Bu Blogda Ara

24 Nisan 2024 Çarşamba

Suskun

 Güneş ufkun ötesinde ağır ağır kayboldu. Kıpkırmızı bir gölge bıraktı ardında, bir de denizin üstünde ışıltılı bir patika. Hafif bir esinti karışmıştı saçlarıma, düşünceleri dağıtan bir esinti. Üşüdüm, içim üşüdü. İçimde ne varsa hayata dair, çekilmekteydi sanki... İçimde bir mezar açılmıştı... Bir ürperti ile sarsıldım, parmaklarımın ucundan eriyip aktı buzlarım. Denizin üstü sakin, hafif bir sallantı ile bir bu kıyıya bir karşı kıyıya gelip gitmekte. Birkaç metre uzakta bir martı, tek başına, kendini bu belli belirsiz çalkantıya bırakmış. Kendi kendine bir şarkı mırıldanır gibiydi deniz, "keşke duyabilsem..." diye hayıflandım. İçimdeki adacıkları hatırladım o an, gülümsetti beni bu düşünce. Ruhumun değişken halini öyle adlandırmıştım, uzun zaman önce... En mutlu halim bir adacık, adım attığımda bir başka adacığın üzerine basarım, değişir rengim. Gözlerimi kapatıp yüzümü rüzgara bıraktım, dağıldım, acı ile sarsıldı içim. Adını koyamadığım acı. Uçup gitti özgür ruhum sanki, benden uzaklara gidip döndü. Bir anlamsız şekildi yüzümde donup kalan, bir isimsiz hikaye, kelimesiz cümle. Hayattan dolayı değil, hayatta olmanın ağırlığı ile sarsıldığım düşüncesi gelip geçti aklımdan. Kollarımı kavuşturdum, üşüyen bedenimi ısıtmak için belki. Yalnızlık duygusunun çaresizliği ısırdı kalbimin ucundan, kanadı içim... 

Bencil, yüzsüz yalnızlık... Islandı yine yüzüm, yaktı gözyaşları, yok olmak istedi benliğim... Susmak zor, çok zor, diye anladım. Konuşmaktan zor.

eylül






23 Nisan 2024 Salı

Can evi

    Şimdi bahçem çok sessiz. Kuytuları çok, ıssız patikalar sarmış her bir yanını. Çimlerin üstüne kimbilir kaçıncı yaprak yağmuru düştü, saymadım. Kırk yama örtü gibi sarı, turuncu, kahverengi, yeşil. Rüzgar kıyı köşe savuruyor bazen, canlanır gibi uçuşuyorlar havada. Gül fidanları yorgun, kasımpatılar bile küsmüş, yaslanmışlar birbirilerine. Ceviz ağacı neredeyse penceremden içeriye girecek, o mu eğrildi, ben mi ona yaslandım, kimbilir... Kapının önündeki basamaklar adımlanmayalı kaç zaman geçti, saymadım. Kepenklerim çarptıkça uyuklamalarımdan uyanıp kapımın açıldığını sandım. Oysa uzun zamandır sadece bahçem değil, ben de ıssızım. 

    Ne güzel, ne renkli günlerdi... Duvarlarımın süslendiği, pencerelerimin her birinde duvaklar gibi bembeyaz tüllerin asıldığı, merdivenlerimde sardunya saksıları dizildiği günler. Sesler, yemek kokuları sindi, hüzünler, sevinçler, acılar, hayatlar yazıldı her yerime. Şimdi ıssızım. Kimse bilmez nasıl bir ıssızlıktır bir evin ıssızlığı. Kimse tahmin bile edemez burada yaşananları, kimse bilemez. Ben de anlatamam... Ne kadar üzgün olduğumu anlatamam. Ölmek nasıl birşey olduğunu anladığımı da anlatamam. Parça parça dökülen sıvalarım, fırtına gecelerinin içime sızan uğultusu, çatımdaki deliklerden ıslanan parkelerin üstünü kaplayan yosun; yavaş yavaş yok olmaktayım. Kırık camlardan yanlışlıkla giren serçeleri bile korkutuyorum, telaş ile duvarlarıma çarpa çarpa kaçmaktalar. Issızlık, fena bir şeymiş... 


     Sokaklar boş, güneş tepede alev alev, eriyip üstüme akacakmış gibi. Nefes alamıyorum. Ağaçlar gölgelerini kaybetmişler, dallarını birbirinden ayırmış, yapraklar kıvrılıp küçülmüş. Kaldırım kızgın, korların üstünde yürüdüğüm düşüncesi daha da bunalttı. Herkes bir yerde akşamı beklemek için sözlenmiş. Yürümek zorundayım, sığınacak gölgem yok... Tabanlarım kavruluyor, sırtımdan ter derecikleri akıyor, durmamalıyım. Üstümdeki en yeni elbisem, dün gece bir çöp bidonunda buldum. En güzeli de kokmaması, kumaşı hala yumuşak. Güneş gözlerimi kör edecek kadar parlak, ama olsun, altın bir kolyeyi takınmış gibi gökyüzü. Yürüyorum, varacak bir yerim yok... Belki de hiç yakalayamadığım hayallerimin peşindeyim. Dokunamadığım pastel rengi düşlerime erişmek ister gibi yürüyorum. Yolumun üstündeki bu yabancı sokaklar hayatımı örten sihrin bir parçası. Yalnızlık bende tarifsiz olmuş, içinden geçemediğim bir sis bulutu yalnızlık, içinde ne olduğunu bilmiyorum... 


   Gizli köşelerimin gölgelerinde saklanır anılar. Tozlu, solmuş, gıcırtılı kapakların altında. Sesleri, yüzleri hala bende, kimseler inanmasa da... 

Ayak sesleri duyulur, bahçede kalmış tınısı yaz gecelerinin. Ud, keman, akşam sefaları arasında koşturan çocukların sesleri... Penceremin pervazına yaslanmış genç kız, kirpiklerinde inci pırıltısı, yağmur damlası gözyaşı, aşık yürek... Yorgun, üzgün kelimeler, sevinçler, hıçkırıklar... Her biri benden gelip geçen ömürler... Şahit olmak ne kadar ağır, sessiz kalmak ne kadar zormuş meğer... 


     İçim çok sessiz, etrafımdaki gürültülü yaşama rağmen. Sessizliğe bürünmüş ruhum. Düşüncelerimi duymak için, hayat, bir açma kapama düğümesi uydurmuş bir yere. Bazen bu yeri bulmak için çıldırıyor, tamamen kapatmak istiyorum. Ruhum kaçmak istiyor, dönüşü olmayan bir kaçış bu. Gideceği yer hayaller gibi aydınlık, huzurlu. Düşünceler, hayat kadar gürültülü... Bütün bunlara rağmen burada kalmaya değecek kadar büyük ruhumun sessizliği... Hislerimin deminde yıkanıyor yüreğim, hiçbir şey zarar veremez ona. Erimek gibi yaşamak, ateşini ellerimle yaktığım bir ocakta eriyorum. Sadece bana ait olan kaderim yapışmış üstüme, gittiğim yere götürdüğüm... Kendine ait sesleri, gözleri, elleri olan. Şikayet etmediğim, kaçmadığım... Bakıp görmediğim, duyup konuşamadığım uzaklara ulaşmak istercesine yürüyorum. Ufuklarda varacağım yer bekliyor gelmemi, duramam, buralara yerleşemem bu yüzden... Kalabalıkların arasında yok olamam, öyle nefessiz, öyle ışıksız bırakır beni kalabalıklar, anlatamam. 

Hiç kimse yok burada. Issızlık bahçeme, odalarıma yerleşmiş. 

Hiçbir yer yok, benden başka, beni ağırlayacak... 


eylül


… yoruldum hayattan, insanların benmerkezciliğinden, hiç gereği olmadığı halde  özür dilemekten, egoların doyumsuzluğundan,  içime çekilmekten yoruldum… 

22 Nisan 2024 Pazartesi

Aşk, Hayat, Nefes


ve yaşlı adam der: 

"Böyle olacağını bilmiyordum. Kim neyi, ne bilir ki?.. Hayatının baharında ömür sonsuz, yıllar upuzun sanırsın.  Kör, deli, sersem bir gençlik rüzgarı savurur seni. Yolunu arar durursun, kah tutunarak, kah el yordamıyla.  Bütün dünyanın seni beklediğine inanmışsın, "ben geldim!" diye haykırdığında uğultulu bir sessizlik yıkılır  üstüne. Bakınırsın etrafına, o kadar çok sen var, her biri güneşe uzanmış birer ağaç fidanı gibi. Sen de kendine bir avuç toprak arar durursun. Köklerin bir başka köklere sarılır bir anda-uyanırsın... 

Tohumların, meyvelerin dökülür, dalların onun dallarına uzanır, yaprak yaprak dökülür seneler, bir de fark edersin: bahar tutsak kalmış gövdenin içindeki gizli sığnağında... Oysa kabuk tutmuşsun, yanındaki fidanlar sana bunu hep hatırlatır... 

Kabuk tutmuşsun, altında gözyaşın birikir. Bir gün kocaman bir boşluğa sarılacağın söylenmedi ki sana... Çakıl taşları gibi batacağını bilmezdin ki göz yaşların... İçinin buz tuttuğu sanılacağını bilmezdin... Oysa daha dün gelmemiş miydin?.. Bugün gitmen 

beklendiği fark edersin..." 



ve çocuk der ki: 

"Ben, çağrıldığım için geldim. Bazen adımın fısıldandığı o geceyi sen inkar etsen de... Sana muhtaç, kendimi bulmak için geldim. 

Elimden tutup bana yürümeyi, konuşmayı, hayatıma giden kapıları bulmama yardım et diye geldim. Seni sevmeyi bilmiyorum, sana ihtiyacım var... Beklemek için geldim; yüreğimin gelişini. İçinde sana olan sevgim, hislerimin tümü orada, yüreğimi beklemek için 

sana geldim. Sen, elimden sımsıkı tut, öğret bana bu hayatın siyahını-beyazını, iyisini-kötüsünü. Öğret bana sevinci ve öfkeyi. Adaleti öğret bana, yokluğu ve varlığı. Sadece bedenimi kollayıp büyütme, sadece merhamet duyma. Gerçekten sahiplen beni, tutunduğumda seni acıtsam bile... İçindeki yaşam suyunun son damlasını bana içirip gittiğimde üzülme, kupkuru kaldığını görmediğimde yıkılma, ben sana gelmiştim, unuttun mu?.. Bu yüzden sımsıkı tut beni, gidene kadar..." 



ve Aşk der ki: 

"İçindeki müziği duyduğunda, kemanın sesi kalbine ok misali saplanırsa, bir daha, bir daha duymak istersen o benzersiz melodiyi benden uzak olamazsın. 

Gözlerin ağlayıp, yüzün güldüğünde bil ki kanındayım. Üşüdüğünde bile için sıcacıksa, ateşimin bekçisi olduğunu bil, söndürme... Üstüne üstüne gelse de hayat, ona yakalanmamak için sıkıntıları göze alırsan, bana sımsıkı sarıldığını bil. Unutma; dünyanın tüm zenginlikleri benim gözümde bir avuç külden ibaret. 

Beni ruhunun güzelliği ile beze. Gözlerime yıdızları indir, bedenime yağmuru. Bir kere yazıldıysam ömrüne sabrını ben ile sınama... Yok başka bir Aşk, yok başka bir gerçek, bir son yok... Ah, bir kere tutuldu mu yüreğin o muhteşem hisse, insan küçücük kalır, yok olur. Kendini öyle bir diyarda bulursun ki, anlatılamaz. Muhteşem bir yere uçuyor bulursun kendini. Bir defa koklanmamış çiçeklerden peri tozu bulaşır yüreğine, Aşk olursun... " 


ve "insan": 

"Yerini hep yadırgarsın. Gelişini beğenmez, gidişini hiç düşünmezsin. Herkesten bir fazlan var, nedense... Hesapları hep senden yana, eksiklik hep başkalarında. En çok sen seversin, en iyi sen bilirsin... Acıların en kralını sen çekersin, bu sebep ile başkalarını da iyi ezersin. Düşünmek-vakit kaybı. 

Nezaket-zayıflık(!). Aşk-var mı? Bir de yaşlanmak olmasa... Kolay değil çünkü burayı bırakıp gitmek. Başkalarına meydanı bırakmak ne demek?.. 

Hak, hukuk-para ile değil mi? Vefa-iş bitene kadar değil mi? Hatır- gramı ne eder? Parasız pulsuz, kimsesiz yaşanır mı?.. Hayatı yaşayacaksın; her güzelden makas alıp, her havaya ayak uyduracaksın. Etrafında dört dolananları hor görmekten sakınmayacaksın, hoşluk senin hakkın çünkü. Nereden geldiğini unutacaksın, böyle adam olduğuna inanacaksın. İnanacaksın, inandığınla yaşlanacaksın. Bir bakacaksın: hepsi boş... Senden o kadar çok var ki, anlayacaksın... 

İçinde yüreğini çürüttüğünü anlayacaksın. Katıla katıla ağlayacaksın... Nefesin kaldıysa..." 


eylül






21 Nisan 2024 Pazar

Ölüm Bana Bu Kadar Yakın Olmamıştı - 4

 Dokunduğum herşeyin bir yarısı Hayat, diğer yarısı Ölüm olduğunu gördüm. Bir masal gibi "bir varmış, bir yokmuş..." , işte buymuş yaşamın gerçeği, anladım.


1- 

Meğer aylar, günler elimden tutmuş, habersizim 

Gözlerimin içine içine bakmış, habersizim, 

Nefesini tutmuş, beklemiş, habersizim, 

Ölüm bana hiç bu kadar yakın olmamıştı, 

habersizdim... 

-2- 

Koparıp aldı ya canımın özünü, gittiğini sanıp aldandım bile bile. Çekip gittiğini düşündüğüm an ruhsuz cümlelerin ortasında kalakaldım. 

Acının içimde tutuşturduğu ateşte kavrula kavrula uyudum uyandım her gün. Düşlerime sığınmak istedim, gelmediler, gecenin ıssızlığında kayboldum. 

Uyandığımda gündüzlerin eksikliğine aktı gözyaşlarım, yine olmadı... Dokunduğum herşeyin bir yarısı Hayat, diğer yarısı Ölüm olduğunu gördüm. 

Bir masal gibi "bir varmış, bir yokmuş..." , işte buymuş yaşamın gerçeği, anladım. 

Nasıl bir hediye yaşamak? Nasıl bir mahkümiyet?.. Anlamıyorum... 

Odaların hapsindeyim, zihnim karmaşanın en çözümsüzünde. Keşke'lerden öte, hiçliğin kuyusunda dinleniyor ruhum. Ağir geliyor sevinç, paylaşılmayınca. Ellerim sanki bana ait olmamış hiç, kanatsız kaldım. Kör oldum, sinsi bir perde çekilmiş gibi önüme. Yoluma nasıl devam ederim?.. 

Notaların ardındaki hüzünlere sığınıyor kalbim, iyileşmek için... 

Çektiğin acılar gözlerimin önünden gitmek bilmiyor, yutkunamıyorum, nefes alamıyorum. Çırpına çırpına Hayat haykırdı bedenin. Hayaller kurdun, ağrıkesicilerin, 

serumların arasında. Senden çalınan saçlarını uzattın, taradın, ördün. İsyan ettin, kıskandın, ağladın, gülümsedin, çok gülümsedin. Güzel baktın, güzel gördün. 

Ne kadar çaresizim şimdi... Beni görüyor musun, duyuyor musun beni?.. Ne kadar çaresizim, ellerini daha çok tutamadığım için. Sana daha çok sarılmadığım için. 

Sen ile daha çok uykusuz kalmadığım için. Senden uzakta olduğum için... Ne kadar çaresizim, görüyor musun?.. 

Taziyeler, teselliler boş laf kalabalığı olup üstüme yağdılar. Kaçıp saklanmak istedim, yoksun. Oysa en iyi sen saklardın beni. Konuşmalar, yüzler ve sesler sahte 

göründü, uzaklaşmak mümkün değil. Eve gidip, yüzümü yastığa gömüp ağlamak istedim. Belki gelirsin, kıyamazsın sen, başımı okşarsın, sarılırsın ve uyuyakalırım ben 

kollarında... Eve gidip uyumak istedim, unutmak için gidişini. Müziğin sesini sonuna kadar açıp hüngür hüngür ağlamak istedim. 

Biliyor musun, ellerim buz gibi, içim kavruluyor. Hayatımın Aşk'ına sarılıp sessizliğini dinliyorum. Hayatımın Aşk'ına sarılıp benden kaçırdığı bakışlarını arıyorum... 

Suskunluğu ile yaralarımı sarıyorum... Görüyor musun?.. 

-3- 

Ölüme bu kadar yakın durmamıştım. Ölüm yüzünü göstermedi bana, sadece uzaklaşmamı bekledi seni götürmek için. Sonra gelip içime bir tohum bıraktı kendinden. Eğer bir türkü olsaydım, hep dönüşleri anlatırdı sözlerim, kavuşmalar kıvrak bir dans olurdu. Varsın yakın olsun ölüm meleği, bir elimi ona uzatıp diğeri ile tutunduğum halayda mendil sallardım. Yeterki habersiz olmasaydım, kalmasaydım böyle biçare... 

Hiç yaşanmamış hayatların fısıltısıyla uyanmasaydın be kalbim, ne olurdu çalınmasa bu leke ruhuna. Duymasam, görmesem, bu zalim oyuna dahil olmasam, bir böcek, bir ağaç dalı, bir ayrık otu olsam da Can evim ateşlere düşmese ne olurdu... 

-4- 

İşte orada, hemen kapının dışında, birkaç merdiven ötede yol uzanmış beni bekliyor. Gidecek yer yok. Gidecek yer yok da, yüreğim " gel gidelim" diyor. Bilinmeze, o nedense hep çok güzel olan bilinmeze gidelim diyor. Hep aydınlık, hep huzurlu, hep... bilinmez. Bu kadar gizemin ötesine varıyor aklım da şuracıkta, oturduğum koltuğun ucunda Ölüm'ün yerleşmiş bekliyor olmasını nasıl, neden akıl edemem?.. Nasıl düşmez aklıma ki gittiğim her yere onu da götürdüğümü?.. 

Olsun. Satırlarıma gözyaşlarım karışmış olsa da benim değil bu hayat. Benim değil bu ölüm. Senin. 



eylül

Salkım söğüt hayat

 Ölümü düşünme, bir çare değil, bir kaçış sadece... Belki bir çare görmüyorsun, hiç kimse anlamıyor seni, unutma, böyle düşünen sensin... Ölümle kucaklaşacağın an zaten korkunç, yetmez mi?..


     Evin karşısında bir salkım söğüt var. Birkaç adım ötesinde, eski bir çeşme. Mahallenin çeşmesi. Yaz aylarında bile buz gibidir suyu. Arılar uçuşur etrafta, korkudan bayılacak gibi olsa da, avuçlarını musluğun altına dayayıp kana kana içerdi suyundan. Hıdrelez günü halatlar atılır ağacın dallarına, salıncak kurulur. Sabahın köründe gelir kızlar, eteklerini toplayıp sallanırlardı. Kahkahaları dökülürdü uykusunun ortasına, dışarıya koşup yalınayak, kapı aralığından onları seyrederdi. Bir düşün ortasındaymış gibi, uyanmak istemezdi... 


    Hayatı boyunca olduğu gibi kaldı herşey; her sabah çok erken uyanır, gücünün yettiğince kalkıp dolaşır evin içinde. Bir gölge gibi, parmaklarının ucunda, kayarcasına geçer odadan odaya. Bahçeye açılan tüm pencereleri, taze havanın tümünü içeriye almak istercesine, sonuna kadar açar. Pencere pervazındaki saksı çiçeklerine gülümser, sararmış yaprakları ayıklar, su verir. Hep düzeltilecek bir şeyler var; koltuğun örtüsü gibi. Sehpada kalan eski gazeteleri toplar, unutulan bir su bardağını mutfağa götürür, "bahçede yapılacak çok iş var", diye düşünür. Sonra, sadece kendisinin gördüğü bir yerde bırakır gözlerini. 

    Bir an için kupkuru, incecik bir kabuktan ibaret gibi bomboş hisseder. Birden bütün işkence aletleriyle gelir o amansız hastalık, dünden daha da zalim. Sinsi bir sancı oymacı bıçağı gibi saplanır etine, kemiğe kadar, yavaş yavaş oymaya başlar içini. Her nefesi bir çığlık olup paralarken gırtlağını yine bozulmaz sessizlik. Kuşların cıvıltısı, yaprakların hışırtısı, havlayan bir köpek, uzakta kapanan bir kapının sesi bir başka dünyaya ait sanki. Kıvrandıran ağrıyı tutabilirim umuduyla avuçlarını bedenine bastırır, parmaklarıyla alıp koparmak isterken onu tırnakları geçer etine. Hızlı aramaya basıp hemşirenin uykulu sesini duyana kadar bekler, bir anda boşalır her uzvu. İçinde panik koşturmacası, can pazarı, titreyen kollarından, tutmayan bacaklarından başka onu ele veren başka bir emare yok aslında. Gücünün son damlasına kadar kendini tutmalı, bırakmamalı, içine haykırır: "hemşire nerede kaldı?.." 

