Bu Blogda Ara

24 Mart 2013 Pazar

Vatan Türkiye


İnsan doğduğu yeri memleketi bilir.  Şehir, köy, kasaba neresi olursa olsun taşını, toprağını, kokusunu, kışını, yazını, gökyüzünü ezberler.  Kader işte; kimimiz doğduğu  yerde son nefesini verirken  kimimiz hasret biriktirir sılaya. 
Vatan... Uğuruna dökülen kanlarla ifade bulur yüceliği...

Altı yedi yaşındaydım.  Annem çalışıyor ve benim kısacık ömrüm yuvalarda geçmekte.  Okul öncesi  bitmiş, ilkokula başlamak üzere olduğum  o yaz, birkaç hafta  köyde, dedemlerde kaldım.  Somurtkan bir çocuk değildim fakat şehirden başka hiç bilmediğim, tanımadığım bir ortamda bulunmanın sıkıntısını üstümden  atamamıştım  bir türlü.  Aklım, gözüm ve kulağımın bahçe kapısında olduğunu hatırlıyorum, uykuya dalarken bile annemin beni buradan alıp götürmesi için dua ettiğimi de. Doğduğum  büyük şehri memleketim bellemişim ya...  Yıllar sonra şaştım durdum bu halime,  bulunduğum yerin nasıl bir cennet olduğunu büyüdükçe anlamıştım.
Şimdi gülüyorum o anılara, hem de katıla katıla.

Köye ilk gidişimi hatırlıyorum.  Kompartmanın camına yapışıp ağaçların birbirini kovalayışını seyrettim, şaşkın şaşkın, oysa  hareket eden vagonlardı.  Kolumu dışarıya  uzatıp rüzgarı avcumda tutmaya uğraşırken  anneme "Ekmekler ağaçlarda mı büyüyor?" diye sormuştum.   O güne kadar ne buğday ne mısır tarlası, hatta tarla  görmemiştim.  Kırları nerden bilebilirdim?  Haftasonları gezintiye çıkılan şehir parkı bildiğim en yeşil ve en  güzel yerdi.  Ayakkabılarım bile çamurla kirlenmemişti. 
Balıkları şehir halinin akvaryumlarında görmüştüm, sebze ve meyveleri  de oradan alırdık. 

Herneyse, köydeydim. Kocaman iki katlı çiftlik evi ve bana ucsuz bucaksız gibi gelen  bahçe; saklanacak ne çok yer var diye hayret etmiştim.   Kimse karışmazdı bana,  keşif için bolca vaktim olmuştu.  Sokağın tozuna da bulandım, gölün çamuruna da...
Hayal meyal hatırlıyorum. Dedemin kızkardeşi, büyük halam, bir sokak ötede oturmaktaydı. Şimdi düşündüm de, gözlerim kapalı yolu bulabilirim, zihnime kazınmış  gibi.  Oturduğumuz taraçayı iyi hatırlıyorum. Ben mi sordum ona yoksa o mu anlattı, bilmiyorum.   TÜRK olmaktan bahsetti, Kırım'dan gemilerle yola çıkan atalarımızı   anlattı.  Söylediklerini anlamıyordum, benim için heyecanlı bir masaldan ibaretti dinlediklerim.  Vatan'dan, Türkiye'den bahsetti,  gözleri gururla parlamıştı. 
Yıllar geçti o günden bu yana ve bu küçük anı birçok kez aklıma düştü... 

Bugünlerde zor mu, tuhaf mı desem, unutulası zamanlar yaşanıyor. Anlamaktan vazgeçtiğim, tüm duyularımı kaybetmeyi dilediğim olaylar ve olanların zamanı. Tarih  nasıl yazar diye umursamadığım; hiddetli, şiddetli, yalanlı, dolanlı, saklı gizli kin, nefret tükürüklü söylevlerin, sloganların zaman dilimini inkarındayım.
Sormak isterim:
Dünyanın birçok ülkesinde yaşayan soydaşlarımız sadece Türk oldukları için toplumdan dışlandı, dili, dini, geleneği yasaklandı, sınırlı eğitim hakkı verildi.
Bugüne kadar, Türkiye Cumhuriyetinde, kime böyle bir zulüm edildi?..

eylül


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder