedisi  yazılıp sahnelenir.  Bilgi adına safsata servis edilir.  Bilim/ bilgi pazarlanır olur. Pahalı kurslar, özel okullar, ayrıcalıklı eğitim. Ki! Eğitim herkesin hakkı sloganı altında!.. Dalga geçer gibi ve pervasızca. 

Yanılmayın, siyaset yok yazdıklarımda.  Para iktidarın  gerçek rengi var, asırlardır olduğu gibi. Bu sebeple,  boş, derim, eşitlilik, demokrasi lafları. Boş  aydınlık gelecek umutları, asıl cehennemi yaratan insanın ta kendisiyken...  Cehaleti besleyip büyüten insan. Kinlenen, kibirlenen, intikam alan, ezen, aşağılayan insan.  Özünü unutan, geçmişini reddeden, geleceğini satın almaya kalkışan, insan. Ölüme rağmen. 

Bilgi ise... Onunla üstün olunmaz, yok edici değil  yol gösterici olunur. 
Bilgi, aydınlık bir zihin, hayatta kalma sözü, geleceğin imtihanı.  Pazarlanmayıp hak olsa...
Kimbilir?
Bilmemeyi tercih etmenin zamanıdır belki. Uykuya dalıp bir başka boyutta uyanmanın...
Kimbilir? 
Belki isyan zamanıdır.

eylül

Not:
Birkaç gün sonra kutlanacak Öğretmenler Günü'ne ithafen...





Iyi ÖĞRETMEN mum gibidir, başkaları için  yolu aydınlatırken kendini tüketir.

4 Kasım 2014 Salı

Hayal hırsızlığı


Yazarlığımın ilk yıllarında edebiyat hocamın yazdıklarıma dair uyarısı olmuştu: "karamsar olma" diye.  Gülüp geçtiğimi hatırlıyorum.  Başkaldırı güdüsü ile gülüp geçtim. Yıllar geçti, asiliğim  beni terk etmedi.  Bazen baş belası, bazen kurtarıcı, geri kalan zamanda yeşerecek iklimi ve toprağı  bulamayan nadir bir bitki gibi sararıp solsa da, kalmak için direndi. 

Düşünüyorum da hayallerim hiç de absürt olmadı. Kolayca gerçekleşecek olanları düşledim. Bilerek değil, haddimin farkında olarak.  Velhasıl, bu hayat için mütevaziliğin bir kıymeti yokmuş... Ağa Babaların dediğiymiş, " büyük düşünüp, büyük oynayacaksın" diye. Ve bunu herkesi, herşeyi küçümseyerek yapacaksın. 
Ederim ben böyle anlayışın içine!..   Herneyse, tercih ve hesap meselesi. 

Ruhuma hitap eden müziği dinlerken, içimden duygu çağlayanları dökülürcesine, anlatamadığım bir heyecan sarar tüm benliğimi.  Yazarken ise ruhumun bestelerini duyuyorum, inanılmaz.  Ve bu bir frekans, anlatılanı anlamak, anlaşılmak,  buluşmak için ayarları bulunması  gereken frekans.  Aynı anda aynı kelimeyi haykırmak, aynı duyguda susmak, kemanın aynı teline dokunmak, aynı manzaraya bakmak... 

Yıllar geçti diye üzgün olup olmadığımı düşündüm. Değilim. Aşmam gerekenler gereğinden uzun zaman aldı, yapacak bir şey yok.  Öyle olmalıymış.  Ömür, resimli bir kitabı tamamlamak  ise ben kendi hikayemi hala yazmaktayım.  Her renkte yaşanacakların farkında...  Karamsar olunmaz ki, içinin simsiyah olduğu anlar olduğunun farkındaysan... 

Kolayca mutlu olabildiğim için mutluyum, öyle anlatılmaz, muhteşem bir hafiflik ki...
Bazen, aslında çok değil benim istediğim diye ağlayabiliyorum.  Yüreğimi mutlu etmek için burada olduğumu düşünüyorum, sıklıkla.  Güzel, masum, tertemiz herşeyin farkında olup onu koruyup kollamak için... Ve zifiri karanlıkta kayıp olmamak, çamura bulanmamak için direniyorum.  

Hayallerim küçücük, Aşk ile harmanlanmış, uzanıp dokunacakken kanatlanan, yine de mümkün.  Çalınmasalar...

eylül


30 Ekim 2014 Perşembe

Ruhumun gizli bahçesi(bir film)


Harry ve oğlu (Paul Newman)

Kaç gündür yazmadım ve bu durum, tekrarlayan bir egzama kadar rahatsızlık verici. Kayıt cihazı kutunun içinde beklerken, cümleler  kervanının yürüyüp geçmesini sadece seyrettim. 
Bölük pörçük ifadeler, birbirinden bağımsız görüntüler, hayal meyal film kareleri ve ağır, bazen katlanılması zor gerçekler.

Bana çelme atan film sahnesi sıradan, gündelik ve aslında utanç verici.  "Harry ve oğlu" filmini kaç kez izlediğimi saymadım fakat gerçek şu ki bu ödüllü yapıtı hakkını verip  izlediğimi de sanmıyorum. Bir türlü odaklanmamış olduğumu düşünmek istedim, her defasında. Şimdi ise farklı zamanların farklı psikolojik halleri diyebiliyorum.  İlginç olan şu ki hep izlemek istedim.  Aksiyon yok; dram, sıradan, insani, hayat.  Sonunda anladığım şu oldu: film içeriği ile alakalı bir durum yok, o sadece bir sebep, geçiş, itme gücü oldu.

Rahatsız olduğum o filmdeki sahneler değil aslında, yüzde yüz  hayat olmuş insanların  farkında olmak. Sorun, insanın hırsı, bencilliği, kaygısını izlemek değil, bunların gerçekten varolmalarına katlanamamak. 

Oysa yaşam... Göz açıp kapayana kadar geçen bir süre. 
Bazılarımızın özel hissettirmeleri bu sürenin farkında olmalarından...

Bir başkasının durumunu anlamak keyfi bir zorunluluk değil, yani isteyerek anlamamak veya anlamak yok. Empati ise aydınlık, eğitilmişlik, Yürek, vicdan, alçakgönüllülük,  mukaddes  ruh gerektirir.  
Elleriyle yarattığı cehennemde yanar insan ve aynı anda günahkar(insani) bir algının içinde yaşar. Yaptığı herşeyin sebebi, her adımının, her sözünün bir suçlusu var.  Doğru olan herşey ondan yana, bu yüzden "yanlış" gördüğüne hükmetme hakkı bulur. Bencil, cahil, kibirli bir varlık insan. 

Yaşamak; boğazında düğüm olan yutkunma.
Yaşamak; kendini kaybetmek. 
Yaşamak; baştan aşağı Aşk olmak... 

eylül


27 Ekim 2014 Pazartesi

29 ekim 2014


Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
 

Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927





 
 
Cumhuriyet Bayramı Kutlu Olsun!..
 
 
 

12 Ekim 2014 Pazar

Sorun Değil


Sıradan sonbahar ekimi, kararsız, ılık. Yapraklarını döken ağaçlara bakıp onlara "sorun değil" demek geldi içimden. Bulutlara bakıp "sorun değil, yağmur gelir" demek istedim.

Dünyaya, hayata, ertelenmiş sevinçlere, kırılgan masumiyete baktım.  Eksik kalan gülümsemelere uyandı hüznüm, burnumun direği sızladı, yüreğimin sıcağına sarıldım.

Sorun değil, dedim kendime. Ruhumun gizli bahçesindeyim ben.

Pusuda bekleyen: Hayat.

Hayat keskin ve soğuk. Çelik kılıçtan daha keskin, buzdan daha da soğuk.
Hayat, uçsuz bucaksız savaş alanı, uçsuz bucaksız bir arena. Bir sirk gösterisi, Hayat.

Silahlarını kuşanıp, zırhına bürünüp savaşırsın. Hayat duvar olur yolunda, aştıkça  adım adım geçer ömrün, zaferin bir sonraki duvara kadar sürer.

Gülersin, ağlarsın, koşarsın, durursun, bağırırsın, susarsın ve gösteri sona erer.
"Sorun değil" dersin, Hayat biter...

eylül

Elmalı, Cevizli Pay





Elmanın benzersiz tat ve aroması, egzotik tarçın ve kışkırtıcı ceviz ile Elmalı Cevizli Pay


 Gereken malzeme:
 250 gr un
 100 gr toz şeker
 1 yumurta
 120 gr soğuk tereyağı
yarım kabartma tozu
 vanilya / limon kabuğu rendesi

İç:
 3-4 rendelenmiş elma
 bir avuç kıyılmış ceviz
 2-3 yemek kaşığı toz şeker
 tarçın

Önce hamur yoğurulur. Un, şeker, kabartma tozu ve vanilya karıştırılır. Tereyağı küçük parçalara kesilip unlu karışımın içine atılır ve yumurta ilave edilir. Hamur kuru ve topaklı bir hal alsa da kısa sürede pütürsüz bir bezeye dönüşür. Şeffaf folyo ile sarıp bir saat buzdolabında bekletilir. Sürenin sonunda hamuru ikiye bölüp her bir parçayı şeffaf folyo üzerinde pişirilecek kabın şekline göre açılır. Fırın kabı pişirme kağıdı ile kaplanır ve ilk hamur parçası yerleştirilir, çatal ile delikler açılır. Rendelenmiş ve suyu sıkılmış elmalara kıyılmış ceviz, şeker ve tarçın karıştırılır. İç malzeme hamurun üstüne yayılır ve ikinci  hamur ile kapatılır ve iki hamurun kenarları birbirine bastırılır.
170-180 dereceye ısıtılmış fırında yaklaşık 35-40 dk pişmeye bırakılır. Kabında soğumaya bırakılır( henüz soğumadan çıkarılırsa kolayca çatlayabilir). Üzerine pudra şekeri serpiştirilir.



6 Ekim 2014 Pazartesi

Sor kendine

Önce müziğe bırak kendini...




Hayat'ın kullanım kılavuzu olduğunu bir anlık farz et.  Olacakların yeri ve zamanını,
yüzleri, sesleri, adımları ve kelimeleri önceden bildiğini farz et.
Sonra, yokları sırala, tek tek;  Umutları, özlemi, kavuşma heyecanı, beklenmeden
gelen sevinçleri, hüzün, sabır, mutluluk ve hayaller...

Bilseydin başına gelecekleri, yolundan döner miydin?.. sor kendine. 

Mevsimleri yüreğinde yaşamayı denedin mi?
Sor kendine; çiçeklendin mi, yandın mı, yaprak yaprak dökülüp içindeki buzları
erittin mi?.. Ay'a bakıp kalbinin büyümesini hissettin mi?..

eylül

29 Eylül 2014 Pazartesi

Elma mevsimi, iki tarif

Elmalı rulo


Gereken malzemeler:

4 yumurta
1 bardak şeker
1 bardak un
kabartma tozu
4 elma
şeker ve tarçın

Yumurtalar şeker ile birlikte şeker eriyene kadar çırpılır.
Kabartma tozu ile birlikte elenmiş olan un ilave edilir.
Elmalar soyulup rendelenir, suyu sıkılır ve pişirme kağıdı ile kaplanmış
fırın tepsisine eşit olarak yayılır.
Üzerlerine şeker ve tarçın serpiştirildikten sonra kek hamuru dökülür.
Önceden 180 derece ısıtılmış fırında 20-25 dk pişirilir. 
Fırından alıp toz şeker serpiştirilmiş kağıt veya kuru havlu üstüne(elmalı
kısım üstte kalacak) tersyüz edilir.
Pişirme kağıdı sıyrılarak, ki kolayca çıkacaktır, rulo yapılır.
Not:
Elmalı ruloyu ister öylece bırakır, ister glazür veya çikolatalı sos ile kaplayabilirsiniz.






Elmalı kek



4 yumurta,
1,5 bardak şeker
4 yemek kaşığı sıvı yağı
3 yemek kaşığı yoğurt+1 çay kaşığı karbonat
1,5 bardak un+yarım paket kabartma tozu
3 elma(kabuğu soyulup fındık büyüklüğünde parçalara kesilir),
fındık veya ceviz içi, tarçın

Yumurtalar şeker ile birlikte iyice çırpılır. Yağ, ardından yoğurt+ karbonat
karışımı eklenir.
Kabartma tozu ile birlikte elenmiş un ilave edilir. En son  kek hamuruna 
kıyılmış ceviz içi ve tarçın ile elma parçacıkları karıştırılır.
Büyük kek kalıbında veya yağlanıp unlanmış herhangi uygun kapta önceden
200 derece ısıtılmış fırında 35-40 pişer, yine de kürdan ile pişip pişmediği
kontrol edilmeli.
Not:
Ben, deneme amaçlı,  kağıt kalıpları kullandım.