    Uçsuz bucaksız çölden geçen bir bedevi gibi vahaya varmak için sabırsız. İlacın kanına karıştığı saniyeler çok uzun, derin bir uyku uçurumuna düşmek üzere, farkında. Sonra, yalancı, çok özlenen, nazlı bir huzur gelir. Nihayet. Başını yavaşça bırakır yastığa, ağrılar körleşir, sadece bir uğultu kalır kulaklarında. 
Gözlerini açıp yorgunluğunu üstünden silkelemeye çalışır. Yapışmış sanki. Yüzünü kızartan sebepsiz bir mahçubiyeti kovmak ister gibi elini kaldırır. Giyinmeli. Dolaptan aldığı elbise sıyrılır bedeninden, anlam veremez. Banyoda kalakalır. Sırılsıklam, ağırlıksız. Aynadaki yüz onun mu? Koridor loş ve serin. Duvarda birçok fotoğraf asılı. 
Mutfak yetim kalmış. Ocağın üstünde birkaç küçük yağ lekesi unutulmuş. "Fesleğene su vermeli. Baharat kavanozlarını boşaltıp yıkamalıyım." Kulaklarında hala o huysuz uğultu. Bir yudum su yutkunmadan dudakları arasından göğüsüne döküldü. Hüzünlü bir melodi aktı üstüne, onu ölesiye örtünmek istedi. Sarmalayıp ağrılı bedenini onu teselli etmek istedi. Yorgun olduğunu düşündü. Sonsuz uykuyu özledi... 

  Henüz vaktinin gelmediğini bilmek ağır, acımasız bir yük. Acı çekmek değil, kendini kaybetmek korkunç olmalı. Ruhu, sımsıkı tutunmuş bedenine. Dehşet derecesinde korktu, kimse bilmedi, iyi sakladı kendini. 


eylül

20 Nisan 2024 Cumartesi

Hikayeler

 Hikayeler okumayı sevmiştim. Başka dünyaların giriş kapısıydı onlar.  Oralarda kalmayı hiç düşlememiş, kaçış planları yapmadan gezmiştim.  Bazen gülümsemem kahkahalara dökülmüş, kimi zaman hıçkırıklarımı tutamamıştım.  Hikayeler güzel; eğer kalbimi hoplatan, ruhuma sarılan, kelimeleri lal bırakan ise… güzeldir hikayeler.  Zaten onları çok uzun zaman önce sevmiştim. 


    Çocukluğumda dışarıyı seyretmek için pencerede dakikalarca kalırdım. Oysa evimiz çıkmaz sokaktaydı. Gökyüzü vardı, gece ise yıldızlar.  Çocukluk işte. Sonradan anladım, aradığım hikayelerdi…

Çocukluk demişken, nasıl bir masumiyettir ki hüzün yüklü?.. 


     Dünyayı, hayatı, insanı çözdüm dersin ya( her ne hikmet ise ara sıra başa gelir), yalan, içindeki coşkulu dalgalanmanın uydurması.  Deli gibi çözmek istersin, her nefesinle, aklındaki her bilgi ile, hatta duyguların her rengiyle. Neden? Elbette bir nedeni olmalıydı. Benzersiz ruhun… 


   Hikayeler her yerde. Komşu evlerde, sokağın kuytusunda, kaldırımın üstünde… Çok sevdiğim hikayeler bambaşka olmuş. 


eylül 




13 Nisan 2024 Cumartesi

Deliler asrı

 Her şey farklı. Zaman çok da ilerlemese de farklı her şey.  Kimbilir, yanılgıdır belki. İnsanların fırtınanın etkisinde eğilip bükülen ağaçlar gibi değişim geçirebilirler diye aklımdan geçmemişti.  Fikir değişir, elbette, lakin bu kadar da değil!  Bana göre oynaklıktır, rüzgarın esintisine göre döneklik olur düpedüz. Hadi kabul, olabilir, insanlık hali dersin. Yine de, aklın yolundan menfaat kulvarına geçmek bambaşka bir durum. 

Bu kadar mı ucuz hayatlar? Bu kadar mı değersiz?  Erdemlerin hiç sayıldığı bir dünyayı yaratmanın karşılığı nedir?  Verilen söz nedir?  Bahşedilen güç nedir?..  

Nefes. Başı da sonu da var.