Bu Blogda Ara

8 Şubat 2014 Cumartesi

Hayat


Bazı eşyaların mistik bir havaları, ruhları var sanki. Sadece dolap, masa veya iskemle değil, ondan öte yansıttıkları "kişilikleri" ile farklı onlar.  Şüphesiz, nadirdir böyle bir hisse kapılma şansı lakin mümkün. Kimbilir,   belki zihnin oyunu, anılar ve hayallerin cilvesi... 


Eski bir salon büfesi yüzünden bambaşka bir dünyanın sihrine kapılırsanız, şaşırmayın.  İncecik, kıvrımlı zarif bir sehpanın üzerinde dağılmış kır çiçeklerinin yeşil, topraksı kokusu ve mavi mine çiçekli beyaz sürahi. Küçük, sayısız çekmeceli dolap, sürgülü cam vitrini, el oyması süsleri olan kapaklar.  Çikolata tabağı ve likör  kadehleri.
Döşemesi yıpranmaya yüz tutmuş rahat koltuk, üstünde zıplama isteği uyandıran pirinç başlıklı  yaylı
karyola,   gizli bölmesinde saklanan kocaman anahtarıyla büyük duvar saati.  Çifte şilteli, çekmeceli, üç yanı ahşap korkuluklu divan,  kapaklı yazı masası kılığında radyolu pikap, lale figürlü porselen gece lambası, dantel pencere perdeleri, el işlemeli yastıklar, ıhlamur çaydanlığı...


Anı biriktirmeyi sevmedim, düşünmedim hiç. Baba evinden ayrılıp dönüşlerimde eksikliğini fark edip sorduğum kitaplarım ve odamın duvarlarına astığım resimler oldu.  Arasıra kaleydoskopum gelir aklıma, en sevdiğim oyuncağımdı.  Fotoğrafları bile saklamadım. 


Bir gün, annemizi kaybettik. Cenazesine yetişemedim, ancak iki gün sonra  mezarında ziyaret edebildim.  Eve girdiğimde, hiç bir şey eskisi gibi değildi, oysa herşey yerli yerindeydi. Herşey onun bıraktığı gibiydi. Yatağına oturdum, dolabındaki giysilerine, henüz  paketinden çıkarmadığı yemek takımına, giymediği ayakkabılarına, onsuz mutfağına, sessiz bahçesine baktım. Ve hepsini olduğu gibi ardımda bıraktım...
Bir daha o evin kapısını açmadım.

Bir gün, bir yerde, belki bir film karesinde  tanıdık bir şeyler görürsünüz. O an küçük bir peri sihirli
dokunuşuyla uyuyakalmış bir anıyı uyandırır, belki sarsılır, belki sadece mutlu olursunuz...

eylül





 









1 yorum: