Bu Blogda Ara

31 Aralık 2016 Cumartesi

2016'nın ardından...

Yeni Yıl

Yazıldığı gibi: sadece Yeni Yıl. Basit gerçek bu.  Defterin yeni sayfasına geçmek, yeniden başlamak, yeniden umut etmek.
Belki değişen bir şey olmayacak, hayat olduğu gibi devam edecek, olsun. ' Olsun' demenin pervasızlığı umut, sabır, olgunluk ve içtenlikle yaşanmalı.
Anlamı yok hiçbir şeyin eğer yürekten geçmiyorsa aklın yolu...

"Ne dilersen, gerçek olur..."
(Aşk )


23 Aralık 2016 Cuma

Sen iyi ki değişmedin kalbim


Gökyüzünün kasvetinden mi başlasam, içimdekinden mi, karar veremedim.  Adını koyamadığım bu halimi  yaşıyorum.  Yazacak o kadar çok şey var ve ben onları susmak istiyorum.   Yazılanların, söylenenlerin yüreğin süzgecinden geçmediği  bu devrin isyanındayım. Sessizliğimde tükeniyorum. Sen iyi ki hiç değişmedin kalbim...

Biliyorum, belki bitmez tükenmez umudumdan ötürü, iyi insanlar var bu yaşlı gezegende.  Biraz çaresiz, hüzünlü hatta  depresif olsalar da.   Biliyorum; tarih yazmış böyle karanlık zamanları, gün geldiğinde her şey bir kıvılcımla değişir.  Sessizliğimde haykırıyorum.  Aklımda  düşünceler uçuşuyor ve ben onları susturamıyorum. Müziğin sesini sonuna kadar açsam da, başımı duvarlara vursam da susturamam.  Yapabileceğim yegane şey gözyaşlarımı tutmadan ağlamak.
Gözkapaklarım kızarana kadar ağlamak. Farkındayım, değişen birşey olmayacak. Söylenildiği gibi ağlayıp rahatlamayacağım, daha da berrak olacak dünya görüşüm, daha da keskin ve daha fazla acıtacak.  Değiştiremem çünkü.
Hayatı adil yapamam.  İsyanlar bana kalır. Mum gibi yana yana tüketirim kendimi.  Sen iyi ki değişmedin kalbim...

eylül


18 Aralık 2016 Pazar

Limonlu Kurabiye



25 adet kurabiye için gereken
Malzeme:

120 gr toz şeker
100 gr soğuk tereyağı
1 limonun kabuğu rendesi
25 ml taze sıkılmış limon suyu
1 yumurta
270 gr un
kabartma tozu

ayrıca: yuvarlamak için bir miktar toz şeker ve pudra şekeri


Yapılışı:

Küçük doğranmış veya rendelenmiş tereyağı şeker ile birlikte karıştırılır. Yumurta, limon kabuğu rendesi ve limon suyu eklenir. En son kabartma tozu ile birlikte elenmiş un ilavesiyle kurabiye hamuru yoğurulur. Şeffaf folyoda  buzdolabında 1 saat dinlendirilir.
Süre sonunda ceviz büyüklüğünde kurabiyeler hazırlanır, önce toz şekere sonra pudra şekere batırılıp pişirme kağıdı serilmiş fırın tepsisine aralıklı dizilir.
170-180 derecede 20 dk pişer.

not: fırına göre pişme süresinde sapma olabilir.

kaynak:  http://www.misya.info/ricetta/biscotti-al-limone.htm



17 Aralık 2016 Cumartesi

Sistemin çarkları...

"Türk Silahlı Kuvvetleri Kayseri'de meydana gelen bombalı saldırıya ilişkin bir açıklama yaptı. Açıklamada; saldırıda 13 askerin şehit olduğu, 48 askerin de yaralandığı belirtildi."


Araba kullanmak için ehliyet, sahibi olduğunuzu kanıtlayan belge istenir;

Anne ve baba olmak, çocuk yetiştirmek için,
Hatta, bazen,
Ülkeyi YÖNETMEK için hiçbir belge gerekmez...

Öte yandan,  belgeli karaktersizlere diyecek bir söz yok.

Tekrar başımız sağolsun  🇹🇷

10 Aralık 2016 Cumartesi

İkinci el



Ayağa vuran ayakkabının acısı fena, bir de o su dolu baloncuk patlarsa, eyvah eyvah.
Buna rağmen yepyeni, gıcır gıcır ayakkabıların acayip ağrı kesici  etkiye sahip, dayanılmaza dayanılır.  Yeni  ceket, elbise, çanta neredeyse bayram coşkusuna sebep olur. Hadi biraz daha geniş tuttum diyelim; mobilya yenilemek müthiş, midedeki spazmlarla birlikte.  Yeni bisiklet, yeni araba, haydee oldu olacak yeni ev; bambaşka dünyalar bunlar.  Sıçrama oldukça büyük oldu bu arada, ayakkabıdan eve. Yazı sadece yahu, kelimelerden cümleye dökülen.

Yeni alınan eşyaların kendilerine has kokuları var,  ikinci el ikinci el kokar.
Annemin dikiş hobisi vardı, tam zamanlı çalışıyor olmasına rağmen,   giyim, ev tekstili, örgü ile uğraşır dururdu. İki dikiş makinası, bir dolu her renk iplik bobinleri, makaslar, iğneler ve burnumun direğini sızlatan makina yağı ve yepyeni kumaşların kokusu;  hayatımın ilk çeyreği bunlardan ibaret.  Yine de  bana cici giysiler, yatağıma örtüler, odamın pencerelerine perdeler dikmesine hiç itiraz etmedim, insanım sonuçta, sahip olma güdüsü devredışı kalır mı?.. Ne kadar bencilce. Şimdi biri seslenip " yazııık, içinden gelmiş yapmış" diyecek diye tırstım biraz. Her şeye de bir cevap...
Öyle ama,  ne yazık(derin derin düşününce) içten gelir.  Orada ne varsa o gelir...
Al sana derinlik, al sana klişelere boğulmadan düşünme fırsatı.

Konudan uzaklaşmamak lazım, hadi bakalım.

Türkiye'de ikinci el mağazaları daha çok mobilya, beyaz eşya, araç, konut olarak faaliyette. Bahçe satışı kültürü olmasa da semt pazarlarında ikinci el giysi, ayakkabı filan satılıyor.  Bizim kültürümüzde  yardımlaşmak var, giymediğimizi poşetleyip ihtiyaç duyanlara veririz.  İkinci el, yazıldığı ve okunduğu gibi, lakin ihtiyaç ihtiyaçtır.
Hayatın zor tarafında  olmak nasıldır anlamak gerek. Güvenli olmayan bölgede yaşamak nasıldır anlamaya çalışmak şart.  Yaşamak için  gerekenler çok, hele ki bu devirde.
İkinci el giyinir, ilk elden aç kalsa da insan...

Farkındayım, yazım elimde olmadan uzayabilir, spontane gelen düşüncelerden. Aklımdakine  parmak ucuyla dokunmadan.  Kıyamete doğru itilirken, ikinci el akıl fikirler yüzünden...

Not:
"Avrupa Yakası" dizisinde Gaffur karakterinin dediği gibi: " anladın sen onu!"... 😀


eylül









7 Aralık 2016 Çarşamba

YOLO Dünyası için Geri Sayım Başladı!

haydar-colakoglu-yolo-uygulama
Ulaşımda En Pratik Yol O!  sloganı ile yola çıkan ve Uber’in karşılaştığı en güçlü rakip olan girişim YOLO için geri sayım başladı. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de yoğun ilgi gören şehir içi, konfor ve kaliteyi birleştiren yolculuklar sağlayan platformlara bir yenisi daha ekleniyor. Kısa süre içinde hayatımızda farklı bir yer edinmeyi hedefleyen girişimin adı YOLO.
YOLO, şehir içinde lüks segment araçlar ile şehir içi VIP taşımacılık hizmeti veren ve sektöre çok iddialı girerek diğer rakiplerine nazaran çok farklı iş modeli ve kazanç vaat eden bir mobil uygulama. Dünyada Uber modeli olarak bilinen mobil uygulamanın Türkiye versiyonu olarak planlanmış olan YOLO, uzun süren Ar-Ge çalışmaları sonucunda ortaya çıkmış.
YOLO’yu dünyadaki benzerlerinden farklı kılan en önemli özellik TR’de hukuksal altyapısının sağlamlığı ve farklı kazanç modelleri. YOLO, hem kullanıcılara, hem de iş ortaklarına sağladığı yeni nesil bir iş modeli ile kısa sürede yola çıkıyor.
haydar-colakoglu
YOLO, TEB Holding ve Çolakoğlu Grup Yönetim Kurulu Üyesi Haydar ÇOLAKOĞLU başkanlığındaki güçlü yatırımcı ve yönetim kadrosu ile de dikkat çekiyor. Yönetim kademesindeki 12 kişilik tecrübeli ekibin, 1 yıl süren çalışmaları sonucu ortaya çıkardıkları YOLO, şehir hayatına yeni bir soluk getirmeyi planlıyor.
haydar-colakoglu-teb-genel-mudur
Haydar Çolakoğlu teb genel müdür
haydar çolakoğlu kimdir
Ulaşımdaki zorlukları keyif ve konfor ile çok uygun koşullarda sunmayı hedefleyen ekip adına konuşan YOLO Yönetim Kurulu Başkanı Haydar ÇOLAKOĞLU şunları söyledi;
“Günümüzde temel ihtiyaçlarımızdan biri olan şehir içi konforlu seyahatin hızlı, güvenli ve ucuz olarak sağlanabilmesi başlangıç noktamızdı. Bununla birlikte, kayıt dışı kalan birçok seyahatin kayıt altına alınarak vergilendirilmesi, sektörde hukuksal altyapının sağlamlaştırılması yeni düzende yeni normallere alışan bizler için çok önemli. İşlerimize teknolojiyi en verimli şekilde entegre etmek hem kullanıcılarımıza hem de iş ortaklarımıza yüksek kazanç sağlayacaktır.
YOLO yüzde yüz yerli yapım bir uygulamadır. Amaçlarımızdan biriside bu iş modelini hızlı bir şekilde ülke dışında da kullanılan bir marka yapmaktır. YOLO’nun temel felsefesi bundan ibarettir.
Kendi kurucularımızın sağladıkları desteklerin yanında, henüz başlangıç aşamasında iken Los Angeles merkezli bir yatırım şirketinden 16 milyon dolar değerleme ile bir kısım yatırım aldık. Kendileri ile yaptığımız çalışmalar sonucunda da “you only live once” baş harflerinden oluşan YOLO isminde karar kıldık. Bunun yanısıra Los Angeles, San Francisco, Londra ve Zürih merkezli yatırımcı grupları ile de görüşmelerimiz devam etmekte. Bu güç birliği platformu ile hem UBER gibi bir dünya devine rakip olacak, hem de Türkiye’den bir dünya markası çıkartabilmek için çalışacağız.
haydar-colakoglu-yolo-turkiye
Başlangıç gününde 300’ün üzerinde araç ile hizmet verecek olan YOLO ile kullanıcılar, tek tuş ile araç çağırabilecek, ulaşım ücretlerini kredi kartları ile ödeyebilecekler. Araçta unuttukları herhangi bir eşyanın güvende olduğunu bilecekler. Yıl sonu hedefimizde 1000’i aşkın araçla hizmet vermek var.
Bu uygulamaların yanısıra yolcularımızı çok özel kampanyalardan da faydalandıracağız. Farklılıklarımız, ilk günden bu ayrıcalıklar ile görülecek. Kasim ayında acilacak beta surumu ile İstanbul`un bazi seckin mekanlarinda yapilacak test surusleri ile hizmete baslayacak olan uygulama üzerinden özellikle tanıtım günlerimizde kayıt yaptıran yolcularımıza 15 Aralık - 4 Ocak tarihleri arasında ücretsiz ulaşım hakları, çeşitli promosyonlar sağlayacağız. Açılışa özel bu kampanya gibi birçok büyük kurumdan da kampanya desteği alan YOLO ile yolculuklarınızın standartları değişecek. YOLO’yu hepinize tavsiye ediyorum. YOLO dünyasına hoş geldiniz.”
GooglePlay ve AppStore dan indireceğiniz uygulama sayesinde YOLO dünyasında siz de yerinizi alın. Detaylı bilgi ve iletişim için www.yolo.com.tr adresinden YOLO’ ya ulaşabilir @yolo_turkiye Instagram adresinden de takip edebilirsiniz.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

23 Kasım 2016 Çarşamba

Başöğretmen ATATÜRK...

24 kasım Öğretmenler Günü


Patatesli fırın makarna

Not: bu tarifin orijinali İtalyan mutfağına ait, mozzarella, provola , parmesan gibi peynirler kullanılır ve isteğe göre pancetta (bir çeşit pastırma)  kullanılır.



Malzemesi:
350 gr makarna( artan farklı şekillerde makarna karışımları da olur)
1 adet kuru soğan-kıyılmış
3 adet patates- küp küp doğranmış
150 gr sosis- küçük doğranmış(isteğe göre )
250 gr kaşar peyniri- rendelenmiş
Az zeytinyağı
Tuz ve karabiber

Kuru soğan zeytinyağında kavrulur,  sosis  ve patates ilave edilip ara sıra karıştırarak bir süre sotelenir.  Tuz ve karabiber ile tatlandırılır ve su eklenir. Patatesler pişmek üzereyken makarna ilave edilir ve 10-12 dk sonunda fırın tepsisine boşaltılır.
Bu aşamada rendelenmiş kaşar peynirin bir kısmı karıştırılır kalanı da üstüne serpiştirilip 190 derecede 20-30 dk fırınlanır.



18 Kasım 2016 Cuma

Portakallı, çikolatalı kurabiye




Tarifi ilk okuduğumda bu kurabiyeyi yapmaya karar verdim.  Nedeni ise portakal kokusu ve benim için "aklıbaşında" bir tarif olması.  Kullanılan malzemenin çokluğu veya azlığı önemli değil; öngörü , mantık.  Yemek tariflerinde mantık mı?  Tamam, tutarlılık, denge, uyum veya bir çok kelime daha.  Şundan biraz, ondan biraz,  bir yere kadar.  Uydurmaya değil, deneye dayanır  bu iş. Bize kalan tatmak. Bundan sonrası kişiye özel tarif güncellemeleri; kimi şekeri çok bulur, kimi tuzu.
Kısaca, eğlenceli bir çalışmaydı, sonuç lezzetli...
Ve  tarifi yayınlayan  http://buonafurcettaivana.blogspot.com 'dan İvana ' nın dediği gibi:  hediyelik😊

Malzemeler:

360 gr , yarım paket kabartma tozu ile elenmiş Un
100 gr toz şeker
1 yumurta
80 gr küçük kesilmiş soğuk tereyağı
1 portakalın kabuğu rendesi ve suyu
40 gr damla çikolata veya kesilmiş  bitter çikolata

Kurabiyeleri yuvarlamak için:  bir kaç kaşık toz şeker ve ayrıca birkaç kaşık pudra şekeri


Derin kaseye kabartma tozu ile elenmiş unu alıyoruz.  Şeker, yumurta, yağ, çikolata, portakal kabuğu rendesi ve suyunu ekleyip yumuşak bir hamur elde ediyoruz. Hamuru şeffaf folyoya sarıp 30 dk buzdolabında dinlendiriyoruz.
Süre sonunda hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp önce toz şekerde sonra pudra şekerde yuvarlayıp  fırın tepsisine aralıklarla  yerleştiriyoruz.
180 derecede 15-20 dk pişer. Orijinal tarifte 15 dk diye belirtilen pişme süresi fırına göre değişir.





13 Kasım 2016 Pazar

Hayat seni oyalarken yaşadığını unutturur


Yaşamak deyince, senin için anlamını bilemem. Uzun cümlelerle  anlatabilirsin, ben sıkılmadan dinlerim. Benzer noktalarımıza gülümserken, bazen aklım karışabilir, fikirlerini  aykırı bulabilirim. Sen konuşmaktan vazgeçme.
Kafamdaki kütüphaneci sayfaları durmadan çevirmekte.  Oyalanıyor zihnim, ellerim, vücudumun her hücresi.  Hayat hepimize oyun oynuyor, öyle ki yaşadığımızı unutuyoruz.  Kısacık anlar ruhuma dokunuyor, sana olur mu diye merak etmedim değil.  Mucize gibiler, geldiklerinde farkına varırsın.  Hani, mutluluktan, sevinçten kanatlanmış gibi olursun ya, o bile hafif kalır o anların yanında.  Benim anladığım "yaşamak" mucize yağmurunda sırılsıklam olmak, hayat ise ona şemsiye tutmakta. Islanmak gerek...
Bazen içimde bir çok küçük perinin varlığından şüphe ederim. Tıpkı kafamdaki kütüphaneci gibi, dur durak bilmeden koşuşturmaktalar. Hayat tüm ağırlığı ile üzerime geldiğinde tam düşecekken beni ayakta tutan onlar. Güleceksin bana belki. Emin ol ben güldüm. Hatta yüksek ses ile.  Açıkçası hala komik şüphelerim var, beni neşelendiren.  İlginç olan ne, biliyor  musun? Onlar beni hiç üzmezler. Şu an fark ettim ve korktum. Onlarsız ne yapardım diye düştü aklıma.  Issızlıktan korkunç başka ne olabilir?.. İyi ki kaya gibi sert bir kalbim yok. Bu da nereden çıktı diye sorarsan, hislerim öyle dedi.
Muhtemelen sorgulamışsındır hayatı, kim yapmaz ki. Yüzbinlerce, milyonlarca insan bunu her gün yapar. Yine kendince. Yer, zaman, imkan; hepimizin özrü değil mi?.. Oyalanıyor insan.  Yemek yaparsın, el işi filan. Arkadaş toplantıları, ev ziyaretleri, gezmeler, tozmalar. Sonra, kendinle kalırsın ve uzun sürmez. Seni oyalayacak bir başka şey bulursun.
Acaba, bu kadar zor mu kendinle yüzleşmek? Yoksa kaybetmekle mi eşdeğer?  Kaybeden olmak diye bir şey gerçekten var mı?  Ben buna inanmam.  Bakış açısı falan filan diyebilirsin, eyvallah da, beni katma. Nerede kaybedip nerede kazanır  insan? Hayata göre bu sorunun  çok fazla şıkları var.
Gönül okşanmak ister, ego ise alkışlanmak.  Gönlüne iyi bak. Yaşamaktan ne anladığını sordum ya, kendine sor, kendin cevapla, yeter.

eylül


6 Kasım 2016 Pazar

Başka bir dünya


1988 yılı, Çekoslovakya'da bir tv dizisi: Cirkus Humberto
Müzik Çek asıllı besteci Karel Svoboda'ya ait.
Farklı bir dünya, hayatlar, insanlar.
Onun dışındaki olan bizlere sadece eğlence, içinde olanlara ekmek parası, mücadele...

24 Ekim 2016 Pazartesi

Hayatını çöpe atma

Laf, laf, laf. Kelimeler, cümleler, alıntılar, teselli bollukları  ve örtülü gerçekler. Hayat bunlar dahil daha birçok iğrençlikten ibaret. Hayat, akla gelen gelmeyen herşeyin toplamı.  Kazanan olduğunu sanırsın ya, son nefesinde  uyanırsın.   Zamanı geri alamamak, tarifsiz bir azap olmalı. Kaybedenlerden biri misin?..
Şimdi.
Yaşıyorsun. Sıradan veya ayrıcalıklı.   Yüreğin tarifsiz kıpırtılara teslim, ya da onlara hiç aldırmadan nefes alıyor, veriyorsun.  Seçim senin. "Öyleyim ben", talihsiz bir söylev.  Sen, ne istersen O' sun. Sen, öğretilmişlik, yaşanmışlık olabilirsin. Sen, hayatı anlamak istediğin gibi anlayıp, görmek istediğin gibi görüp, duymak istediğin gibi duyabilirsin;seçim senin. Oysa sen, sorgulayabilirsin, o  yeti var sende. Öğrendiklerini, duyduklarını, gördüklerini mantık süzgecinden geçirebilirsin. Aklını unutursan, mantığına kapatırsan tüm kapıları, yüreğini susturursan... sen yoksun. Adına karar verilsin, sana korku ile hükümdarlık edilsin izin verdiğinde, sen yoksun.   Yoksun.

İyi olmaktan vazgeçersen, tevazundan utanırsan, erdemlerini hiçe sayarsan, ruhunu öldürürsün.  Yine yok olmak olur kaderin. Ki kaderin taşları çoktan döşenmiştir. O patika sadece sana dair;  uçurumlar, dağlar, yemyeşil vadiler, karanlık ormanlar geçilmeli. Akıl  ve mantıktır senin rehberin, ne para, ne pul... Anlamadın mı hala, bu hayatın  ganimeti sensin.
Duvarlar olacak aşamadığın, tökezleyip düşersin, olsun, seni ayağa kaldıran yüreğin olsun yeter. Hırsına yenilirsen, unutma,  masum kalmazsın...
Ne olursa olsun, ömrünü çöpe atma. Oku, güzel kardeşim. Benzerin ile savaşmak, galip gelmek, güçlü olup hükmetmek için değil hayatta kalabilmek için oku. Matematik, kimya, fizik, tarih, coğrafya oku. Konuş, paylaş çıkmazını, çaresizliğini saklama, o senin değil, sahiplenme onu. İnsan olmanın hakkını ver.  Kıyaslama kendini, unuttun mu: senden biri daha yok bu dünyada...
Aldanma güzel sözlere, yüreğine Aşk'dan başka, kimsenin  dokunmasına izin verme.  Son nefesini vermeden uyan.

eylül


22 Ekim 2016 Cumartesi

Vazgeçme

Kimsenin hayatına burnunu sokman gerekmez, sosyal medyada boy göstermesen de olur, durup, susup, etrafında olup bitenlere, geçip gidenlere bakman yeter. Biraz fikir, biraz mantık, çokça izan ve herşey tamam: aralanır  bir perde, gözden kaçanları görmeye başlarsın.  Aslında bu da senin seçimin, istersen yaparsın. İstemektir asıl mühim.

Hadi durdun, hadi sustun, iyice de odaklandın, insanı tanıyıp anlamanın sebebi olmalı.
Türlü türlü, iyi veya kötü, insancıl veya değil, sebep olmalı, neden ya, neden?
Belki de gerekli görmezsin, bana ne başkasından, işime bakar yaşarım dersin.   Ne gereği var ki?  Lüzumsuz işler, peh, geç bunları, geç. Eh, ilgisiz kalmak istersin, bu da bir sebep. Buna da peki, yine de merak ettim, nefes alman neden?..

Aynı havayı çekip, bu yaşlı gezegende ömür tüketirken bu kadar umursamazlık neden?..
Elbette kimsenin özeline karışmazsın, elbette saygı sınırını geçmezsin,  yok ki farkımız birbirimizden... derken, geçmiş olsun, hepimize. Var farkımız,  yaradılış bir yana, bir de bizler yüzünden.  Bizlerden birileri değil mi bizi sınıflandıran? Rengimiz-ırkımız, soyumuz-sopumuz, siyasi görüşümüz, dinimiz- mezhebimiz, cinsiyetimiz, malımız-mülkümüz... Birimizi diğerinden üstün kılan ne?..  Nedir paylaşılmayan, anlaşılmayan nedir? Bir ömür var, başı ve sonu bir nefes.

Velhasıl, insanı hem anlar hem anlamazsın.  Çabaladığınla kalırsın, ömür yolun biter.
Yolculuğun her anında umut edersin ya, buna da hayaldir derler. Ah, bizler...
Sen yine de geçme bu hayalden. Senin olmayan kederlerle hüzünlen, masum sevinçlerle büyüsün kalbin, mehtabın, yıldızların tadına var, nefesin hakkını ver.
Düşene elini uzat, ışıksız kalanın yolunu aydınlat, su ve ekmek ol, omuz ve yoldaş.
Aklını  emanete bırakanların sana diyecek çok şeyleri var?!.. Olsun, vazgeçme, yüreğindeki güce güven.

Duyguların rengi, sınıfı yok.  Canın yanıyor, tıpkı onun gibi. Aşkın kanatları bir tek sende açılmaz. Hüznün göz rengi siyah, kahverengi, mavi, ela, yeşil... Beden eskise de ruhun yaşı yok. Vazgeçme, istersen gerçek olur hayaller...

eylül


"Kendimi her zaman mutlu hissederim. Neden biliyor musunuz? Çünkü kimseden bir şey ummam. Beklentiler daima yaralar. Hayat kısadır. Öyleyse hayatınızı sevin. Mutlu olun ve gülümsemeye devam edin. Sadece kendiniz için yaşayın ve; — Konuşmadan önce dinleyin, — Yazmadan önce düşünün, -Harcamadan önce kazanın, Dua etmeden önce bağışlayın, — İncitmeden önce hissedin, — Nefret etmeden önce sevin, — Vazgeçmeden önce çabalayın, — Ölmeden önce yaşayın. Hayat budur. Onu hissedin, onu yaşayın ve ondan hoşnut olun."

William Shakespeare

14 Ekim 2016 Cuma

Eksik yazı

"Kuru fasulye oniki saat suda bekletilir. Ertesi gün suyu süzülüp kısık ateşte pişmeye bırakın. Kaynamaya başladığında soğuk su ilave edilmeli, maksat fasulye tanelerinin ezilmemesi.  40-50 dakika bu şekilde hazır olana kadar pişirilir. Fasulye sert olduğundan kaynar suda taneleri birbirine çarpar ve parçalanır. Kaynamasına izin vermeden, kısık ateşte pişirilmeli."
Bu bir tarif, gezi ve yemek konulu televizyon programında izlediğim yaşlı bir çiftçinin tarifi. O adamın yüzündeki ifade, hayatının hikayesi. Mesele fasulye değil, bir insanın yaşamı.  Beni etkileyen o oldu.
Bu yazı kaleme alınmadan(kalem uzun zamandır mecaz)  düşüncelerde uzayıp gitse de bir türlü  tamamlanamadı.  Seksek oynar gibi gidip geldi cümleler, her biri diğerinden
daha aceleci, daha bir farklı fikirleri yansıtan.  Olmadı işte, zorlamadım da ben.
Oysa hızına yetişemediğim kelimeler içimde ızdırap oldu.   Elimde değil.

Bir dönemeçte işiyle bütünleşir insan. Meslek aşkı derler, karşıyım bu lafa. Deneyim. İçini dışını, her bir ayrıntısını öğrenirsin işin. Zamanla ustalaşırsın. Sana gereklidir çünkü. Kendini, aileni idame ettirmek, yaşam şartlarını iyileştirmek için işinin kölesi olursun.   Bu halin  kara mizahı ise  kabullenmemek.  "İşimi severek yapıyorum" falan filanlar bu yüzden.
 Bir noktadan sonra zincirlerin ağırlığını hissedersin. Kaçacak yer yok.  Bu kez asıl sahibin iş değil, hayat olduğunu anlarsın.  Bu hayatın düzenine baş kaldırırsın ve isyanın bir tek seni yıkıp yakar.  Kavrula kavrula yaşarsın.  Gözlerindeki ışık solgunlaşsa da deneyimlerin ayakta kalır. Tutsaklığın hayata... Yavaş, yavaş tükenirsin.
Teslim olursan.


eylül


22 Eylül 2016 Perşembe

Büyümek acıtır

Zaman, ruhuna dokunan her an ile bedeninde iz bırakıp geçer, büyümek acıtsa da, mecbursun.
Kalbin ürkek bir serçe gibi çırpınır, bildiğin tek güvenli yerde, kendinde saklanırsın...


eylül


18 Eylül 2016 Pazar

Yıldönümü keki



Kek:

1,5 bardak un
1 bardak toz şeker
1/4 bardak kakao
1 bardak sıcak su
3 çorba kaşığı zeytinyağı
1 çorba kaşığı sirke
1/2 çorba kaşığı nescafe
Kabartma tozu
1 çay kaşığı tuz
Vanilya
60 gr tereyağı

Çikolatalı glazür:

160 gr bitter çikolata
75 gr krema
25 gr tereyağı

Not:
Yumurtayı unutmadım:) bu kek yumurtasız.



Şeker, zeytinyağı ve tereyağı, tuz, sirke, kakao sıcak su ile birlikte uygun bir kasede karıştırılır.
Un kabartma tozu ve vanilya ile birlikte elenerek sıvı karışıma eklenir.  Çok fazla karıştırma gerekmez, sadece pürüzsüz  kıvamı elde edilmeli.
Yağlanıp unlanmış veya pişirme kağıdı serilmiş kek kalıbında 170 derecede 40 dakika pişirilir.  Pişme süresi fırına göre değişiklik gösterebilir.

Glazür:

Krema hafif ateşte ısıtılır, ocağı kapatıp çikolata parçaları ve tereyağı eklenerek  iyice karıştırılır.
Geriye kalan soğumuş kekin üzerine dökülmesi;)




7 Temmuz 2016 Perşembe

Anka Kuşu


Anneannemin ballı kül çöreğini hatırlıyorum.  Yaz mutfağında büyük bir şömine- ocağın korlarının  külleri arasına gömüp pişirdiği çörek.  Hazır olduğunda onu küllerin arasından çıkarıp elleriyle pat pat temizleyip tepsiye yerleştirir üzerine bolca bal sürdüğünü hayal meyal hatırlıyorum.  Henüz okula başlamadığım yıllardı, buna rağmen o günlere ait anılar  hala capcanlı.
Nereden çıktı şimdi bu diye kafa yormaya başlamadan cevabım hazırdı: vay be, biz insanlar ne kadar  benmerkezciymişiz.
Ailem, yetiştiğim toprak: benliğimi şekillendiren etkenlerden bir kısmı.  Zaman'ımın ilk
dönem kahramanları.  Kimilerince "tedbirli" olmayıp fotoğraflar saklamadım. Yüzlerini anımsayamasam da tavırları, kişiliklerine yansıyan maneviyatlarını hatırlıyorum. Anılarımı
canlı tutan koku ve tatları hatırlıyorum.  Dedemi  üzüm asmaları ve mangalda pişirdiği mantarların, üzüm tanelerinin damağımdaki tadıyla, kalabalık aile sofraları ve çakısıyla ağaçtan oymalarıyla Ahmet Dayımı, at sevgisiyle  Necip Dayımı, bana muziplikler yapan kuzenim Zülfiye ablayı, ballı çöreği ile anneannemi hatırlıyorum.  Aslında onları tanımıyorum...
Tanımak için vakit yoktu.  Vaktim değil...
Hangimizin vakti oldu ki?

Öyle bir an gelir ki bildiğin, tanıdığın, senden bile sana yakın olduğunu düşündüğün insanı tanımadığını görürsün. Birden.  Kocaman bir soru işareti asılı kalır bu anın boşluğunda. Tepkisiz, sessiz kalakalırsın.  Ümitsiz ve mutsuz bir hal olduğunu düşünmeyin, aslında onun da sizin gibi etten kemikten-histen yürekten biri olduğunu idrak edersiniz.  Öğrenip bildiğiniz bu durumu nihayet idrak edersiniz.
Misal için affedin; birbirinizden bağımsız birer gezegen  olduğunuzu anlarsınız.  Aranızdaki bağ  buluştuğunuz, uyuştuğunuz, kesiştiğiniz ortak noktalar.  Birbirinizi tamamlar, çeker, iter olmanızla ilgili bir durum.  Öte yandan ne yazık ki yine insanın bencilliğine tanık olursunuz.
Dünya'yı etrafınızda döndürmenize olanak yokken insanların benliklerini yok sayamazsınız, değil mi?.. Yapıyoruz... Kendimizi bir şekilde üstün görebiliyoruz. Başkaları adına karar verebiliyoruz. Bahanelerimiz ise, korumak, hatta sevmek olur.
Başkaları adına hayat şekli tanzim ediyoruz. Sınırlar çiziyoruz.  Yargılıyoruz, bağışlıyoruz. Hadsizce...
 O kadar benciliz ki insanı 'görmek' , tanımak, anlamak zahmetine bile katlanmıyoruz.  Önyargı ile karar verip önyargı ile sınıflandırıyoruz.  Çünkü doğru ve haklı olan biziz. Ayrıntıları önemsemeyiz, oysa onlar bütünü tamamlıyor...

Biz, doğmak istemedik. Biz doğduk ve geldiğimiz gezegenin nimetlerinden faydalandık.  Biz, işimize geldiğinde soyumuzu inkar ettik. Biz, rüzgarın bize göre estiği istikamete yol aldık.  Üzerine basıp geçtiğimiz toprağın helalimiz olduğuna inandık. Vefanın bir semt, vicdanın duygu sömürüsü olduğuna kanaat getirdik. Kelimenin, hatta mucizenin tam anlamıyla İnsan olamadık...

Çoğumuz, sadece nefes alıp verdik.  Gerçeği görmek istemedik.  Kendimizden sıkıldık, utandık ve bunu sakladık. Vicdanımızı susturduk. Hep daha büyük, hep daha güçlü hep daha olmak istedik. Nefesimizin sonu yokmuş gibi. Bizden öncekiler yokmuş gibi...
Ne yazık, biz kendi bencilliğimizde yok olduk.  Geriye kalan kaygılarımız, korkularımız,
merhametsizliğimiz, kibrimiz.  Öylece hak ettiğimizi bulduk.  Vicdansızlığın dibine vurduk.

Ben yine de ümidimi yitirmedim. Bölük pörçük anılarım gibi. Ki derler ki " geçmiş ölüdür" diye. Geçmişi diriltme gibi bir niyetim yok, bana kattıklarıyla bugündeyim.
Ben, nefesin mucizesinden ümitliyim. Ben, Aşk ile  kavrulmuş yüreklerden ümitliyim...

eylül










22 Haziran 2016 Çarşamba

Yine, yeniden Bozcaada

Bozcaada hakkında yazmak yazılanları tekrar etmek olur.  Yine de söylemek istediklerim var.
Eğlence, değişiklik olsun diye gitmeyin.  Doğanın, turkuaz denizin tadını çıkarmak, manevi haz almak için gidin.  
Günbatımında  yeniden aşık olmak,  "ben bu yeri rüyalarımda" gördüm demek, ruhunuza  dokunan şarkılarla sabahlamak için gidin. Kalabalık  etmek(sosyal olmak) için gitmeyin...