Bu Blogda Ara

11 Kasım 2015 Çarşamba

Çıldırmadan önce herşey çok güzeldi

denemelerimden...


Basitçe; sabahın ilk seslerine, günışığının yüzüne düşmesiyle  uyanmak yerine  ağır bir yükü sırtlama düşüncesiyle  gözlerini açtığın gün, vazgeçersin. Herşeyden.
Uzun cümlelerde boğulmak gibisinden bir yaşamak olur tekdüzeliğin. Sık sık kaçmaktan, gitmekten bahsedip kalmaya devam edersin.

Günlük yaşarsın. Her sabah, bugün ne olacak diye merak etmeyi bırakıp-iyi kötü -gelen her ne ise, kabullenip karşılarsın. Ara sıra sinir krizleriyle silkelenir benliğin, varlığına lanetler yağdırıp sonra durgun sular gibi hayatının  seni sürüklediği yere akarsın.  Vazgeçersin, başlarsın yine vazgeçip devam edersin. Bitmez bir tekerrüre yazılır ömrün, basitçe: sonunu beklersin. Gün gelir kendini koyverirsin.
Ağır, yapış yapış bir rüyada kalmanın hayalini kurarsın. Direnir her sabah bedenin, kirpiklerin bile kenetlenir, uyanmak istemezsin...

Gün gelir, kocamış bir yalanın içinde olduğunu çözersin.  Ne ağlar, ne de gülersin.
Tüm gücün tükenmiş,  çiğnenip tükürülmüş, kullanılıp atılmış olmanın gerçeğiyle yaşarsın.  "İşte bu kadarım", dersin. İçinden yıkılırken, sahte sahte gülümsersin.
" Bu kadar mı?" çanları çınlatır ruhunu, isyanlarını gömecek yer ararsın. "Lanet olsun!",
diye haykırırsın, sesini duyan olmaz. Senin kadar yalnız, senin kadar bedbaht hiç kimse yok diye zırvalar, kendine acırsın. Karanlık günlerin, zift karası kaderin var senin, inanırsın.  Zihnin bile ihanet içinde, hiç aydınlık günün olmadı diye fısıldadığını sanıp onurlu, iyi, güzel herşeyi unutursun.
Her şeyi unutursun...Tasasız çocukluğunu, mantıksız ergenliğini, ilk aşk kıvılcımını, heyecanlı gençliğini unutursun.  Vefayı unutursun. Sen hep ama hep mağdursun.


eylül


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder