Bu Blogda Ara

15 Temmuz 2023 Cumartesi

Otobüs

     “Uzun zaman önce  umursamamayı  deneyip kabullenmeliymişim” , yazıp yazıp sildiğim bir cümle. Sonunda silmeyi bıraktım.  Bölünmüş zihnime, başımı sık sık belaya sokan bilincime söylenerek devam etmeyi seçtim.  Hayat depresif bir hal almışken kafamın içini çok da fazla kurcalamak iyi bir fikir değil. Fısıldayan altıncı hislerden de bıkmışım... Sonuçta ne olabilir, ne?  

Zaman inanılmaz hızlı mı ilerliyor,  gezegen mı eskisine göre hızlı dönüyor ya da hepsi sadece kuruntu mu?  Neden hiçbir şeye yetişemediğim fikrine  kapılır oldum? Bitmeyen bir kabusun içine düşüp,  mutlaka binmem gereken otobüsü kaçırma korkusuyla tekrar ve tekrar yüzleşiyorum. Elimi uzatıp kapı kenarına tutunabilmek için durmadan uğraşıyorum.  Acaba bu yüzden mi sabahları çok yorgun uyanır oldum. Yükümü saklayacak gücüm kalmadığının da farkına vardıkça o daha da ağırlaşıyor. 
Bazen, kolumu bırakıp gidesim gelir, öylesine, fantastik film karesinde olduğu gibi pare pare dağılmayı hayal edip. Tekrar hızlanıp, bir sonraki durakta yakalarım umuduyla, yine otobüsün peşine düşüyorum. Peynir tuzağına doğru koşan bir fare. Nefes nefese vaktimi tüketip uyandığımda, hepsi açıklaması saçma kendisi daha da saçma sapan  bir rüyadan ibaret diye, kendimi avutuyorum. 
  
 Sabrım tükenmiş olabilir mi?  Bu arada, sabır biriktirilir mi ki?

    Umursamaktan olmalı. Kararımı vermek üzereyim. Görünürde başka bir sebep yok(ufuktalar sanki). Bekleme sırasını ihlal etmemek, binerken kimsenin ayağına basmamak, koridorda nizami ilerlemek, gerektiğinde yerimden feragat etmek, bunlar hep edeb'i  umursamaktan.  Otobüs bu, itilir kakılırsın, tam oturacakken yerine bir  başkası oturur. Yetmez;  ter, parfüm, traş kolonyası, kuruyup buharlaşan amonyak, buram buram soğan sarımsak  kokusu ayıp olur diye  koyvermeyip tuttuğun kusmuk olur.  Yolculuk bitene kadar sabredilir, diğer türlüsü ayıp olur.  Bu ne yaa?..

    Yolculuk başlarken insanlara rahatsızlık vermeden  takındıkları maskeleri geçip gerçek yüzlerini görürüm umuduyla bakıyorum. Kendilerini saklayanlardan uzak durmak ayrı. Bilmece çözer gibi çözemezsin ki insanı. Sorular ve ipuçları gerekli.  Tanıman için ya lotus misali kendi rengi ile açar ya da tomurcuk kalır.  Bilmediğin bir dilde yazılan kitabı yorumlayamazsın. Şarkı gibi değil, sözlerini anlamasan da müzik  duyguyu ele verir.  İnsan bu, o izin vermediği sürece çözemezsin. Sonra, kim çözülmek ister? Tamamen şeffaf, ortada bir hayat var mıdır? Kendini saklamadan, sakınmadan, olduğu gibi, korkularıyla, umutlarıyla, sevinciyle, hüznüyle, her şeyiyle "ben buyum" diyen var mı?

   Otobüse bindiğimde dışarıdaki manzaraya dalarım. Denize atlar gibi bırakırsın kendini, önce ürperti verir sonrasında çıkmak istemezsin. Gözler hiç bir ayrıntıyı kaçırmak istemez. Yolculuk eden ağaçlar, bulutlar, kuşlar, bahçeli bahçesiz evler, tozlu sokaklar, ruhsuz  toplu konutlar...  Kaçırılan kareler, yakalanmayan renkler, ıslanmadığın yağmur, hepsi otobüs penceresinin dışında kalır.  Uyuklarken arka, ön koltukta oturanların sohbetine uyanırsın. Kimi zaman yolculuk bitmesin diler, an gelir ıssız bir kavşakta inmek  istersin.  Hezeyanların olur, sebepsiz yere mutlu olursun ve bedenin yolculuğu kanıksar.  Ondan sonrasında belki umursamazsın.

Öyle midir acaba? Olabilir mi?

eylül






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder