Bu Blogda Ara

19 Mart 2017 Pazar

Şehrin fısıltısı

Doğayı seyretmeyi seviyorum, lakin içinde yaşayamam. Kırsalın insanları benim gözümde farklı uygarlığa ait gibiler. Farkındayım oysa, senin benim gibi oldukları. Hayatlarını kıskandım mı? Sanmıyorum. Yaşadıkları yerler, sahip oldukları veya olmadıkları hiçbir zaman ilgimi çekmedi. Diğer yandan, şehirden gitmeyi kimbilir kaç kez dillendirdim. Küçük hayaller kurup, huzurun peşinden gitmek istediğimi inkar edemem, doğrudur. Vahaya ulaşma çırpınışları bunlar, susuzluğumu giderip yola düşerim.   Biliyorum, orada yapamam.
İddialı bir laf oldu, yaparım aslında, bir vakte kadar. Belki o vakit gelmeden zamanımın sonuna bile varırım. Mesele olmaz. Doğayı seviyorum, mevsimlerin her biri bende ayrı heyecan, öyle böyle yapabilirim. Yine de yetmez. Tanıyorum çünkü kendimi. Seslendirmediklerimi biliyorum.
Şehrin nesini mi sevdim? Sevmedim, sadece içinde olmayı istedim. Onun dilini öğrendiğimden olmalı.  Bayılacak bir yanı yok gibi; gürültüsü, trafik karmaşası, insanların tüketim çılgınlığı, kozmopolit yapısı v.s. Ne bileyim, semtlerin farklılığı ve o farkı pekiştiren yerel yönetimin tarafsız olmayışı, kısaca sevilecek pek yanı yok. Bana gelince, herşeyin hep iyi tarafından bakarım. Bir de, fısıltısına kapıldım şehrin.
Eski şehrin kalıntıları oldum olası beni cezbetmiştir.  Geçmişi olan sokakların evleri beni her daim kendine çekmiştir.  Yaşanmışlığın çığlıkları ile sarsıldım.  Merak mı desem? Yok, değil.  Gizemin çekiciliği.

eylül

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder