Bu bir tarif, gezi ve yemek konulu televizyon programında izlediğim yaşlı bir çiftçinin tarifi. O adamın yüzündeki ifade, hayatının hikayesi. Mesele fasulye değil, bir insanın yaşamı. Beni etkileyen o oldu.
Bu yazı kaleme alınmadan(kalem uzun zamandır mecaz) düşüncelerde uzayıp gitse de bir türlü tamamlanamadı. Seksek oynar gibi gidip geldi cümleler, her biri diğerinden
daha aceleci, daha bir farklı fikirleri yansıtan. Olmadı işte, zorlamadım da ben.
Oysa hızına yetişemediğim kelimeler içimde ızdırap oldu. Elimde değil.
Bir dönemeçte işiyle bütünleşir insan. Meslek aşkı derler, karşıyım bu lafa. Deneyim. İçini dışını, her bir ayrıntısını öğrenirsin işin. Zamanla ustalaşırsın. Sana gereklidir çünkü. Kendini, aileni idame ettirmek, yaşam şartlarını iyileştirmek için işinin kölesi olursun. Bu halin kara mizahı ise kabullenmemek. "İşimi severek yapıyorum" falan filanlar bu yüzden.
Bir noktadan sonra zincirlerin ağırlığını hissedersin. Kaçacak yer yok. Bu kez asıl sahibin iş değil, hayat olduğunu anlarsın. Bu hayatın düzenine baş kaldırırsın ve isyanın bir tek seni yıkıp yakar. Kavrula kavrula yaşarsın. Gözlerindeki ışık solgunlaşsa da deneyimlerin ayakta kalır. Tutsaklığın hayata... Yavaş, yavaş tükenirsin.
Teslim olursan.
eylül
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder