Bu Blogda Ara

31 Mayıs 2015 Pazar

Sus, yoksa...




Buradasın ya, aklını kaçırmış olmalısın. Hayat böyle bir şey, seçenekler sunar, bedeli karşılığında.  Oysa  hepimiz masum geliriz dünyaya.  Deli olmalısın veya karanlık tarafa geçmiş.

Canımı yakıyor içimdeki ses. Göz çukurlarım ağrıyor, aralıklarla kör oluyorum, gün ışığını kaybedip
buluyorum.  Müzik, ilacım. Daha beter boşalıyor gözümün gönlümün yağmuru. Yine  müzik sarıp sarmalıyor yaralarımı, farkındayım.  İhanete uğramış hissediyorum. Terkedilmiş, yarı yıkık bir ev gibiyim. 
Bacalarım çökmüş, pencerelerim, kapılarım sökülmüş, duvarlarımın badanası kararmış, kirli, ıssız,
yoksunum. Anladım, haykırışlarım hep içime, sessizliğime hapsolurum. Susmak zorundayım.
Oysa aydınlıktı nefes aldıran. Oysa umuttu adım attıran...
Anladım. Hayat diye adlandırılan makinenin çalışma prensibini çözdüm. Sen ne dersen de. Hiç de komplike olmayan, alay edercesine basitliği ile hüküm süren hayat şifrelerini kırdım.  Sen gül bana, kız veya lanet et, nasıl istersen. Susmak için kararlıyım. Susmak için buradayım. Merak etme, yokmuşum gibi davranırım. Hiçmişim gibi yaşarım. Ot muşum gibi sararıp ölmeyi kabullenirim.  Katlanmak için değil, kabullenmek için buradayım. Yok muşum gibi... harcanırım.
Ahh...
Yandığımın hayatı. Aşk olmasa hiç çekilmezsin ya.  Şükrettiğim bir tek bu.
Yalanların ortasında yandım. Canım çekildi, ölmek istedim. Kolay bir yolu olsa gider olduğum...  Zahmetsiz, bedelsiz, fırsatsız. Ölmek istedim. Görmemek, duymamak, isyan ve hayal etmemek için ölmeliyim dedim. Şu hırsları, kibri, bencilliği, adaletsizliği, aymazlığı, cahilliği, bir daha cahilliği, acımasızlığı, merhametsizliği görmemek için ölmeliyim dedim.  Ölemedim.  Gitmenin yolunu bulamadım.
Bu kadar kolay mı? diye sordum. Avaz avaz haykırdım. Kolay mı inkar etmek. Kolay mı unutmak. Kolay mı vaz geçmek?.. Vicdanı öldürmek kolay mı?..
Kolaymış... Galiba. Gördüklerimden. Duyduklarımdan. Öğrendim.
Ahh be kardeşim.  Çürüyüp gideceksin. İsmin, cismin, esamen kalmayacak. Keseni doldursan, beni yensen, ne olur?..
Yandığımın düzeni.
Ben, Aşk dedim...








eylül



















20 Mayıs 2015 Çarşamba

Hayat işte

3 Mart 2013 Pazar


Simya

Bazen tıkanır kalırsın şu hayatta, kilitlenmiş gibi, hep aynı değirmenin içinde döner durursun.  Kıpırdayamazsın, bir adım öteye gidemezsin, bunu ne kadar çok istediğin hiç önemli değil.  Sabah uyanır, akşam uyursun. Ya da  bütün gece uyku girmez gözüne,  gündüz ise  depresif uyuklamalarına bedenini  bırakırsın.  Herşey sıradan görünür sana,  basit ve değersiz.   

Öte yandan, belki herşey senin istediğin gibidir.  Belki mutlu olmak için sadece gerçekten görebilmen gerekir, oysa sen bütün bunların farkında değilsin...   Kendinden bir karış bile öteye gidebilsen, hadi birazcık da silkinsen, belki  başarırsın.  Ne kadar çok sen var bu gezegende, görebilirsin. Ne kadar çok  hikaye  var, ne kadar çok sır var, ne kadar çok ışık ve karanlık...  

Hani bazen sorarsın ya kendine: yok mu bana hayatı anlatacak birileri? Hani birikmiş sorularına cevaplar ararsın-internette, kitaplarda, şarkılarda,  filmlerde...  Bir defter olmalı dersin kendine, tüm düğümleri  çözecek reçeteler yazılıdır orada.  Birisi olmalı, bir şey olmalı sana rehberlik edecek, diye 
kıvranır durursun.   Bir de çözmüşsündür yaşamayı, öğrenmişsin, biliyorsun. Bu sebeple ya bu sıradanlık, bu basitlik... 

Şimdi,  içindeki eksiklikle, tat  alamadığın günlerinde boğulurken  bir çözüm onun için de olmalı diye aranır durursun. Ne uzaklara gitmek olur ilacın, ne de yüreğini duymazdan gelmek.   Kilit altında, kırpılmış hayallerinle ufalanır durursun bu eski değirmende.  Boyun büküp, sensizliğinle hayata katılırsın...   

İçin kanamalı bir hastanın bitkinliği  ile, acılar içindeyken,  yüzünü dışa dönersin.  Unutursun, benliğini  alacakaranlıkta bıraktığını unutursun,   yok olur  umutların. Un ufak oluverir  masumiyetin, cam kırıkları saplanır ruhuna, kapanırsın. Birden öylece kalakalırsın, ışıksız bıraktığın bir deniz çalkalanır içinde...

Masum düşlerin kalır geriye, onlara dokunamaz Hayat'ın eli.  Uyandığında hatırlayamazsan onları, hissedersin. Bir şeyler var, dersin, aklımın bir yerinde  takılıp kalmış, dlimin ucuna gelmeden kaybolmuş bir şeyler var.  Ateşin yakınında oturup alevlerin dansını izlerken  birden hatırlarsın o bir şeyleri...  

Satın alınmamış  sevgilerin sana dokunduğunda, senin olmayan şevkatlerle sarsıldığında, sebepsiz gülümsediğinde hatırlarsın düşlerindeki unuttuğun Sen'i...   Hatırlarsın yüreğinin sıcaklığını, hislerinin acıtan hazzını, boğazında düğümlenen duyguları, ruhun ile göz göze gelip hatırlarsın burada bulunmanın sebebini.  

Ne başarılı, ne zengin, ne güçlü, ne tek, ne benzersiz, ne rakipsiz, ne muhteşem, ne katil, ne kurban, ne tutsak, ne de hükümdar olmak için gelmediğini,  birden anlarsın. Anlarsın ve altında ezildiğin Hayat  tuzla buz olur karşında.  Reçeteler,  kitaplar,  yol gösterenler, öğretenler anlam değiştirir. Yaşamayı  öğrendiğini idrak edersin, asla Hayat'ı değil!..  

İşte kırılma noktasını buldun, başardın, haykırırsın, duymasa da hiç kimse seni.  Hayatı çözmeden, kendini  kaybetmeden,  her nefeste kendinden yeni bir parça daha bulup her nefeste başka bir Sen ile tanışırsın.  Sihirli bir karışım içermişçesine yudumlarsın  her  an'ını,  her renge, her sese   tek tek dokunarak.

Bir bakmışsın, dinlediğin şarkının tınısında bir "hayat" değil, bir duygudur başını döndüren.   Ve bunların olması için denediğin her yolun sana ait olmadığını  anladığında, işte o vakit farkına  varmışsındır, kendinin...   Tüm bilmecelerin sen ile çözüldüğünü anlarsın...     

eylül

19 Mayıs 2015 Salı

Türk Gençliğine



"Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. 
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici bedhahların olacaktır. Birgün, İstiklal ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet vehatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakrüzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı! 
İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen, Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur." 

Mustafa Kemal Atatürk





MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'S ADDRESS TO TURKISH YOUTH

Turkish Youth, Your first duty is to preserve and to defend Turkish
Independence and the Turkish Republic forever. This is the very
foundation of your existence and your future. This foundation is your most
precious treasure. In the future, too, there may be malevolent people at
home and abroad, who will wish to deprive you of this treasure. If some
day you are compe lled to defend your independence and your Republic, you
must not hesitate to weigh the possibilities and circumstances of the
situation before doing your duty. These possibilities and circumstances
may turn out to be extremely unfavourable. The enemies c onspiring against
your independence and your Republic may have behind them a victory
unprecedented in the annals of the world. It may be that, by violence and
trickery, all the fortresses of your beloved fatherland may be captured,
all its shipyards occupied, all its armies dispersed and every corner of
the country invaded. And sadder and graver than all these circumstances,
thos e who hold power within the country may be in error, misguided and
may even be traitors. Furthermore, they may identify personal interests
with the political designs of the invaders. The country may be
impoverished, ruined and exhausted. Youth of Turkey's future, even in
such circumstances it is your duty to save Turkish Independence and the
Republic. You will find the strength you need in your noble blood.

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Doğuş Otomotiv Trafik Hayattır!

Önemli olan ne kadar hızlı vardığınız değil, nasıl vardığınız...
Trafikte aşırı hız yapmayın! Çünkü Trafik Hayattır!



 
Aşırı hız son yıllarda kazaya sebep olan unsurların başında yer alıyor. Özellikle gençlerin yaptığı trafik kazalarının çoğu aşırı hız nedeniyle meydana geliyor. Doğuş Otomotiv’in kurumsal sorumluluk markası Trafik Hayattır, ‘aşırı hız’ı konusunu ana mesajları arasına alarak projelerini kurguluyor.
Dünya Sağlık Örgütünün raporuna göre trafik kazalarındaki ölümlerin yaş grubu analizinde diğer ölüm nedenleri arasında 15-29 yaş grubu birinci sırada yer alıyor.   Bu durum gençlere yönelik trafik güvenliği kampanyalarının acil olarak arttırılması gerektiğini gösteriyor. Trafik Hayattır platformu bu noktada çok önemli inisiyatifler alarak önemli projeler geliştirdi; 4 senedir devam eden Trafik Güvenliği Uzaktan Eğitimi projesinin üniversitelerde seçmeli ders okutulmasının yanı sıra, 2014 yılında radyolarda yer alan ‘aşırı hız’ radyo spotu da dikkat çeken bir diğer proje oldu. İki projede birçok önemli ödül aldı. Bu ödüllerden en çok gurur veren ise 2014 Birleşmiş Milletler Genel Kurultay’ın da iki projenin Avrupa’da trafik güvenliğiyle ilgili örnek uygulama seçilmesi oldu.


Trafik Hayattır, ‘aşırı hız’ ile  ilgili projelerine yenisini ekledi ve her birinde farklı trafik güvenliği mesajlarının verildiği bir animasyon serisi üretti. Aşırı hız konulu animasyonda her gün trafikte rastladığımız hatalar vurgulanıyor.  Çocuğunu almaya giden bir babanın trafikte kalmasını ve sonrasında hız yaparak girdiği emniyet şeridinde kaza yapmasını anlatan animasyondan hepimizin çıkaracağı dersler var.
Bir boomads advertorial içeriğidir.

10 Mayıs 2015 Pazar

Yol

Uzun zamandır yazmak istediğim bir yazının cümleleri tarafından kuşatıldım.  Rahatsızlık
verici bir durum. Düşünceler, kelimeler, paragraflar gelir, oysa ben bomboş bir kağıt gibiyim.  Gecenin bir yarısı uyandırıp, acıtıyor her biri.  Kanatlanıp uçuyorlar, pencere pervazındaki serçeler gibi. Geride kalan bir ben ve de içimdeki derin sessizlik.
Acıyor fikrim, Aşk ruhum kavruluyor; yer yanlış, zaman kahpe, yol amansız, yine de yürünmeli...
Ne cehennem ne de cennet, sınav yeryüzünde. Hayat ise kandırmaca, kıyım, dehşet.  Öğretilmiş,
cahil bırakılan dimağlara kazınmış korkuların esirleri, kayıp ruhlar, vicdansız para köleleri, yeryüzünde. Güzel-çirkin, iyi-kötü, doğru-yanlış, yalan-gerçek, insanın içinde. 
Etime kazınır olan biten her şey, zihnim kanıyor. Ben  aptallığıma sığınırım, çünkü orada
herkes melek. İsyanım ise, Aşk'a zarar...
Aklımı zorlayan bir hayat var.  Şaka  değil, hakarettir olan biten. Aptal olan değil, aptal yerine konanlar var... Kandırmacadır hayat. Kendini kandırır durursun: inancınla, hissinle, canın ve
kanınla.  Uyutulursun... İsteğin ve izninle.

eylül

8 Mayıs 2015 Cuma

Güle güle...

Kaybettik...

Hiç gitmeyeceklerini düşündüğümüz insanlar vardır ya, O da onlardan biriydi...



5 Mayıs 2015 Salı

Kaçamak


Sokak yemeklerinin lezzeti farklı, kimi zaman ustasından, çoğunlukla ambiyanstan. 
Yolculukta, şehir gezilerinde, okul teneffüslerinde, çalışanların yemek molalarında, sinemada gösterimden önce atıştırmalık arayanlar bu tadı bilirler.  Ortamın havasına göre değişen bir tat.  Elbette hazırlanışı ve malzemesi de etkili.
Haftasonunu fırsat bilip Boğaz turuna çıktıysanız, ekmek arası balık, midye tava, veya Taksim'de soğuk/sıcak sandviç, köfte, döner gibi hızlıca hazırlanan yiyeceklerin tadına bakmak ister insan.  Keyfiniz de yerinde, hava güneşli, tatlı yorgunluğu doyurmak gerek. 
Veya televizyonun karşısına yerleşip kendinize çifte ziyafet çekersiniz.
Açıkçası bir sosisli kaçamağının bu kadar lafı hak ettiğine biraz şaşırdım.  Herşeyi kendiniz hazırlayınca böyle oluyormuş meğer;)



Malzemeler: 
Önce sandviç ekmekleri pişirilecek,
( 3,5-4 bardak un, çabuk maya, 1 bardak ılık  su, tatlı kaşığı tuz, yemek kaşığı şeker, iki yemek kaşığı zeytinyağı)
sosisler için domates sosu hazırlanacak,
( soğan incecik kıyılır ve zeytinyağında yanmadan kavrulur. birkaç diş sarımsak bıçağın
geniş tarafı ile ezilip doğranır ve soğana eklenip kavrulur. ister konserve doğranmış domates, ister taze domates rendelenir ilave edilir. Tuz, karabiber, kekik, şeker ve pul biberi ya da acı/tatlı biber salçası ile sos tatlandırılır.  Sosisler eklenir ve pişmeye bırakılır)
turşu, mayonez, yoğurt, sarımsaklı (ranch) sos, patates kızartması...
Sosisli sandviçler hazırlanıp bir sonraki aşamaya geçilir: film seçip izlemek

3 Mayıs 2015 Pazar

Anne

'Anne olmak zor şey. Acı çekmeli, fedakar olmalı, kendinden vazgeçmelisin. Çilekeş, 
uykusuz,  endişeli olmalısın.  Günde bir kez bile  yüreğin ve ruhun acı çekmezse, 
yeterince iyi bir anne değilsin.  Sebepsiz mutlu olduğun anları kendine zehir edecek
bir şeyler bulmalısın.  Kötülüğü getirir diye tedirgin olmalı sevincin.  İyisi mi, dua et.
Kim olduğunu unutmalısın, çocuğun iyi olsun yeter.  Hayallerin, arzuların, yapmak
istediklerin yok elbet.  Eğlence diyarlarına hele, hiç adım atmamalısın, felekten bir gün
çalmak  neyine.   Tüm vaktini çocuğuna ayıramadın diye  yorgunluğundan suçluluk
duymalısın. Çocuğun sana tatlı tatlı gülümsediğinde içine akan  huzurdan bile
kuşkulanmalısın: "nasıl yani?, dünyanın en zor şeyi anne olmak iken,
nasıl bu kadar mutlu olabilirim", diye kendini acımasızca yargılamalısın... '


Tanıdık gelen bir yaklaşımı tekrar hatırlatmak istedim. Pek çoğunuz karşı çıkacak. Pek
çoğunuz itici bulacak. Sebepler öne sürüp kendini kendine karşı savunacak. "Hayat"
diyecek pek çok kişi. Bazıları ise yaklaşmakta olan Anneler Günü'nü hatırlayacak.
Hayat, asırlardan beridir zor.  İnsan olmak da öyle. Anne veya baba olmanın kolay tarafı
yok bu yüzden. Yermek veya övmek adına bu üç ismin önüne  iyi veya kötü sıfatını
koyabilirsiniz. Onları küçük veya büyük harf ile yazmak da sizlere kalır. Hangisini seçerseniz
seçin bilin ki adil olmazsınız.  Empati kurmadan, acı tatlı yaşanmış ne varsa paylaşmadan,
onu anlayamazsınız. "Zordur annelik" diyenlerden anlayış beklenmez, laf olsun diye
söylenmiştir.  İnsan yavrusunu büyütmek zor.  İlk günlerinden itibaren eğitmek gerektirir. 
Balta girmemiş ormanda yaşama yetisini kazandırmak için eğitilmeli. Çünkü hayat bu,
kuşatılırsınız, tutsak düşersiniz, savaşırsınız, kazanır ve kaybedersiniz. Hayatın anlamı bu. 
Annelik, yavrusunu insan olmanın hakkını vermek için eğitebilmektir. 
Annelik, bir makam değil, inkar edilemez bir bağ. Gözlerin kapalı dayandığın duvar,
sığındığın barınak, tökezlediğinde tutunduğun el, sevincini, hüznünü  paylaşabildiğin yer.  
Anne önce İnsan'dır.  İşte bu hiç unutulmamalı.  İnsan olmak zor...


Anneler Günü'nden sonraki gün benim annemin doğum günü.   11 Mayıs. Sık sık Anneler
Günü ile çakışır. Annemi uğurlayalı altı yıl olacak. Geçen zamanı düşünmek gelmiyor içimden,
dün gibi geliyor, lakin yas tutmuyorum. Onun gittiği yerde iyi olduğunu düşünmek istiyorum.  İnanıyorum, ben burada Aşk ile birlikte olduğum için,   O huzurlu...
Bazen, keşke daha çok zamanımız olup onu tanıyabilseydim diye düşünüyorum. Kalıcı bir
düşünce değil ki, uçup gidiyor. Ne pişmanlık duyuyorum ne de keder. Besbelli, öyle
olmalıymış. Hayatımın çeyreğini onunla geçirdim ve buna rağmen bir ömür yaşamışçasına
anneliğini tattım. İsyanlarım da oldu, beni anlamadığını da düşündüm. Eksikliğini de duydum, varlığına da şükrettim. Aramadım, aradı, yazmadım,O yazdı. En önemlisi, hayatıma saygı
duydu. Benimle hiç dertleşmediğini hatırlıyorum. Hayattayken bu gerçek aklıma düşmemişti. Eleştirmedi, nasihat vermedi, beni mutlu eden sürprizler yaptı. Sayfa sayfa okunacak bir kitap
gibiydi benim için.  Gözlerimi alamadığım bir film yıldızı.  Birbirimize ne iltifat etmişliğimiz
oldu ne de kavga ettik. Kötü zamanlarımda ne kadar belli etmediğini düşünse  de benim için endişelendiğinin farkına varır renk vermezdim.  Evden uzakta beni korurdu; kötü haberleri duyurmazdı. Hastalıklar, kazalar, talihsizlikler, sıkıntılar; hiç birini bilmezdim.  Beni sevdiğini söyleyemezdi... Ben biliyordum. Beklemezdim.


Sinsi hastalıkla boğuşurken  bir süre hastaneye yakın diye bir arkadaşının evinde kaldık.
Evin misafir yatak odasında kocaman bir yatağı paylaştık. Bir gece ağladığını duydum,
yarı uykulu nefesimi tuttum. İnme inmiş gibi kıpırdayamadım. Sırtımı dönüp onu utandırmak
istemedim. O gece: "seni çok seviyorum kızım..."  dediğini duydum. Bunu söylemeseydi
de ben biliyordum. Sürekli tekrarlaması, haykırması gerekmiyordu, besbelliydi. Hislerimle anlıyordum.  Bir an olsun iyi veya kötü arasında gidip gelmedim. Bir kez olsun anneliğini
sorgulamadım. Ben onu yüreğinden tanıyordum. O benim Anne' mdi.

eylül

1 Mayıs 2015 Cuma

Tanıdık geldi mi?

Hitler-Goebbels propaganda stratejisi

Goebbels'in söylediklerinden:

"Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur. İnsanların yalana inanması o kadar kolaylaşır."
"Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız insanlar ona o kadar fazla inanırlar."
"Büyük yalancılar büyük sihirbazlardır."

1Mayıs











Yorumsuz