Bu Blogda Ara

30 Haziran 2017 Cuma

Büyümek



Çok sıcak, öyle ki havanın titreştiğini görebilirsin. Can çekişir gibi.  Çocukluk yazlarını hatırlatır. Kamp öncesi veya sonrası, evde yalnız kaldığın bir zamanı.  Sıkılıp bahçeye çıkarsın, sonra sokağa. Asfaltın üstünde  bir bulut tütmekte, sıcak nefesi ayaklarının arasında dolanır.  Çocukluk işte, sıkılmışsın ya, boş boş gezinir, macera aranırsın. Güzel günler.  O günler, angarya da olsa oraya buraya koşturulman, her kabahatin şüphelisi olman, tüm bunları üstüne alınmadığın için güzel.  Kaygısız günler.
Büyümek çok şeyi götürür insandan, çocukluğu terk etmemek güzel.  Büyüsen de...

eylül



26 Haziran 2017 Pazartesi

Bayramlar, bayramlar


İnsanı çocukluğuna götürmek bayram günlerine has bir durum. Yoksa,   bende böyle çalışır mı deseydim?  Aman, herneyse, nasıl anlaşılırsa anlaşılsın.  Edepsizlik etmek aklımın ucundan geçmez, değer bilmez değilim hatta bu konuda oldukça duyarlıyım lakin bayramlar beni gerer.  Öyle unutulmayacak, özlenecek  bayramlar geçmedi hayatımın içinden. Diğer günlerden farkları anlam ve renkleri.  
Benim için bayram,  büyükannemin  gül kurusu kadifeden diktiği ve büyükbabamın içine bozuklukları doldurduğu para keselerini hatırlatır.  Eğer bayram tatili  babamın yanında kalacağım haftasonuna denk geldiyse, şehir merkezindeki  havuzlu parkın girişindeki büfeden bana aldığı taze gevrekleri hatırlatır. Ola ki annem mesaideyse bir dilim tereyağlı şekerli ekmeği alıp arka bahçe kapısından nehrin kıyısına indiğim yolu hatırlarım. İşte,  küçücük anlar sadece, geri kalanı tuhaf, renksiz, sessiz bir gerginlik.
Bir nevi " bitse de kurtulsam" durumu, nedense. 
Abartılı gelir bana bazı şeyler, bayramlara değil, insanlara dair.  Samimiyetsiz, gösterişli, bencilce.  Bana ne derim demesine de, karışmak aklımın ucundan geçmese de bir an gelir  tüm dünyadaki herkese  " kendine gel" diye  haykırmak istediğim çok olur. Hadi tüm dünya çok fazla oldu, en azından birkaç yüz kişiye duyursaydım...  Yine de ben kimim ki, bana ne ki?  İnsan kendini bilmeli, öyle uyarmakla, anlatmakla olmaz bu iş. İnsan kendini eğitmeli, bilmeli.  Elbette şartların standardı  yok, kimi güler, kimi ağlar. Elbette bu durum kader değil, Allah'tan değil kuldan bu hal.   Cahil bırakılmak siyaset olsa da cahil kalmak bireyin  seçimi.  Kalma be kardeşim, oku, öğren ki sorasın. Sordukça uyanasın, uyandırasın. 
İkidir bana ne diyorum ya, hiç de öyle değil ve utanıyorum, çünkü öyle anlar olur ki "bana ne" diyebilmeyi dilediğim.  Üç maymunu oynayasım gelir mi, sadece gelir, yapamıyorum.  Ben başkası olamıyorum ya, iyi ki. 
Bayram günleri gerginliğimi çözemedim ya, her günümü bayram eden yüreğimi buldum.  Gerginlik hayata kaldı, çocukluğum ise Yüreğime. 

eylül

26 haziran 2017







17 Haziran 2017 Cumartesi

Oyunun içinde

Bu gezegende canlı olan herşey büyük bir oyunun parçası. Sınır çizgileri olmayan satranç tahtasının taşları. 
Sen ne kadar farklı olduğunu, ne kadar başarılı, akıllı, iyi olduğunu düşünsen de bu oyunda önemli değilsin.
Bir gün kazanır, bir gün yenilirsin.  Mantık ile oynanan, kıvrak zeka hamleleri ile rakibini alt eder kazanırsın.  Duygusallığa yer yok, her şey hesaplanır, her adım dikkatle atılır.  Velhasıl,  oyunun içindeyiz hepimiz ve bu oyun satranç değil.  Muazzam bir oyunun vazgeçilmez olmayan elemanlarıyız, canlı olan herşey gibi. 

İnsana, hayata dair olanları  anlamaya, çözmeye çalıştıkça  kasvetli bir aralıkta bulursun kendini; sayısız kapılarıyla upuzun bir koridorda.  Cesaretini kuşanıp açtığın ilk kapıyla kaderine yürümeye başladığının farkına bile varmayabilirsin. Hayatta olmanın trajikomik yanını yoldayken  farkedebilirsin.  Hepsi birer olasılık, ot misali yaşamayı seçmiş olanlar da olabilir.  Evet, ot da bir canlı türü.  Az miktarda toprakta bitebilir, kayaların arasında, hatta çölde filizlenir. Çiğnenir, sellerde boğulur, dondurucu soğuklara, kavurucu sıcaklara maruz kalır.   Yalınayak üstünde gezinilir, uzanılır, arasına börtü böcek saklanır.  Ot işte, bir canlı türü.  İnsan diğer canlılardan farklı olmalı, ot gibi yaşamamalı, doğaya, yaradılışa aykırı.   Nedendir, pek dile getirilmez bu gerçek?.. Uyumluluğu iradesizlikle eşitlemek için bir gayret  sarf edilir, nedense?!..  İnsan farklı olmalı.  

Kimbilir, belki asırlar önce de öyleymiş, belki yüzyılın bu çeyreğinde dayanılmaz oldu insan zihniyetinin çürümesi.  Korku, güç hırsı, kin, nefret, bencillik, ırkçılık devasa boyutlara ulaştı. Siyasetin örümcek ağlarına yakalananlardan aklını yitirmiş zombi ordusu kurulmuş, insana dair güzel, iyi, doğru ne varsa tüketilmekte.  Zaman, omuz omuza yaşamak ve yaşatmak değil, yok etmek zamanı olmuş.  Ne yazık, bu kadar karamsarlığa kapılmak, ne yazık...
Umutsuzluğun veba gibi yayıldığını görüp, sessiz kalarak var olmanın onurunu kaybetmekte insanlık.  Her şey çok güzel olacak diye bekliyor. Yüreğini unutup, vicdanını susturup,  derin uykuda herşeyin sihirli bir şekilde düzelmesinin rüyasını görüyor.  Yaşamak olmuş bir kabus. Yaşamak ertelenmiş, kıyıya vurmuş bir gemide yolculuğu beklemek olmuş.  Kendini kandırmak olmuş yaşamak.  Yazık ki, ne yazık...

İsterdim ben, çiçekten -böcekten, mevsimden bahsetmeyi. Sokağa çıkıp gülümseyen, mutlu, maskesiz yüzler görmeyi.  Ayaklarımı hissetmeyene kadar yürümeye razıyım, yaşanacak öyle bir yer varsa oraya gitmek için.  İnsanlığımdan yargılanmadan, merhametime kurban  edilmeden,  edebin enayilik olmadığı evrende olmak isterdim.  İsterdim ve üzgünüm, çünkü elimde değil.   Sihirli değneğim olsa bile yeterli olmazdı.   Üzgünüm, çünkü  isterdim dediklerimin  tümü mümkün.  O muhteşem cennet bu gezegen olabilir(di).


eylül

10 Haziran 2017 Cumartesi

Sessizlik


Zaman değişimiyle ilerliyor, kırıp, ufalayıp, ezip geçiyor.

Biliyorum, biliyorum, blogu fazlasıyla ihmal ettim.  Beni içten içe kemiren, sıkılgan bir utanç duygusuyla yüzleşiyorum, her gün.  Hoşuma gitmeyen bir durum.  Bekliyorum sanırım, bildiğim başka bir sebep yok çünkü.
Kafamın içindeki sesi susturmayı başarabilsem, bu sıkıntılı bekleyiş bitecek, umuyorum.  Elimden gelen, şimdilik,  bu kadar.  Dayanılacak gibi değil,  cümleler panayırı kurulmuşken içimde, parmaklarımın ucundan damlayan  sadece sessizlik oluyor.  Şükürler olsun ki, kendimi kandırmıyorum. Yazamadıklarımın fısıltısıyla uykuya dalıyorum, her gece.  Utancımın pembe rengi kalsa da, ruhuma iyi gelen ufacık bir teselli buluyorum.

eylül