Un, küçük kesilmiş soğuk tereyağı, şeker, yumurta, tuz vanilya ve kabartma tozu ile hamur yoğurulur. Püf noktası, kısa süre zarfında yumuşak , elastik bir beze elde etmek. Hamur, şeffaf folyoya sarılı olarak, bir saat buzdolabında bekletilir.
Süre sonunda hamurdan bir parça ayırıp kalanı fırın kabı duvarlarını da kapatacak büyüklükte açılır. Çatal ile delinip üzerine reçel boca edilir. Kalan hamurdan küçük kurabiyeler yuvarlanır, reçelin üstüne gelişigüzel bırakılırlar.
Cam. Ruhun hapsolduğu yaşam, kırılgan bir cam parçası. Böyle düşününce yazacağım her kelime lal. Düşünmesem, insanlığımdan giderim. Gözlerimi kapatıp görmesem, duymasam, hayat denen çirkefte eriyip yiterim.
Bir parça cam; hislerle resmedilen, hayatın nefesiyle kırılganlığı unutturan...
Dışarısı böyle olunca, koltukta kıvrılıp dışarıyı seyredersin. Bir süre sonra, internet, tv, şarkı listesi gezintisinin can sıkıntına çözüm olmadığını anlayıp mutfağa geçersin.
Reçelli çörekler
Un
1 paket çabuk maya
300 ml ılık süt
0,5 bardak sıvı yağı
200 gr toz şeker
2 yumurta
Yumurtalar şeker ile birlikte çırpılır. Süt ve yağ eklenir, şekerin erimesi sağlanır.
Un ve maya karıştırılır ve sütlü yumurtalı karışım ilavesiyle sert olmayan hamur yoğurulur. Bir buçuk iki saat kabaran hamur üç -dört bezeye bölünür ve her beze açılıp istenilen büyüklükte üçgenlere kesilir. Her üçgenin ucuna reçel, marmelat veya çikolata sürülür ve rulo yapılır. Çörekler fırın tepsisinde tekrar kabarmaya bırakılır.
Yumurta sarısı sürüp 200 derece ısıtılmış fırında pişirilir.
Fırından alır almaz fırça yardımı ile tereyağı sürüp toz şeker serpilebilir.
Sebepli veya sebepsiz, her gün olmasa da, yemek tarifi aradığım sık olur.
Mutfakta çok vakit geçirmek değil, yiyecek bir şeyleri hazırlamaktan haz duymak lezzeti yakalamaya yarar. Öyle olunca internette uçuşan sayısız tariflerin arasında doğru olanı seçebilirsiniz.
Eğer sadece açlığınızı bastırmak için sofraya oturduysanız, dünyanın en lezzetli yemeği de gelse, bunun tadına varmazsınız. Eğer damağınızdaki şenliği keşfetmişseniz her lokmada onu arar durursunuz.
Ben bu konuda iddialı değilim, denemelere devam etmekte yarar olduğuna inanırım.
Ekler tatlılarını hazırlamak zaman ve çalışma gerektirir. Birçok tarif biriktirdim ve hepsini denedim. Vanilya, limonlu, çikolatalı dolgu kremalısını denedim.
Tereyağlı, zeytinyağlı Şu hamurunu denedim. Hepsi tuttu. Yine de yıllar önce ilk deneyimim için kullandığım tarif, o bir numara!..
O tarifte zaman zaman tek değişen şey kreması olur. Bazen limonlu, bazen vanilyalı, bazen de bugün olduğu gibi çikolatalı.
Şu hamuru:
0,5 lt su
125 gr tereyağı
Bir tutam tuz
Birkaç damla sirke
250 gr elenmiş un
7 adet yumurta
Kaynamakta olan(tereyağlı,tuzlu,sirkeli) suyun içine un eklenerek hızlıca ocağın üstünde birkaç dakika süreyle karıştırılır. Topaklanmamasına dikkat edilir, hamur tencereden ayrılmaya başladığında ateşten alınıp ılınıncaya kadar karıştırılır.
Hamur sıcaklığını kaybettikten sonra yumurtalar, her defasında bir tane olmak üzere, iyice karışmaları sağlanır.
Sıkma torbası yardımı ile istenilen büyüklükte fırın tepsisine hamurdan sıkıp 200 derecede ısıtılmış fırında pembeleşene kadar pişmeye bırakılırlar.
Dolgu kreması:
1 su bardağı şeker
2 çay bardağı un
4 adet yumurta
Yarım limon kabuğu rendesi
50 gr kakao
3 su bardağı süt
25 gr tereyağı
Tüm malzemeler iyice çırpılır, ocakta devamlı karıştırarak pişirilir. Soğuduktan sonra krema pompası yardımı ile artık soğumuş olan şu hamurların içine sıkılır.
"İnsan iki ruhludur. İçinde bir iyi köpek bir de kötü köpek kavga eder. Hangisini daha çok beslersen o kazanır." Kızılderili atasözü
Etrafında olup bitenlere anlam vermeye başladığın andan itibaren tuhaf bir hikaye-söylenti koridorunda uzun yürüyüşte bulursun kendini. İşin trajikomik yanı şu ki ya bu yolculuğun derinlemesine farkındasın ya da sadece yolculuğun tadındasın.
Bir sürü insanın, bir sürü hikayenin arasından, taşlaşmış toprağın içinden çıkmaya çalışan bir tohum filizi gibisin. Yağmur yağarsa eğer, iklim elverişliyse, buz tutmazsa, sel alıp götürmezse, kurumazsan, çürümezsen eğer, yaprakların açılıp büyüyebilirsen, meyve verirsin. Toprağın humuslu, suyun, esintin, güneşin ölçüsündeyse, serpilirsin.
Hikayelerin arasında yürürken, insafsız şartları, olmaz engelleri yenip geçenleri gözüne sokanlar olur. Onlar yaptıysa sen niye yapamayasın diye şişip şişip gaza gelirsin. Varını yoğunu, tüm eforunu, olmayan sermayeni savurup ecdadının tosladığı duvara adını yazdırmak için çırpınırsın. Sıfırdan başlamak, iki eliyle çalışıp başarmak!.. Hadi oradan!
Demin kendini tutup karalamadığın zaman- mekan- atlama trampleni üçlüsüne geldin, değil mi?.. Bir de kesişme noktası var ya... Sıfırdan başarmakmış!
Tut ki hiçbir şeyin yok, aklından başka. Çevren yok, kart hamili meselesi yok. Becerin çok, senden kimsenin haberi yok. Sonra; pısırıksın der ukalalar. Bir verip on almak isteyenler. Sonra; hayrına dökülür saçılırsın, kullanan kullanana. Eh, bunun da sonrası var: senden çok alıp senden daha çok olduk derler.
Tut ki hiçbir şeyin yok, ailenden başka. Sıçrama tahtan onlar, yine de aklında bulundurmazsın. Tut ki kendinden başka hiç kimsen yok. Hayatı gördüğünü, inine girdiğini, çürümüşlüğüne kani olduğunu say. Sonra. Ne isteyip, ne yaparsın?..
İçinde büyüttüğün iyiliğin sesine kulak verip, şu hayattan gelip geçtiğini say...
Veya; kinine, açgözlülüğüne, saygısız vefasızlığına yol verip, nefesin yettiğince, beslediğin canavarı yaşat.
Ya kendin ya da hayat olmayı başarırsın. Şu ya da bu; basitçe ölürsün.